28 Şubat 2016 Pazar

İbadetler ve Muhtaçlıklarımız

Hepimizin bildiği üzere, insanın bir takım fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçları vardır. 
Bu ihtiyaçları insanın kendisi için olan önem sırasına göre derecelendirebiliriz.

1. dereceden ihtiyaçlara aslında ihtiyaç değil “muhtaçlıklar” ya da “bağımlılıklar” dememiz daha yerinde olacaktır. Bunlar, solunum yapmak, yemek yemek, su içmek, uyumak-dinlenmek-rahatlamak, dışkılamak olduğundan, bunlar olmadan yaşamamız mümkün değildir, yaşamak için bunları yapmayı seçmeye muhtaç ve bağımlıyızdır. (Yaşamamak için de bunları “yapmamayı” seçmeye muhtacızdır. Yani aslında özgür bir seçim yapmak, özgür irade sahibi bir insan olmak için bile bunlara muhtacızdır.) Her muhtaçlık insanın davranışlarına yön vericidir. Yani nefesimiz kesilirse yaşayamayız, boğulur, çırpınırız yahut günlerce aç-susuz kalmaya mecbur kalır ya da aç-susuz kalmayı seçersek ölürüz. Özetle, bu ihtiyaçların yerine getirilememesi kişinin davranışlarında önemli değişikliklere sebep olur ve bu beş ihtiyacın beşi de düzgün bir şekilde var olmak için kişinin kendisine karşı “zorunlu sorumluluğu”dur, farzıdır; düzgün bir şekilde var olabilmesinin mecburi koşuludur. Solunum cihazı da insanı yaşatabilir, ama bunun ne kadar “düzgün-özgür bir şekilde var olma” olduğu şüphesiz tartışılır.

2. dereceden ihtiyaçlara üreme ve seks yapma ihtiyacını gösterebiliriz. Bunu, en azından insanların çoğunluğu açısından, muhtaçlıktan ziyade, ihtiyaç olarak adlandırmamızın bir mahsuru yoktur çünkü bu ihtiyaç bire bir hayatta kalmakla ilintili değil, dolaylı yoldan var olmayı koruma ihtiyacı, yani neslin devamını sürdürmek ve haz alma ile ilintili bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç tatmin edilmediğinde insanı öldürmez. O sebeple de bir muhtaçlık, zorunlu sorumluluk değildir, düzgün-mutlu yaşamak için bir sorumluluk olabilir ancak.

3.-4. dereceden ihtiyaçlara, değer üretme, gezme, öğrenme, sanat yapma, sosyalleşme, lüks ve eğlence gibi, normal şartlarda, kişinin davranışlarına aslında daha az yön veren yani hayatta kalma ile direkt ilintisi olmayan ihtiyaçları örnek olarak gösterebiliriz. Bunlar da insanın düzgün-mutlu yaşamak için kendisine karşı sorumluluklarıdır ama yine zorunlu sorumlulukları değildir. 


Kuran’da farz olarak adlandırılan ibadetlere gelirsek,  bunların hepsi insana Allah tarafından yazılan birer “zorunlu sorumluluk”tur. Bunlar emir de olsalar, bunları yapıp yapmamayı seçme konusunda kullar serbest bırakılmıştır, sonuçlarına katlanmayı göze alabildikleri müddetçe! Örneğin, bir insan nasıl ki nefesini kesip intihar etmeyi yahut günlerce susuz kalmayı ve sonunda bitkin düşmeyi tercih edebilirse, namaz kılmamayı da, zekat vermemeyi de, oruç tutmamayı ya da fidyesini vermemeyi de tercih edebilir.  Çünkü Allah, tanımı gereği, her açıdan hiçbir şeye ve hiç kimseye muhtaç olmayan efendi (Rab) demek olduğundan, O’nun açısından bunların yapılıp yapılmaması durumunda fark eden hiçbir şey yoktur ve olmayacaktır. Dünyadaki kimse Allah’ın hiçbir emrine itaat etmese, herkes kötü ve zalim olsa ve cehennemi boylasa, Allah açısından değişen ne olur ki? Cehenneme de atılsa kul yine kuldur ve razı gelse de gelmese de, kul olmanın doğası gereği, hakkındaki hükme boyun eğmek zorundadır, aksi mümkün değildir. Değişen tek şey kulun cennetlik bir kul yahut cehennemlik bir kul olacağıdır. Yani bu durumda, Allah açısından değişen birşey olmayacak olmakla beraber, kullar açısından değişen çok şey olacaktır.

Peki o halde tüm bu ibadetlerin zorunlu sorumluluk, farz olarak nitelendirilmesi nedendir?

Kuran’ın bütününe baktığımızda, Allah tarafından insana iyi-cennetlik insan olması ve bu dünyada da ahirette de kaliteli yaşamayı hak edebilmesi için yapılması emredilen şeylerin aşağıdaki sorumluluklar çerçevesinde kategorize edildiğini görürüz:

1. İnsanın kendisine karşı sorumlulukları 
2. İnsanın ailesine karşı sorumlulukları
3. İnsanın içinde yaşadığı topluma, toprağına karşı sorumlulukları
4. İnsanın üzerinde yaşadığı dünyaya ve diğer canlılara yani diğer kullara karşı sorumlulukları

Allah insanın yerine getireceği sorumluluğa –haşa- muhtaç olmadığından, Kuran’da “insanın Allah’a karşı kulluk sorumluluğu” diye ayrı bir kategori yoktur. Çünkü tüm bunların toplamı, hepsi birden “İnsanın Allah’a karşı kulluk sorumluluğudur”. 

Bu hakikat, Kuran’da pek çok ayette şu şekilde ifade edilmiştir:

Ankebut Suresi 6 Kim bizim için çaba gösterirse, kendisi için çaba göstermiş olur. ALLAH hiç kimseye muhtaç değildir.

Bu durumda kim, O’nun sözüne teslim olur, ibadetlerini yaparsa, kendisi için iyilikte bulunmuş olur. 

Çünkü bu ibadetler, sadece cenneti hak edecek iyi bir kul gibi davranmaya destek vererek, kişiliği o şekilde törpületmeye yardımcı olmaz, aynı zamanda insanın ihtiyaçlarını da en doğru şekilde gidererek bu dünyada da daha kaliteli ve mutlu yaşamasına büyük bir katkı sağlar.    
Bir örnekle destekleyecek olursak, özgür irade sahibi olan bir insan özgürleşme ve rahatlama ihtiyacını kokain kullanarak gerçekleştirmeyi de seçebilir ama kendisini yaratanın onu en iyi bildiğini düşünerek, O’na teslim olarak ve sözüne itaat ederek namaz kılarak da gerçekleştirmeyi seçebilir. Zaten Allah’ın emrettiklerine harfiyen uyunca ortada ne tatmin edilemeyen ihtiyaçlar, ne de bunları tatmin etmek için başvurulan sahte-zararlı tatmin araçları, muhtaçlıklar kalır.

Tüm bunlar değerlendirildiğinde, ibadetleri yerine getirmekten alıkoyan fiziksel bir engel olmadığı sürece, bunları yapmayı alışkanlık haline getirmemiz bizim lehimizedir. Zira, yaratıcımız tarafından bizim için uygun görülen yapmayı hayatımızın bir parçası yani bir alışkanlık haline getirmezsek, bunların yerini hayrımıza olmayan sorumlulukların, kendimize farz kıldığımız muhtaçlıkların alışkanlıkları doldurur:

Meryem Suresi 59-60 Sonra, bu peygamberlerle, salih kimselerin arkalarından bir nesil geldi ki, namazı terk ettiler, şehvetlerine uydular; bunlar da Cehennemdeki “Gayya” vâdisini boylayacaklardır. Ancak tevbe edip imân eden ve iyi-yararlı işlerde bulunanlar müstesna.. Bunlar Cennet'e girecekler ve hiçbir haksızlığa uğramıyacaklar.

Unutulmamalıdır ki bir kul için mümkün olan en özgür hâl, tek Efendisi olan Allah’ın emirlerine en uygun şekilde yaşadığı hâldir. Bu hâl aynı zamanda bir bireyin, hem bilinç altında hem bilinç seviyesinde, kendisiyle en barışık olduğu ve kendisini en çok sevebileceği hâldir de çünkü bunu başarabilen ya da başarmak için çabalayan,  aslında kendisinden bir farkı olmayan diğer kulların-yaratılmışların kendi bedeni, ruhu üzerinde egemenlik-ilahlık kurup, üstünlük taslamasına karşı gelerek, kendisini onlardan aşağıda bir yere layık görmemektedir. Dolayısıyla da şirkten arınmış ve inşallah cennete layıktır.

7 yorum:

  1. İhtiyaçlara yönelik hem felsefik, hem de dini bağlamda karşılaştırmayı yapabilmek adına kısa,öz ve güzel bir yazı olmuş.

    YanıtlaSil
  2. Allah razı olsun. Çok nitelikli (her zaman olduğu gibi) ve hayati bir yazı olmuş, bizler gibi hayatın aldatmacasına kendini kaptırıp asıl olanı unutanlar için..

    YanıtlaSil
  3. Allah razı olsun. Çok nitelikli (her zaman olduğu gibi) ve hayati bir yazı olmuş, bizler gibi hayatın aldatmacasına kendini kaptırıp asıl olanı unutanlar için..

    YanıtlaSil
  4. Yazıdaki metin iki defa tekrarlanmış. Teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sanırım browserdaki bir aksaklıktan ötürü öyle gözüktü. Kusura bakmayınız.

      Sil
    2. Yok öyleydi. Fark edip düzelttim. Teşekkürler uyarı için. Selamlar

      Sil
  5. Takipte olduğum blog'ları ara ara gözden geçiriyorum kim ne yazmış etmiş diye. Her seferinde mutlaka sizin blog'unuzu da kontrol ediyorum. Uzun zamandır içerik eklenmiyordu, güzel bir dönüş olmuş. Umarım bundan böyle daha sık yazarsınız. Sevgiler.

    YanıtlaSil