12 Nisan 2015 Pazar

Şeyh uçmaz mürit uçurur... Peki ya gerçekten uçuyorsa, bu onu kutsal mı yapar?



Olağanüstü, sıra dışı veya esrarengiz yöne sahip, dini ve manevi deneyimler, din psikolojisinde "dini tecrübe" diye adlandırılır. Kur’an-ı Kerim’de ise sadece “dini tecrübe” diye bir terim değil, sözlük anlamı başkasını aciz bırakmayı ifade eden “mucize” diye bir terim de bulunmamaktadır. Bilindiği üzere, “mucize” genellikle peygamber olduğunu iddia eden kişinin, doğruluğuna kanıt oluşturan eylem anlamındadır yani peygamber, doğruluğunu kanıtlamak için olağanüstü bir iş yaparak inanmayanlara meydan okur ve inanmayanları ‘aciz’ bırakır. Kuran meallerinde “mucize” olarak karşımıza çıkan kelime ise aslında genellikle “ayet” kelimesidir. Yani Kur’an’da doğa yasaları çerçevesinde gerçekleşen olaylar için kullanılan “ayet” kelimesi, peygamber karşıtlarını alt etmek veya inananlara destek olmak için gösterdikleri sıra dışı, doğa yasalarını askıya alan olaylar için de kullanılır.[1] Örneğin, Kuran-ı Kerim’de Hz. Musa’ya dokuz mucize (ayet) verildiği şöyle ifade edilmektedir:


Yemin olsun, biz, Mûsa'ya açık-seçik dokuz mucize (âyâtin) verdik. İsrailoğullarına sor: Hani, Mûsa onlara geldiğinde Firavun ona şöyle demişti: "Ben senin kesinlikle büyülendiğini düşünüyorum, ey Mûsa!"[2]

Her iki türlü durumun, yani evrendeki bilinçli tasarımı, fizik doğa yasaları ile izah edilebilecek delilleri ve sıra dışı / mucizevî olarak nitelendirilebilecek Hz. İsa’nın yahut Hz. Musa’nın insanlara sunduğu enteresan olayların,  aynı kelime ile ifade edilmiş olması iki şeye yorulabilir. Bunlardan birincisi tüm bu sıra dışı olayların aslında bir şekilde doğa yasaları ile izah edilebilir olduğudur.  Bu görüş kutsal kitaplarda geçen, peygamberlerin getirdikleri sıra dışı olayların fizik kuralları ile de açıklanabileceğini, “sünnetullah”[3]’tan bahseden ayetleri delil göstererek savunur; yani örneğin Hz. Musa’nın denizi yarma eyleminin fizik yasaları dâhilinde vuku bulduğunu ileri sürer. Diğer görüş ise bu eylemlerin sıra dışı, fizik yasalarını geçici bir süre için askıya alan eylemler olduklarını, birer mucize olduklarını ileri sürmektedir.

Bence, söz konusu olan Allah olduğunda, Allah herşeye kadir bir varlık olduğundan ve deizmin evreni yaratan ve müdahale etmeyen tanrı anlayışından, herşeye kadir olmasıyla net bir şekilde ayrıldığından, ikinci görüş, yani gerçekleşen sıradışı olayların evren yasaları dahilinde değil, evren yasalarının askıya alınarak gerçekleştiriliyor olduğu görüşü daha tutarlı ve akla yatkındır. Çünkü insanı Allah’ın kudreti karşısında aciz bırakan mucizeler panteist yahut deist kendi yarattığı yasaların, düzenin hizmetçisi konumunda olan yani kurduğu düzene uymak zorunda olan tanrı figürlerinin aksine, ancak Allah tarafından yollanabilir. Yani peygamberler tarafından sunulan mucizeler  panteist, deist vb. inancı olan toplumlara da bir nevi ihtar niteliğindedir. Bunlar Allah’ın kendi yarattığı fizik, biyoloji vs. yasalarına uymak zorunda olmadığının, onları bir süreliğine de olsa devre dışı bırakabilecek kudrette olduğunun göstergesidirler. Kuran’daki mucizelerin imtihan etmek, Allah’ın Muktedir olduğuna tanık tutmak gibi amaçları vardır. Allah’ın, Hz. İsa aracılığı ile ölüleri dirilttirmek suretiyle kendi yasasını bozması da, fizik yasalarını geçici bir süre için askıya alarak Hz. İbrahim’in ateş tarafından yanmamasını sağlaması da, cehennemin ortasında yanmayan ağaç yaratabilmesi de, İsrailoğulları’nı imtihan etmek için yine kendi izni dâhilinde buzağı heykelini böğürtmesi de, Ashabı Kehf’in uzun senelerce bir mağarada uyutulup zamana meydan okunması da, Hz. İsa’nın yahut Hz. Adem’in cinsellik olmadan yaratılması da Allah’ın kendi kurduğu düzene ve sisteme bağlı olmak zorunda olmadığı realitesine kısa süreli de olsa şahit tutulmamızdır. Mucize inkârcıları mucizelerden yüz çevirirken aslında, Allah’ın her şeye kadir olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan olduğu realitesine yüz çevirmektedirler. “Cehennemin ortasında yanmayan ağaç mı olur? Demek ki bu Kuran eskilerin mitosları” demekle ve cehennemdeki ateşin ve azabın gerçek olduğuna dair apaçık ayetlere rağmen “Cehennemin ortasında yanmayan ağaç mı olur demek ki cehennem ateşi bir sembol” demek mucizeye, yani Allah’ın mutlak Muktedir olan olduğuna yüz çevirmenin farklı türlerinden ibarettir. Bu noktadan hareketle benim görüşüm Kuran-ı Kerim’de bahsi geçen sıra dışı olayların çoğunlukla fizik, biyoloji vs. yasaları çerçevesinde gerçekleşmediği yönündedir. Kaldı ki sünnetullah’tan bahseden ayetler bağlam içinde incelendiğinde bunların aslında evren yasalarıyla alakası olmadığı görülecektir.

Dini tecrübe konusuna dönecek olursak, Kuran’da bizlere ibret olarak sunulan sıradan insanların tecrübe ettikleri, onları Allah’ın kudreti karşısında aciz bırakan bazı mucizevî olaylar, pek çok dini tecrübe örnekleri vardır.  Yazının ilerleyen kısımlarında bunlara değinmeye çalışacağım.  Kur’an’a göre kişinin yaşadığı tecrübenin iki ana çatı altında toplanmasından söz edilebilir: Rahmanî ve Şeytanî.  

En’am Suresi şöyle der:
“İşte böyle, biz peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. Bunlar aldatmak için birbirlerine lafın yaldızlısını fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu yapamazlardı. Bırak onları, düzdükleri iftiralarla baş başa kalsınlar”[4].

Şeytanlar kendi evliyasına/dost ve destekçilerine sizinle mücadele etmeleri için elbette ki vahiy gönderirler. O şeytan evliyasına boyun eğerseniz kesinlikle müşrikler oldunuz demektir”[5].

Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı üzere, Kur’an’a göre sadece Allah değil, (elbette yine Allah’ın izni dâhilinde) şeytan da insanları kandırmak ve yoldan çıkarmak için vahiy gönderebilir/ ilham edebilir, lafın yaldızlısını fısıldayabilir ve dini tecrübe yaşadığını ve doğru yol üzere olduğunu zanneden bir kişi aslında bu vesile ile hepten yoldan çıkarılabilir. Elbette şeytanın ihlâslı kullar üzerinde bir sultası olmadığından[6] bu durum bir vesile olmaktan öteye geçemez. Bu bağlamda, ayetlere göre dini tecrübe Allah’ın sevdiği kullarına bir lütfu ve rehberliği olabileceği gibi yaşayan kişinin sapmasına vesile olan bir olay, bir imtihan aracı yahut bir uyarı aracı olarak da karşımıza çıkabilir. Şimdi ayetlerde bulunan dini tecrübe örneklerini inceleyerek, bu çıkarımlarımızı delillerle destekleyelim.

Vahiy/ İlham Tecrübesi
İslam dininde vahiy, fısıldama ve gizli konuşma anlamlarına gelir. Allah insanlardan kendi elçilerini seçer ve sözlerini onların aracılığı ile insanlara duyurur. O sözler vahiy meleği tarafından getirilir. Onun gelişini o elçiden başkası görmez ve konuşmasını ondan başkası duymaz. Bu konuşma insanlardan gizli olduğu için adına vahiy denir.[7]

Biz, sıradan insanlar, eğer vahyi getiren kişi hayatta ise onun karakterini, ahlâkını, akıl ve ruh sağlığını sınayarak ama daha da önemlisi bu tecrübelerin güvenilirliğini kendisinin vahiy aldığını iddia eden kişinin getirdiği mesajları sorgulamak suretiyle test eder, tanık oluruz. Nitekim tarih boyunca binlerce insan vahiy aldığı iddiasında bulunmuştur. Buradaki ölçüt, bu insanların getirdikleri mesajların doğruluğunu, tutarlılığını, akılla ne denli örtüştüğünü içimizdeki ayetlerle, vicdanımızla karşılaştırarak sorgulamak olmalıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, Semud halkına peygamber olarak gönderilen Hz. Salih ilgili olarak Semud’un müminleri şöyle derler:

“Toplumunun kibre saplanmış kodamanları, içlerinden inanıp da baskı altında tutularak ezilenlere şöyle dediler: "Siz Sâlih'in, gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Onun aracılığıyla gönderilene gerçekten inanıyoruz." dediler.”[8]

Bu ayette müminler Salih’in gerçek bir peygamber olduğunu onun getirdiği mesajdan, onun aracılığıyla gönderilenden anladıklarını söylüyorlar. Bu durumda, bir insanın peygamberlik iddiasında bulunan şahsın Allah’ın elçisi olup olmadığını anlamasının en temel yolu, onun getirdiği mesajı inceleyip, sorgulaması ve sonra karara varmasıdır. Aksi takdirde, dünyadaki herkes içinde doğduğu ülkenin dinine, körü körüne bağlanması kaçınılmaz olur, Allah katındaki tek din olan İslam’ı seçmeyenlerin cezayı hak etmesi de mantıksız olurdu. 

            Ayetlere göre Hz. Muhammed’in yaşadığı vahiy tecrübesi gerek bizzat vahyi alan kişi yani kendisi tarafından, gerekse onun çevresinde bulunan yakınları tarafından test edilmiş, güvenilirliği sorgulanmıştır. Kur’an’da bununla ilgili pek çok ayet vardır. 

“Yemin olsun inip çıktığı zaman yıldıza/ süzülüp aktığı zaman Ülker Yıldızı'na ki arkadaşınız ne saptı ne de azdı. O; kuruntudan, keyfinden konuşmuyor. İndirilmiş bir vahiyden başkası değildir o.”[9]

“De ki: "Size, bir tek şey öğütleyeceğim: Allah için ikişer ikişer, teker teker kalkın, sonra da iyice düşünün!" Arkadaşınızda cinnetten eser yok! O, şiddetli bir azap öncesinde sizi uyaran bir kişiden başkası değil.”[10]

“Ve arkadaşınız bir cin çarpmış değildir. Yemin olsun ki, onu apaçık ufukta gördü.”[11]

Bu ve bunun gibi ayetlerden Hz. Muhammed’in çevresindeki arkadaşlarının vahyi ve dolayısıyla arkadaşlarının peygamberliğinin gerçek olup olmadığını sorguladıklarını, körü körüne kabul etmediklerini anlıyoruz. 

Yine ayetlerde, Hz. Muhammed’in kendisinin de bizzat kendi durumunu sorguladığını, deneyimi bizzat yaşayan kişi de olsa körü körüne kendi peygamberliğine inanmadığını gösteren ifadelere rastlıyoruz:

“Emin ol ki, sen bu Kur'an'a Hakîm ve Alîm bir kudret tarafından muhatap kılınıyorsun.”[12]

“Yemin olsun o hikmetlerle dolu Kur'an'a ki, Hiç kuşkusuz, sen, gönderilen elçilerdensin; Dosdoğru bir yol üzerindesin. Azîz ve Rahîm'in indirdiği üzeresin.” [13]

Bu durumda dini tecrübe ile ilgili en temel güvenilirlik ölçütü, Kur’an-ı Kerim ayetlerin de işaret ettiği üzere onu sorgulamak, test etmek, süzgeçten geçirmek körü körüne kabul etmemek olmalıdır. Kur’an’ın bize bu konu ile ilgili verdiği en önemli ve öncelikli mesaj budur.

Vahiy tecrübesini diğer dini tecrübelerden ayıran en önemli özellik daha sonraki tecrübelerin doğruluğunun anlaşılması açısından en temel ölçütün bizzat vahyin kendisi olmasıdır. Bu bağlamda kişi öncelikli olarak vahyin sahihliğini sorgulayacak, evrendeki ve öz benliğinin içindeki ayetlerle ne derece örtüştüğü konusunda rasyonel çıkarımlarda bulunacak sonra tam bir inançla tatmin olduktan sonra yaşanan dini tecrübeleri bu temel ölçüt çerçevesinde değerlendirmeye tabi tutacaktır.

Son olarak, aksini iddia etmek Hz. Muhammed’in nebilerin sonuncusu olduğu ve Kur’an-ı Kerim’in de kıyamete kadar geçerli olan tek kutsal kitap olduğu iddiası ile çelişeceğinden, bu tecrübe türü bir müslüman için Hz. Muhammed’le birlikte sona ermiştir. Bu bağlamda, bu dini tecrübe türünün günümüzde bizler açısından hiçbir deneyimlenebilirliğinin kalmadığını söylemek mantıklı gözükmektedir.

Yalnız şunu da eklemek gerekir ki vahiy ilham anlamına da gelir. Çünkü ilham, Allah'ın insanın içine doğurduğu şeye denir. O da vahiy gibi gizlidir. Kur'an-ı Kerim'de vahiy kelimesi her iki anlamda da kullanılmıştır. Ancak vahiy denince ilk anlaşılan, Allah'ın emirlerinin elçilerin ulaşmasıdır. İlham ise kişiseldir, kimseyi bağlamaz. Müslüman yahut gayri Müslim herkes ilham alabilir.[14] Kur’an ayetlerinde peygamberler harici bazı kimseleri de Allah’ın zaman zaman bilgilendirebildiğini görüyoruz. Bunlara örnek olarak İsa peygamberin çevresindeki havarilere Allah ve resulüne iman etmelerinin vahy edilmesini (ilham edilmesini),[15] Hz. Musa’nın annesine onu sandığa koyup ırmağa bırakmasının vahyedilmesini[16] verebiliriz. Elbette bu tarz ilhamların dini alanda bilgi vermeye yönelik ilhamlar olmadığı açık ve nettir. Ayetlere göre dini konulardaki bilgiyi ancak ve ancak peygamberler Allah’ın vahyini insanlara tebliğ etmek suretiyle verebilir, peygamberler harici kimselerin böyle bir şey yapma yetkisi olduğunu belirten bir ayet bulunmadığı gibi En’am Suresi’nde şeytanların da vahiy gönderebildiğine dair bilgi verilerek insanlar bu hususta uyarılmıştır:

“…Şeytanlar kendi dost ve destekçilerine (evliya) sizinle mücadele etmeleri için elbette ki vahiy gönderirler. O şeytan evliyasına boyun eğerseniz kesinlikle müşrikler oldunuz demektir.”[17]

            Bu sebeplerden ötürüdür ki bu tarz ilham / vahiy yoluyla edinilen bilgi ve beraberinde getirdiği sorumluluk kişinin sadece kendisini bağlar; zaten kelâmcılar da bu yolla edinilen bilgi üzerine genel hükümler kurmanın yanlış olduğunu önemle belirtmişlerdir.

Kerâmet ve İstidrac

Kerâmet sözlükte kerîm olmak, değerli olmak anlamına gelir.[18] Allah insanı değerli (kerâmetli) yarattığını ve birçok şeyi onun emrine verdiğini şu ayetlerle açıklamıştır[19]:

Yemin olsun, biz, âdemoğullarını onur ve üstünlükle donattık (çok kerametli kıldık) onları karada ve denizde binitlerle yükledik. Onları, güzel ve temiz rızıklarla besledik. Ve onları, yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.[20]

Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, (en kerim olanınız) sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.[21]

Ayetlerden açıkça görülebileceği gibi insanların en kerim, kerametli olanı takva bakımından üstün olandır. Lakin elimizde bir takva ölçer olamayacağı ve kalplerin özünü en iyi bilen Allah olduğu için, kimin takvaca üstün olduğunun bilgisi sadece Allah’tadır. Nitekim Tevbe Suresi 101. ayette Hz. Muhammed’in bile kimlerin münafık olduğunu bilemeyeceği vurgulanmaktadır. Bir insanın görünürde takvalı olması gerçekte öyle olduğu anlamına gelmez. Takva konusunda bir beşerin tek yapabileceği, ölçüt olarak hak ve batılı ayıran Furkan’ın sunduğu delilleri kabul edip bir insanın takvalı olup olmadığı hakkında bir tahmin yürütmesi olabilir.  Bunun dışında gerçekte kimin ne olduğunun bilgisi sadece Allah’tadır.

Her ne kadar Kur’an’da keramet kelimesi bu şekilde kullanılmış olsa da, kerâmet deyince yukarıda anlatılanlar değil, olağanüstü şeyler kastedilir. Bunlara bir elçide görülürse adına mucize, velide görülürse kerâmet denir.[22] Kur’an’da peygamberlerin pek çok mucizesine örnekler bulunmakla ilgili, peygamber olmayan insanların da dâhil olduğu sıra dışı, olağanüstü gibi gözüken bir takım olayların örneği vardır.  

Kur’an- Kerim’de bulunan en ilginç dini tecrübe örneklerinden birisi Hz. Musa’nın kavminin yaşadığı dini tecrübedir. Bu tecrübe onu yaşayanların yoldan nasıl saptıklarını gözler önüne seren bir ibret olması niteliğiyle her dini tecrübeye aldanmamanın, onu rasyonel bir yol izleyerek gerçek/ hak olduğuna kanaat getirilmiş olan vahyin süzgecinden geçirmeden kabul etmemenin önemini bir kez daha vurgulamaktadır.

“Mûsa'nın kavmi, onun Allah'la konuşmaya gidişinden sonra, süs eşyalarından oluşmuş, böğürebilen bir buzağı heykelini ilah edinmişti. Görmediler mi ki, o onlarla ne konuşabiliyor ne de kendilerine yol gösterebiliyor? Onu benimsediler ve zalimler haline geldiler.”[23]

Bu olayın detayları TaHa Suresi’nde verilmiştir:

“Buyurdu: ‘Biz senden sonra toplumunu tam bir biçimde imtihan ettik. Sâmirî onları saptırdı.’ Bunun üzerine Mûsa, öfkeli ve ümidi kırık bir halde kavmine döndü. Dedi: ‘Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Süre mi size uzun geldi yoksa Rabbinizden üzerinize bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze ters davrandınız?’ Dediler ki: ‘Biz sana kendi irademizle karşı çıkmadık. Olay şu: Bize o topluluğun süs eşyalarından bazıları yükletilmişti, onları kaldırıp attık; aynı şekilde Sâmirî de attı.’ Sâmirî onlar için, böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki: ‘Bu, hem sizin hem de Mûsa'nın tanrısıdır. Ama Mûsa unuttu.’ Görmüyorlar mı ki; o buzağı onlara bir sözü geri çeviremiyor; kendilerine bir zarar veremiyor, bir yarar sağlayamıyor.”[24]

Ayetlerde bahsi geçen heykelin sıradan bir heykel olmaması, “böğürmesi olan” bir heykel olması dikkat çekicidir. İsrailoğullarını cezbeden ve heykele tanrısallık atfederek Allah’a ortak koşmalarına neden olan şey, çok büyük ihtimalle, onun sıradan bir heykelde bulunmayan, böğürebilme özelliğidir. Oysa Allah, ayette de açıkça belirtildiği üzere, bu olayı onlar için bir imtihan aracı yapmıştır. Bu ayetten çıkarılması gereken en önemli sonuç, “o an için” paranormal gözüken ya da gerçekten paranormal olan olayların cereyan etmesinin bunlara yahut bu özellikleri sergileyenlere tanrısallık, kutsallık, seçilmişlik atfetmekle sonuçlanmaması gerektiğidir. Tecrübe edilenler gerçek de olsa, hem yaşamın son saniyesinde kadar imtihanın devam ettiği, hem de Allah’ın izni olmadan bir yaprağın bile düşmediği realitesi unutulmamalıdır. Ayrıca bundan iki yüz yıl önce olağanüstü kabul edilebilen bazı olaylar, bugün bilimsel yollarla da açıklanabilen olaylar haline gelmiştir. Kaldı ki böyle olmasa bile yine o sıra dışı olayı gerçekleştirenin Allah olduğu bilinmeli ve övgü kullara değil, Allah’ın zatına, kudretine yapılmalı, herhangi bir kula kutsallık da atfedilmemelidir.

Kelâm kitaplarında “kafir ve fasık kişilerden zuhur eden harika hadiseler”i tanımlamak için kullanılan “istidrac” ifadesi ayette bahsi geçen olaydakine benzer bir duruma işaret etse gerektir.[25] 

Şu asla unutulmamalıdır ki eğer dini tecrübe yaşadığını iddia eden şahısta patolojik bir rahatsızlık yok ise yani onun bu yaşadığı dini tecrübe gerçek ise yine de bir imtihan söz konusu olabilir. Onu nasıl anlamlandırdığımız da en az yaşanan tecrübe kadar önemlidir.

Örneğin şahit oldukları bu sıra dışı olay karşısında İsrailoğulları illa ki sapmak zorunda değildi. Nitekim ayette[26] toplumun Hz. Musa’ya verdiği cevapta geçen “Samiri onlar için heykel çıkardı” ifadesinden toplumdaki istisnasız herkesin Samiri’nin sözlerine uymadığını, bir kısmının da buzağı heykelinin böğürmesine şahit olmasına rağmen onu ilah edinmediğini anlıyoruz. İsrailoğulları eğer yaşadıkları tecrübeyi, yanlarında bulunan peygamberleri Hz. Musa ve Hz. Harun’un kendilerine tebliğ ettiklerinin süzgecinden geçirmiş olsalardı böğüren buzağı heykelinin “Musa’nın da tanrısı, kendilerinin de tanrısı” olmadığını, bu sıra dışı esrarengiz olayla Allah’ın kendilerini imtihan ettiğini anlayacaklardı. Onlar Samiri’nin onlara böğüren buzağı heykeli ile birlikte sunduğu “Bu böğüren buzağı heykeli hem sizin hem de Mûsa'nın tanrısıdır” hatalı önermesini kabul etmek yerine, şahit oldukları realiteyi peygamberlerinin tebliğ ettiklerinin süzgecinden geçirselerdi bu hatayı yapmayacaklardı.

Kur’an-ı Kerim’de keramet konusuna işaret eden bir diğer ayet Hz. Süleyman ve beraberindeki müşavirlerinin yaşadığı bir tecrübedir:

“Süleyman, kurmaylarına dedi ki: ‘Onlar teslim olup huzuruma gelmeden önce, o kadının tahtını hanginiz bana getirebilir?’ Cinlerden bir ifrit şöyle dedi: ‘Sen daha makamından kalkmadan, onu sana getirebilirim. Ben bunu yapacak güçteyim ve gerçekten güvenilir biriyim.’ Kendinde Kitap'tan bir ilim olan kişi de şöyle dedi: ‘Ben onu sana, gözünü açıp yumuncaya kadar getiririm.’ Derken Süleyman, tahtı, yanında kurulmuş görünce şöyle konuştu: ‘Rabbimin lütfundandır bu. Şükür mü edeceğim, nankörlük mü diye beni denemek istiyor. Esasında, şükreden, kendisi lehine şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse bilsin ki, Rabbim Ganî'dir, cömerttir.’"[27]

Ayetlerden anlaşılacağı üzere melikenin tahtını Hz. Süleyman’a getirebileceğini söyleyen iki kişi bulunmaktadır. Bunlardan biri cinlerden bir ifrit, diğeri ise kendisine Allah tarafından ilim verilen bir kişidir. Cinlerin,  ayetlerde bahsedilen insandan farklı vücut yapısına sahip olmaları yani dumansız ateşten yaratılmış olmaları dolayısıyla bu tarz eylemler gerçekleştirebildikleri düşünülebilir. Allah’ın ilmini ‘keşfeden’ ya da daha doğru bir ifadeyle “kendisine ilimden pay verilen” bir kimse ise, ölümcül hastalıklara çare bulabilir, elektronlar vasıtasıyla enerji transfer edip elektriği elde edebilir yahut moleküler ışınlama yapabilir. Burada mühim olan nokta, yukarıda ele aldığımız TaHa Suresi’ndeki ayetleri göz önünde bulundurarak, bu özellikleri sergileyen insanlara tanrısallık, seçilmişlik, kutsallık atfetmemektir. Ayette bahsi geçen kimseler arasında Allah’ın resulü olması itibariyle örnek alınabilecek tek kişinin Hz. Süleyman olduğu düşünülürse, onun bu durum karşısındaki tavrını örnek almak yerinde olacaktır. Nitekim Hz. Süleyman bu olayın neticesinde, olayı gerçekleştiren ilim sahibini kutsamayıp, “Rabbimin lütfundandır bu” yorumunda bulunarak şükürlerini yalnızca Allah’a sunmuştur.

Keramet tarzı gözlemsel yönü olan olağanüstü olaylara işaret eden diğer ayet, Hz. Meryem’in yaşadığı dini tecrübelerle alakalıdır. 

“Allah, onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi besleyip büyüttü. Onu, Zekeriyya'nın korumasına verdi. Zekeriyya, mihrapta onun yanına her girdiğinde, orada bir rızık bulur ve sorardı: ‘Meryem, bu sana nereden?" Meryem de "Bu, Allah katındandır; çünkü Allah dilediğini hesapsızca rızıklandırır.’ derdi.”[28]

Bilindiği üzere Hz. Meryem, “âlemlerin kadınları üstüne yüceltilmiş”[29] olduğu ayetlerde vurgulanan ve başta eşeysiz üreme yoluyla Hz. İsa’yı doğurmak olmak üzere pek çok mucizeye şahit olmuş bir kişiliktir. Bu ayette de yine onun yaşadığı olağanüstü, kendi dışında gelişen, ontolojik yönü ağır basan bir dini tecrübe söz konusudur.

Son olarak, aşağıdaki dini tecrübe de ahiretteki yeniden yaratılışla ilgili şüpheleri olan yani aslında dolaylı olarak Allah’ın kudreti ile ilgili şüpheleri olan biri tarafından yaşanmıştır. Dini tecrübe yaşayan herkesi Allah dostu, veli, Allah’ın seçkin kulu vs. şeklinde yaftalama yanılgısına düşmeme açısından Hz. Meryem yahut Hz. Süleyman gibi seçkin kulların yaşadıkları dini tecrübelerin benzerlerini Allah’ın yahut ahiretin varlığı konusunda şüpheleri olan insanların bile yaşayabileceklerini kavramamız önemlidir. Aşağıdaki ayetler bu duruma güzel bir örnektir: 

Ya şu kişi gibisini görmedin mi? Çatıları çökmüş, duvarları-damları yere inmiş bir kente uğramıştı da şöyle demişti: "Allah şurayı ölümünden sonra nasıl hayata kavuşturacak?" Bunun üzerine Allah, o kişiyi yüz yıllık bir süre için öldürmüş, sonra diriltmişti. "Ne kadar bekledin?" demişti. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar bekledim." dedi. "Hayır, dedi, aksine sen, yüz yıl kaldın. Yiyeceğine, içeceğine bak! Henüz bozulmamış. Eşeğine bak! Seni insanlara bir ibret yapalım diyedir bu. Kemiklere bak, nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra et giydiriyoruz onlara." İş kendisi için açıklık kazanınca şöyle dedi o: "Allah'ın her şeye kadir olduğunu biliyorum."[30]

İlahî Cevap Tecrübesi (Meûnet)
Hz. İbrahim’in Allah’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istemesi ve Hz. İsa’nın havarilerinin Allah’tan kendilerine gökten bir sofra indirmelerini istemeleri benzer tarzda bir dini tecrübeye işaret etmektedir. Her iki olayda da mutmain olma isteği ve bunun için Allah’tan dilekte bulunma durumu söz konusudur. Konuyla ilgili ayetler şöyledir:

Hani, İbrahim de şöyle yakarmıştı: "Rabbim, göster bana, nasıl diriltiyorsun ölüleri?" "İnanmadın mı?" diye sordu. "İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için ..." Allah dedi ki: "Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındırıp alıştır. Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.[31]
 
“Havariler demişlerdi ki: ‘Ey Meryem'in oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?’ İsa dedi ki: ‘Eğer müminlerseniz Allah'tan sakının!’ Dediler: ‘İstiyoruz ki ondan yiyelim, gönüllerimiz tatmin bulsun, senin bize doğruyu söylediğini bilelim ve buna tanıklık edenlerden olalım!’ Meryem oğlu İsa şöyle yakardı: ‘Allahım, ey Rabbimiz! Üzerimize gökten bir sofra indir de bizim hem öncekilerimize hem sonrakilerimize bir bayram olsun, senden bir mucize olsun. Rızıklandır bizi! Rızık verenlerin en hayırlısı sensin!’ Allah dedi ki: ‘Ben onu üzerinize indireceğim. Ama bundan sonra küfre sapanınıza öyle bir azapla azap edeceğim ki, âlemlerden hiç kimseye böyle bir azap yapmamışım.’" [32]

Bu ayetlerde işaret edilen, Hz. İbrahim ve havariler tarafından yaşanan dini tecrübenin ortak özelliği kuldan gelen bir talep sonrasında, isteğin kabul olunarak gerçekleştirilmiş olmasıdır. Her iki örnek de çok mucizevî, olağanüstü durumlar içerdiğinden deneyimi yaşayan şahısların bu tecrübe hakkında şüphe duyması ve olanları tesadüflerle açıklamaya kalkmaları zalimlik olacaktır. Bu sebepten olmalıdır ki, Allah havarilere yaşadıkları tecrübe sonrasında içlerinden hâlâ küfre sapan olursa onu en ağır şekilde cezalandıracağı vaadinde bulunmuştur. Demek ki Allah’ın kullara lütfu olan dini tecrübeler, büyük sorumlulukları da beraberinde getirir ve aynı zamanda bir sınanma aracı da olabilirler. Nitekim Hz. İbrahim de başta oğlu (İsmail) aracılığıyla olmak üzere büyük sınamalara tabi tutulmuş bir peygamberdir. 

Meûnet tarzında dini tecrübeye işaret ettiğini düşündüğümüz bir diğer ayet, Hz. Muhammed ile ilgilidir. Tahrim Suresi 3. ayet, her ne kadar genellikle Kur’an dışı vahye delil olarak sunulan ayetlerden biri olsa da, biz bu ayetin Hz. Peygamber’in yaşadığı bir ‘İlahî cevap tecrübesi’ ile bağlantısı olduğunu düşünmekteyiz.

 “Hani, Peygamber, eşlerinden birine bir sözü gizlice söylemişti. Sonra eşi bu sözü duyurup Allah da onu Peygamber'e bildirince, Peygamber sözün bir kısmını açıklamış, bir kısmından vazgeçmişti. Peygamber, sözü eşine bildirdiğinde o: "Bunu sana kim haber verdi?" demişti. Peygamber de: "O her şeyi bilen, her şeyden haberi olan bana bildirdi." diye cevaplamıştı.”[33]

Mali olarak çok sıkışık bir anımızda, alacaklıların kapımıza dayanmasına dakikalar kala, seneler önce borç verip unuttuğumuz arkadaşımız geciktiği için özür dileyerek bizden aldığı borcu geri ödese ve getirdiği miktar da tam bizim borcumuzun karşılığı olsa, bunun Allah’ın bir lütfu olduğunu düşünür, hatta bunu dini bir tecrübe olarak değerlendirip, şükreder, “Seni bana Allah gönderdi” deriz. Bu olaydaki her şey aslında olağandır. Olağan olmayan tek şey, doğru parametrelerin doğru zamanda devreye girmiş olmasıdır. Biliriz ki, her şeyin bu kadar güzel denk gelmesi ve zamanlamanın işlerimizi mükemmel bir şekilde yoluna koyacak kadar harika olması bir tesadüfün eseri değil, bizim dışımızda, bizi koruyan, gözeten, bize yardım eden ve her şeyden haberdar olan güçle, Allah ile alakalıdır. Burada yaşadığımız tecrübe aslında hissi olmaktan ziyade, evrenin oluşumundaki ince ayara işaret eden bulgulara bakıp, onun tesadüfler sonucunda oluşamayacağı kanaatine varmamıza benzer bir şekilde rasyonel delillere dayalıdır. Bize göre, Tahrim Suresi 3. ayetin de böyle bir olaya işaret ediyor olması mümkündür. Her şeyden haberdar olan Allah, elçisinin özel hayatıyla ilgili bir meselede de doğru parametreleri doğru zamanda bir araya getirerek, bir takım sırların ortaya çıkmasını sağlamış olabilir. Bu ayet, bu bakış açısından ele alındığında, algısal ve olgusal yani ontolojik yönü ağır basan bir tecrübeye işaret etmektedir.

Rüyalar

Ayetlerde göze çarpan bir diğer dini tecrübe türü rüyalardır. Bilindiği üzere, Hz. İbrahim Allah’tan kalbinin yatışması için büyük bir mucize istemiş, Rabbi de bunu gerçekleştirmiştir. Meûnet başlığı altında da örneklerini sunduğumuz üzere, tesadüfe ihtimal tanımayan büyük dini tecrübeler büyük sorumlulukları ve sınanmaları da beraberinde getirebilir. Nitekim Allah Hz. İbrahim’i yine bir dini tecrübe aracılığıyla sınamıştır. Bu kez yaşanan dini tecrübe türü rüyadır:

“Bunun üzerine biz, İbrahim'e yumuşak huylu bir oğlan müjdeledik. Çocuk onunla birlikte koşacak yaşa gelince, İbrahim dedi: ‘Yavrucuğum, uykuda/düşte görüyorum ki ben seni boğazlıyorum. Bak bakalım sen ne görürsün/sen ne dersin?’ ‘Babacığım, dedi, emrolduğun şeyi yap! Allah dilerse beni sabredenlerden bulacaksın.’ Böylece ikisi de teslim olup İbrahim onu şakağı üzerine yatırınca, Biz şöyle seslendik: ‘Ey İbrahim!’ ‘Sen rüyayı gerçekleştirdin. İşte biz, güzel düşünüp güzel davrananları böyle ödüllendiririz.’ ‘Bu, hiç kuşkusuz apaçık imtihanın ta kendisiydi.’”[34]

Rüyada Hz. İbrahim oğlunu kurban etmekle emrolunmuş ve bu vasıtayla sınanmıştır. Şüphesiz, bu ayetler rüyaların hem bir dini tecrübe türü hem de sınanma aracı olabileceğine işaret etmektedir. Elbette ki sıradan bir insanın buradan varması gereken sonuç, rüyasında gördüğü her şeyi Rahmani olarak yorumlayıp, uygulamaya geçirmesi değildir.   Hz. İbrahim’in rüyasında oğlunu kurban ettiğini görmesi ve bunu gerçekleştirmeye yeltenip, Allah tarafından takdir görmesine eleştiri getirilebilir. Nitekim normal şartlar altında sıradan bir bireyin her ne sebep ileri sürerek olursa olsun, rüyasında gördü, cinnet geçirdi yahut bir dini tecrübe yaşadı / yaşadığını sandı diye evladını öldürmesi evrensel ahlâk ilkeleri sınırlarında ele alınamaz. Buradaki rüya deneyimi, İbrahim peygamberin çok geç yaşta çocuk sahibi olmasından, mutmain olmak için Allah’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini dilemesine uzanan “dini tecrübe zinciri”yle bağlantılı bir durum olabilir. Hz. İbrahim’in Allah’ın kuşları dirilttiği gibi oğlunu da hemen yeniden dirilteceği konusunda tam bir şekilde tatmin olmuş olması ve bunun sınaması olarak da rüya görmesi ilişkilendirilebilir ve bu açıdan bakıldığında biz sıradan insanları kapsamaz. Onun bu yaşadıklarının ne kadar dindar olursa olsun sıradan bir insan tarafından taklit edilerek uygulanması, görülen her rüyanın bu şekilde gerçekleştirmeye kalkılması faciaya neden olacağı gibi, İslâm’ın masum bir insanın canını almanın tüm insanlığı öldürmeye eşdeğer olduğu ilkesiyle de çelişki arz edeceğini unutmamak gerekir. O yüzden bu olay, bizlere, rüyaların dini tecrübe olabileceğini göstermekle birlikte, bazı deneyimlerin sırf peygamberlere has olduğuna da işaret etmektedir.

Rüya tecrübesine işaret eden bir diğer ayet Hz. Yusuf’la ilgilidir:
“Bir vakit Yûsuf babasına şöyle demişti: ‘Babacığım, ben rüyada on bir yıldızla, Güneş'i ve Ay'ı gördüm; onları bana secde ediyorlar gördüm.’ ‘Yavrucuğum,’ dedi, ‘rüyanı kardeşlerine anlatma; sonra sana bir oyun oynarlar. Hiç kuşkusuz şeytan, insan için açık bir düşmandır.’ İşte böyle! Rabbin seni seçip yüceltecek, olayların ve sözlerin tevilinden, sana bir şeyler öğretecek, hem senin hem Yakub soyunun üzerinde nimetini tamamlayacaktır. Tıpkı bundan önce ataların İbrahim ve İshak üzerine o nimeti tamamladığı gibi. Şu kesin ki, senin Rabbin Alîm'dir, Hakîm'dir.” [35]

            Hz. Yusuf’un rüyasının gerçekleştiğini Yusuf Suresi 100. ayetten öğrenmekteyiz. Fakat yine buradan yola çıkarak bu rüyanın türünün Hz. İbrahim’in rüyasından farklı olduğunu da görüyoruz. Ayetlerden anlaşılacağı üzere, Hz. İbrahim rüyasında oğlunu kurban ettiğini görmüş ve bunu gerçekleştirmişti. Hz. Yusuf’un rüyası ise daha sembolik ve tevil edilmek suretiyle açıklığa kavuşan, anlam kazanan bir rüyadır. Bu durumda bir dini tecrübe türü olan bazı rüyalar, kimi zaman doğrudan, kimi zamansa sembolik yolla mesajlar verebilmektedir denilebilir. 

            Ayetlerde peygamber olmayan sıradan bazı insanların rüyalarına ve bunların gerçekleştiğine de atıflar vardır. Bunlara örnek olarak Hz. Yusuf’un zindan arkadaşlarının ve ülkenin kralının rüyalarını gösterebiliriz. Bu rüyalar, Hz. Yusuf tarafından tevil edilmiş ve o suretle bir dini tecrübe niteliği kazanmıştır.

SONUÇ:  
Din psikolojisinde dini tecrübe herhangi bir dine mensup bir inanırın yaşadığı sıradışı, mucizevi boyutu olan olaydır. Dini tecrübeyi bir Hıristiyan da yaşayabilir, bir Hindu da, bir Müslüman da, Kur'an ayetinde belirtildiği gibi inançsız birisi de... Eğer bir insanın dini tecrübe, sıra dışı bir olay/ keramet yaşaması %100 doğru yolda olduğu anlamına gelseydi, o zaman çoktanrılı bir Hindu'nun bunu yaşamaması, sadece müslümanların yaşaması gerekirdi. O sebeple dini tecrübe yaşayan kişinin tecrübesi SADECE kendisi bağlamalıdır ve dini inançlar dini tecrübe gibi kaygan bir zemin üzerine değil, Allah kelamı üzerine oturtulmalıdır. Çünkü dini tecrübenin amacı, ayetlerde de gördüğümüz üzere, İMTİHAN da olabilir. 

Sufiler'in yaşadığı dini tecrübeye verilen isim "mistik tecrübedir". Mistik tecrübe bir haldir ve kendiliğinden olan bir hal değil, belirli uygulamalar, riyazet çalışmaları sonucunda beyni teta frekansına sokmakla meydana gelen bir haldir. Kur'an'da mistik tecrübeye bir örnek bulunmamaktadır. Çeşitli sanrılandırıcı maddeler kullanarak ya da belirli riyazet çalışmalarıyla  mistik tecrübe yani "vahdet deneyimi" yaşanabilir. Çünkü mistik tecrübe "değiştirilmiş bir bilinç hali"nin sonucudur. Bu başlı başına başına başka bir yazının konusu olabilecek kapsamdadır.

Umulur ki insanlar, şeyhlerin, şıhların peşinden gitmeden evvel kendisine gelen vahyin gerçekliğini / doğruluğunu sorgulayan bir peygamberin ümmetinden olduklarını ve ayetlere göre, dini tecrübenin sadece deneyimleyen kişinin kendisini bağladığını hatırlasınlar...

Selam, sevgi

 




[1] Caner Taslaman, Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı
[2] Kuran-ı Kerim, İsra Suresi, 17/101.
[3] Kuran-ı Kerim, Fatır Suresi 43
[4] Kur’an-ı Kerim, En’am Suresi, 6/ 112.
[5] Kur’an-ı Kerim, En’am Suresi, 6/ 121.
[6] Kur’an-ı Kerim, Sebe Suresi (34/ 20-21), Nahl Suresi (16/99), İbrahim Suresi (14/22), İsra Suresi (17/65).
[7] Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, Süleymaniye Vakfı Yayınları, İstanbul, s.99
[8] Kur’an-ı Kerim, A’raf Suresi, 7/ 75.
[9] Kur’an-ı Kerim, Necm Suresi,  53/ 1-4.
[10] Kur’an-ı Kerim, Sebe Suresi, 34/ 46.
[11] Kur’an-ı Kerim, Tekvir Suresi, 81/ 22-23.
[12]Kur’an-ı Kerim, Neml Suresi, 27/ 6.
[13]Kur’an-ı Kerim, Yasin Suresi, 36/ 1-5.
[14] Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, s.99
[15] Kur’an-ı Kerim, Maide Suresi, 5/111.
[16] Kur’an-ı Kerim, TaHa Suresi, 20/38-39.
[17] Kur’an-ı Kerim, En’am Suresi, 6/ 121.
[18] Mütercim Asım, Kamus Tercümesi, c.IV, s.464,465. Firuzabâdî, Kamus Tercümesi, Mütercim Asım, Bahriye Matbaası 1305.
[19] Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, s.104.
[20] Kur’an-ı Kerim, İsra Suresi, 17/ 70.
[21] Kur’an-ı Kerim, Hucurat Suresi, 49/13.
[22] Abdülaziz Bayındır, Kur’an Işığında Tarikatçılığa Bakış, s. 105.
[23] Kur’an-ı Kerim, A’raf Suresi, 7/148.
[24] Kur’an-ı Kerim, TaHA Suresi, 20/ 85-89.
[25] Taftazani, nakleden Yaran, Dini Tecrübe ve Meûnet, s. 42.
[26] Kur’an-ı Kerim, Ta-Ha Suresi, 20/ 88.
[27] Kur’an-ı Kerim, Neml Suresi, 27/ 38-40.
[28] Kur’an-ı Kerim, Ali İmran Suresi, 3/ 37.
[29] Kur’an-ı Kerim, Ali İmran Suresi, 3/42.
[30] Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/ 259.
[31] Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2/ 260.
[32] Kur’an-ı Kerim, Maide Suresi, 5/112-115.                                                                                                                         
[33] Kur’an-ı Kerim, Tahrim Suresi, 66/ 3.
[34] Kur’an-ı Kerim, Saffat Suresi, 37/ 101-106.
[35] Kur’an-ı Kerim, Yusuf Suresi, 12/ 4-6.

57 yorum:

  1. ellerine sağlık

    YanıtlaSil
  2. allah razi olsun,, rabbim yar ve yardimcimiz olsun

    YanıtlaSil
  3. Hani, İbrahim de şöyle yakarmıştı: "Rabbim, göster bana, nasıl diriltiyorsun ölüleri?" "İnanmadın mı?" diye sordu. "İnandım, dedi, ancak kalbimin tatmin olması için ..." Allah dedi ki: "Kuşlardan dört tane al, onları kendine ısındırıp alıştır. Sonra her dağın üstüne onlardan bir parça koy. Sonra da onları çağır. Koşarak sana geleceklerdir. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.[31]

    bu ayeti bir sitede farklı ele alınmış halini gördüm.Bana mantıklı geldi bi bak istersen.
    http://www.sonsuzlukkulesi.com/rabbim-oluleri-nasil-dirilttigini-bana-goster/

    tasavvufi bir site birkaç yazı okuduktan sonra beyin alev alıyor neredeyse, fazla kurcalamamak lazım

    YanıtlaSil
  4. biz sıradan insanları kapsamaz. AHAHAHHAHA

    YanıtlaSil
  5. Hocam elinize sağlık. Peki, Enâm 93. ayeti nasıl değerlendireceğiz?

    Enâm, "Yalan düzüp Allah’a iftira eden veya kendine birşey vahyedilmediği halde “bana vahyedildi” diyen kişi ile, “Allah’ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim” diyen kimseden daha zalim kim vardır! Bir görsen, o zalimleri ölüm dalgaları içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, “çıkarın canlarınızı” diye! Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylüyordunuz ve çünkü O’nun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz."

    Bunu sormamın amacı, insanların kafaları karışmaması için. Burada "kimse vahiy indiremez" diyor ama sen "ilham alabilirler" diyorsun diye çullanmasınlar diye bu ekleme yapılabilir yazıya, iyi olur :)

    Benzer bir tecrübe bende yaşamıştım. Tabi bunu anlatmayı doğru bulmuyorum. Elinize sağlık. Kolay gelsin.

    YanıtlaSil
  6. dostum nietzsche ile alakalıda yazsana görüşünü merak ettim klasik caner taslaman gibi agnostik veyahut ateistti gibi tanımlamalara girmeden öne sürdüğü istençle alakalı zira iyinin ve kötünün ötesinde de veya değerleri yeniden değerlendirme çabalarında asıl amacının sokrates sonrası platonistik öğretinin tabi aynı zamanda bundanda etkilenmiş tasavvufi ahlak yada ruhçu ahlakın değerlerini çürümüş ve istence uymayan yapıda gördüğü için eleştirdiğini düşünüyorum bide daha önceki bi yazında ateistlerle alakalı iyininde kötününde göreceli olduğu ve bilinemeyeceği kalıbınada pek girmediğini düşünüyorum zira bunları değiştirmeye çalışırken gene net argümanlarla karşılık vermeye çalışmış en sonda kendi fikrimi söyliyeyim bence insanın kendisine dolaylı yada dolaysız yoldan zarar veren herşey günahtır burda tartışılıcak olan zarar kelimesini açmak gerekir senin fikrin nedir??

    YanıtlaSil
  7. Sayın Yazar HZ. Adem ve Havva ilk insanlar. Ve her doğumda ikiz çocuklar doğruluyor ve karşı kardeslerle eslestirilip halvete giriyorlar. Bakın ven inançlı biriyim ama bu soru çok önemli bence. Yani ureyebilmek için bayağı bayağı kardeş ile kardeş cinsel ilişkide bulunuyor. Kardeş ile kardeşin yattığı vi dinde başlangıçta haram zina olabilirmi? Çünkü başlangıç zaten abi kardes ilişkisi. Zira Hz. Havva Hz. Ademin kaburga kemiginden yaratılmıştır yani Allah ol diyince oluyokun neden kardeş ile kardeş halvete giriyo ve zina haram deniliyor? Bunu yanitlarsaniz belge Kaynakla çok mutlu olurum. Teşekkür ederim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 1.Adem'in eşinin isminin Havva olduğu bilgisi Kuran'da yok.
      2. Zina nikah akdi olmadan cinsel ilişki demek, siz ensesti mi sorguluyorsunuz?
      3. Ayetlerde Adem'in eşinin kendisinin kaburgasından yaratıldığına dair bir bilgi mevcut değil.
      Selam

      Sil
    2. Kurânda dediğinize dair herhangi bir bilgi mevcut değil. Bilgi mevcut olsaydı konuşurduk bu konu üzerinde. Fakat şöyle yürüyebiliriz:

      Adem ve Eşi konusunda çeşitli yorumlar var.

      1-) Adem ve Eşi tek kişi değil, bir boy (kabile)
      2-) Adem ve Eşi tek kişi (Erkek ve Kadın)
      3-) Adem ve Eşi birer sembol anlatım, primat ve insan arası bir varlıklar daha sonradan Ahlâk verilmiş

      Şimdi 2. madde hariç düşünürsek, dediğiniz açıdan bir problem görünmüyor. Çünkü tek kişi değiller ve haliyle başka aile/boy olabilir ve ilişki kurmuş ve üremiş olabilirler.

      Zira Kurânda buna dair işaretler var:

      "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'dan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir." 4:1

      Yani şu da olabilir, Adem ve Eş yaratılmıştır ve sonrasında da farklı erkek ve kadınlar yaratılmış ve çoğalmaları sağlanmıştır. E şimdi şöyle bir soru da sorabilirim sana, madem çocukları ensest, (yani kardeş oldukları ve birer parça oldukları için) Adem ve Eşi de tek nefisden yaratılan kişiler değil midir? Bunlarda ensest değil mi?

      Böyle düşünmenin cidden mantıklı bir açıklaması yok, aksine bu şekilde ensest ilişki vardır diye düşünmek art niyetten başka bir şey değildir.

      Sil
    3. Merhaba arkadaşlar ben de bu konuda çok takılmıştım zamanında, sonrasında düşündüm ki eğer bizler tek bir atadan ve tek bir yerden çoğalmamış olsaydık yarın Hak katında birbirimizden farklı olabilir ve hak talep edebilirdik. Bunun temelindeki olay tüm insanlığın eşit ve aynı soydan gelmiş olmasıdır. Bu da Allah'ın büyük adaletinin göstergesidir.

      Sil
    4. Merhaba arkadaşlar ben de bu konuda çok takılmıştım zamanında, sonrasında düşündüm ki eğer bizler tek bir atadan ve tek bir yerden çoğalmamış olsaydık yarın Hak katında birbirimizden farklı olabilir ve hak talep edebilirdik. Bunun temelindeki olay tüm insanlığın eşit ve aynı soydan gelmiş olmasıdır. Bu da Allah'ın büyük adaletinin göstergesidir.

      Sil
  8. K. Kerim'de Havva ismi belirtilmemiş olabilir kemiginden yaratildigi da yazılmamış olabilir ama HZ. Adem ilk insan ve biyolojik yapısı geregiyle dogurma gibi bi özelliği de yok. Eşi bi şekilde Allah lütfu ile dünyaya indi lakin eşinin Hz. Ademden turedigi yaratildigi K.Kerimde yazar. Habil ile Kabil olayını biliyorsunuz vay benim evlenecegim çirkin onun ki güzel davası, kardeşler caprazlama ilişkiye girdiği için kendi kardeşi güzel olan Kabil kendi aynı siluetten doğan kardeşini ister ve ... sonunda da kardeşini öldürür. Şimdi bu ensest ilişkinin en son seviyesi değil midir? Olanlar da bi o kadar çirkin değil midir? Allahın o kadar büyük ilmi varken kardes ile kardeşin birbiri ile yatmasi ve ölüm yaşanması bence vahim. Daha da vahim i nasıl zina dan bahsedilir ben sadece bunu düşünüyorum
    Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yani insanlık bi şekilde türedi ama böyle bi yolla türedi ki şu da var. Habil ile kabil Allah a bi hediye yada ne derseniz diyin bi şeyler sunarlar ki güzel olanı kim alacak diye. Soyleyise göre de Allah Habil inkini beğeni r bu nası bi şeyse buda hiç mantigima yatmiyor.
      Allah Kabili nkini secseydi, caprazlama yada gerek kalmayacakti. Aynı anda doğan öz be öz kardes yatacakti birbiri ile. Bu nası bi şey ya bi aciklayin

      Sil
    2. Yanlız, yanlışınız var. :) "Evleneceğim çirkin, senin ki güzel" meselesi değil o.

      Şu ayetten onu nasıl çıkarıyorsun?

      "Onlara Âdem'in iki oğluyla ilgili haberi hakkıyle oku. Hani her ikisi birer kurban sunmuşlardı, birinden kabul edilmiş, diğerinden kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen, ötekine):" Seni öldüreceğim" demişti. Diğeri ise şöyle demişti: "Allah, yalnız kendisinden korkanlardan kabul eder" - 5:27

      Bildiğin, kurban. Kelimenin arapçası da "iz karrabâ kurbânen"

      Sil
    3. Merhaba Anti :) Arada girip okuyorum hala sizleri. Ellerinize sağlık güzel yazı olmuş yine.

      Sevgili arayış, Allah'ın yarattığı Adem, delil olmamasına rağmen Havva ve çocuklarının ensest ilişkiye girmelerini düşünmeniz çok normal. Zira İnsan kelimesinin manasını , muhtevasını ve insan cinsi diye tabir ettiğimiz hayvanın Allah katında insan sayılabilmesi için neler gerektiğini sorgulamıyoruz genelde.

      Yeni doğmuş bir bebek, bluğ çağına ermemiş kişi, bir mecnun(deli) Allah'ın önlerinde secde edilmesi gereken / zorunlu İNSAN AÇIK tanımına girmezler. Öncelikle bunu anlamamız lazım enseste gelmeden çok çok önce. Zira insanı çamurdan bir anda hokus pokusla yaratılan varlık/dabbe olarak düşünürseniz ensest ilişkiden kaçabileceğiniz hiç bir alan yoktur. Her ne kadar samimi bir şekilde bunu ensest değil diye zorlama açıklamalar yapan arkadaşlar çoğunlukta olmasına rağmen.

      Bir hayvan cinsi olan ve ortak atası maymun /şempanze / orangutan olan insan denilen cinse inanmanız içinse şu sıralar meşhur /popüler olan EVRİM teorisine inanmanız gerekemkte. Canlılığın nasıl oluştuğu ile ilgili şu ana kadar yapılan en kapsamlı bilimsel teori özelliği olan bu evrim teorisine inanmasanı dahi şunu Kuran'a bakarak rahatlıkla anlayabilirsiniz; Allah OL dediğinde OLDURABİLEN bir yaratıcı olmasına rağmen OL dediğinde bütün evreni canlıları dünyayı gördüğünüz ne varsa herşeyi OL diyerek bir anda bir hokus pokus edasıyla değil , bir matematiksel, fiziksel ve kimyasal etkileşimler belirli bir zaman ve bir sistemle yaratmıştır. Tüm süreci bu birbiriyle etkileşen sistemde yaratan Tanrı nasıl olmuştur da iş İNSAN denilen cinsi yaratmaya geldiğinde HOKUS POKUS yapıp çamur yoğurarak bir heykel modunda yaratmış olabiliri sorgulamak lazım.

      Ben kendi inanışımda Allah'ın İnsanı ADEM'den çok önce yarattığına inanıyorum. Bununla ilgili ispatlarım da Kuran'ın ayetleri ile sabit.

      Bütün yacaklarımın sonunda Allah'ın yaratımının sonucunda ensest bir ilişki YAŞANMAMIŞTIR diyeceğim. Ve nasılını anlatmaya başlayacağım.

      Lütfen Allah'ın Adem'i yaratmadan önce neler yarattığına bakınız Kuran'a göre;
      .Melekler, Cinler, Evren, Dünya , bitkiler , hayvanlar da oluşmuş ve insan dışında tüm canlılık mevcut. Bunu nerden anlıyoruz.Allah yakında dünyaya bir halife getireceğim dediğinde , Melekleri ; Yoksa yer yüzünde yine bozgunculuk çıkaracak kan dökecek bir yaratık mı yaratacaksın diye soru sormalarından.

      Meleklerin bu sorusu bize şunu anlatıyor ; Öncelikle Halife kendisinden önce halife olan birinin yerine geçecek kişiye denir. Yani dünyada Adem'den önce zaten Halife mevcut. İkinci olarak ise Adem'in yerine geçeceği halife bozgunculuk çıkarıyor ve kan döküyor. O zamanın dünyasını hayal edelim mi biraz?

      Sil
    4. Etrafta türlü hayvanların hüküm sürdüğü ve kendi bölgelerinde hakimiyetlerini hala günümüzde olduğu gibi sağlamaya çabalayan savaşlara sebep olduğu, çokca kanın döküldüğü bir dünya mevcut. Yani güçlünün ayakta kalabildiği , orman kanunlarının aynı zamanda evrimin kanunlarının da geçerli olduğu çok vahşi bir dünya.

      Melekler o zamanki dünyaya baktıklarında bu kaosu kanı güçlünün zayıfı ezmesini , çokca kanın döküldüğünü görüyolar ve yeni gelecek olan halifenin de aşağıdaki gibi hayatta kalabilmek için kan dökecek bozgunculuk çıkartacak biri mi olacak diye soru soruyorlar.

      Allah ben sizin bilmediklerinizi bilirim bekleyin diyerek herhangi bir izah yapmıyor ve can alıcı gün geliyor. Tahmin ediyorum ki halihazırda İNSAN cinsi yeryüzünde mevcut. Yani insan beyni bilgiyi alacak , sentezleyecek ve hayatına yorumlayacak kadar gelişmiş bir tür olarak dünya'da mevcut. Oradaki İnsan cinsinin ADEM olabilmesi için gereken tek şey işe BİLGİ, BİLGİYİ veren öğretmen.

      Bu bilgi verildiği yani ADEM'e eşyanın isimleri öğretildiği zaman ancak İNSAN olabiliyor. Yukarıda demiştim ki bir bebek , bluğ çağına gelmemiş insan ve deliler İNSAN cinsinden canlılardır ancak beyinleri kendilerine verilen bilgileri belli bir gelişim sürene kadar alamaz, sentezleyemez ve yorumlayamazlar. Deliler hiçbir zaman yapamaz. Haliyle herhangi bir imtihana tabi tutulmazlar. Aynı şey bir bebek ve bluğ çağına ermeden ölen İNSAN cinsi için de geçerlidir. Zira Allah indinde İNSAN cinsinin hepsi değil , İNSAN niteliklerini kazanmış kişiler imtihana tabi tutulur.

      Bu durumda ADEM dediğimiz ve EŞYA bilgisi ilk verilen İNSAN cinsi varlık halihazırda bir bebek gibi , bluğ çağına ermemiş ama beyni belli bir süre sonra bilgi almaya hazır hale gelebilecek bir varlık gibi o günkü dünyada mevcuttur. Evrimciler bunlara Neandartaller diyor. Yani ilk , beyni sentezlemeye ve bilgi almaya müsait hale gelmiş günümüzde bizden farklı ancak Meymunlara benzeyen insan cinsi.

      Ancak bir türlü halife olamamaktalar zira ortada bir öğretmen yok. Bunu kendi çocuğunuz için düşünün. Bir deney yapalım örnek olarak ve yeni doğan bir bebeği hayatı boyunca bilgiden muaf tutalım. Bu çocuk beyni tüm bilgiyi almaya hazır olmasına rağmen bir öğretici/öğretmen- anne baba olmadan tek anlamlı kelime dahi kuramaz. Bu durumda bu çocuk bluğa ölene kadar ermez zira bluğa erme yaşla ilgili değil beyinle ilgili bir olgudur. Haliyle beyni bilgi içermeyen insan cinsindeki varlıklar imtihana tabi tutulamazlar ve Allah'ın bahsettiği İNSAN tanımının içine dahil olmazlar. Bu yüzden yerleri cennet yada melek oldular diye inanırız erken ölen bebeklerin , çocukların ya da delilerin.

      Bu kadar uzun uzadıya açıklamak zorundayım zira ADEM kimdir?'i iyi anlamamız lazım. ADEM Allah'ın sistematik bir şekilde milyar yıllar içinde , içinde tüm evrende bulunan materyallerin , zamanla bir biriyle muazzam ayarlarla etkileşmesi sonucu DÜNYA ANA dediğimiz Rahime atılan tek bir protein(sperm) sayesinde tüm canlılardan parça taşıyan son mamüldür. Sadece maymunla değil , bir kuru fasulye ile de DNA seviyesinde %90 benzeştiğinizi ne kadar mükemmel ve sistematik bir yaratım sürecinin son mamülü olduğunuzu unutmayınız.

      Sil
    5. Hz.Adem'in aynısı olan bir yaratım daha vardır. O da Hz.İsa'nın yaratımıdır ve Allah'ımızın tıpatıp aynısı der Hz.İsa'nın yaratımı için. Peki madem neandertal dedik Hz.Adem için peki Hz.İsa tıpatıp aynı şekilde yaratıldıysa burada da destek alabilmeliyiz İNSAN dediğimiz varlığın İNSAN sayılabilmesi için gerekli nitelikleri ararken.

      Hz.İsa bildiğiniz üzere Hz.Meryem'in rahminde babasız olarak doğmuştur. Hz.Adem'de 1 adet proteinle başlamıştık ve insanın insan cinsine dönüşeceği güne kadar milyonlarca şekle girdikten sonra insan olabildiğini anlatmıştım. Hz.İsa için de böyledir. Her doğum böyledir hatta.

      Hz.İsa Meryem Ana'nın rahminde 1 adet spermle(protein)
      Hz.Adem Dünya Ana'nın rahminde 1 adet proteinle(spermle) yaratılış süreçlerine başlamışlardır.

      Her ikisi de belirli bir zaman içinde şekilden şekile girerek çeşitli mutasyonlar geçirerek İNSAN cinsine dönüştürülmüşlerdir.

      Her ikisine de kendi bulundukları ortamda (dünya ve rahim) eşya bilgisi verilmiştir. Hz.İsa doğduğunda konuşabiliyordu ve eşya bilgisine sahipti biliyorsunuz.

      Hz.Adem eşya bilgisini aldıktan sonra kendi cinsinde halihazırda dünyada var olan tüm İNSAN cinsine ÖĞRETMEN olmuştur. Her peygamber gibi ve ilkleri olarak. Tüm peygamberler de öğretmendirler ilk baştan beridir öğrenecek kapasitede beyne erişebilen İNSAN cinsleri için. :)

      Şimdi bu durumda yazımın ortalarında söylediğim şeyi tekrar söylemek isterim. Hz.Adem'in eşya bilgisini aldığı zaman etrafta zaten bu bilgileri öğretebileceği, beyni bilgi almaya hazır hale gelmiş insan cinsi mevcuttu. Şöyle de bakabilirsiniz. Allah Hz.Adem’e tüm eşya bilgisini verdi ancak zahmet edip HAVVA’ya vermedi. İnanışa göre topu topu iki kişiler yahu. Hz.Adem sadece Hz.Havva’ya eşya bilgisini öğreten bir peygamber olsun diye gönderilmiş olabilir mi? Peygamberler salt 1 kişiye değil topluluklara gönderilmiştir öğretici olarak. Her zaman. Hz.Adem’de Allah sırf Hz.Havva’ya eşyayı öğretsin diye gönderilmemiştir tahmin ediyorum ki.  Dediğim gibi peygamberle en az 3 kşinin olduğu topluluklara gönderilir , 1 kişiye has değil.  Zenciler nasıl oluştu, çinliler nereden geldi, ensest var mıydı? Biz nasıl olduk?'un Allah'ın kitabındaki ve evrendeki ayetlerini(bilimi) kendi kafamda sentezlediğimde yaradılışa ait gerçeğe en yakın ihtimalin bu olduğunu düşünüyorum.

      Adem'e halifelik eşya bilgisi ile verildiğinde Adem diğer İNSAN cinsleriyle birlikte zaten yeryüzünde karnını sadece muzla değil , etle ve otla da doyurmaya çabalıyordu. Haliyle ensest ilişkiye girilebilecek bir ortam zaten yoktu. Her tarafta insan cinsi mevcuttu. Tıpkı henüz bir şey öğrenecek bluğa ermemiş çocuklarınızın hiçbişeyden haberi olmadan bilgiyi alacak güne gelecekleri zamanda kadar dünyada İNSAN cinsi olarak yer aldıkları gibi. Allah insan cinsinin başına Adem adında bir peygamber/halife atamıştır. Ensest maalesef bu çamurdan yaratıma inanların karşılacağı kaçınılmaz bir sonuç. İslam’da ensest ilk günden beridir yasaktır. İlk günden beridir. Haliyle ensest ilişki İSLAM’ın her döneminde yani ADEM döneminde de yasaklanmış olduğuna eminim. Ki bilirsiniz HAYVANLARDA ENSEST İLİŞKİ KESİNLİKLE YOKTUR. Haliyle maymunlarda da yoktur. İlk neandertallerinde ensest ilişki kavramından emin olun hiç haberi yoktu. Adem ve çocukları ne eşya bilgisini aldıktan sonra Allah katında İNSAN vasfına sahip olduğunda, ne de öncesinde ensest ilişki yaşamamıştır. Çoh eminim bundan. Zira Bilim de Kuran’da bunu söylüyor.

      Selam,
      Mutlu bayramlar,

      Sil
    6. Bu arada ayetlerle sabittir söylediklerim :) Tek tek yazacak gücüm kalmadı esiklerde olduğu gibi. Yaradılışla ilgili tüm ayetlere vaktiniz olduğunda bakın. Sonra da yaradılış sürecindeki Dünya^yı hayal edin. Göreceksiniz ki ADEM BİLGİ'ye sahip olan ilk İNSAN, kendi toplumuna eşyayı öğreten ilk PEYGAMBER ve bizlerin hadi sizi kırmamak adına ilk proteinden çeşitli aşamalarla gelen ilk ATAMIZ olduğunu göreceksiniz.

      Şunu da unutmayın lütfen aşamalı, süreçli , sistematik yaratımdan ayetlerinde tek bahseden KİTAP Kuran'ı Kerim'dir. Maalesef bilimi anlamak yerine sürekli kavga ettiğimiz için diğer dinlerin düştüğü alaycı konuma kendimizi sokuyoruz. Kuran'ın ADEM'in yaradılışını nasıl anlattığına lütfen bakın. Bilimle ne kadar uygun gittiğine göreceksiniz. Teoremin adının Evrim olması bu sistematik yaratımı göremeyeceğiniz anlamına gelmemeli. Hatta evrim teoremi yıllar sonra yanlışlansa dahi anlamanız gereken en önemli şey ; Allah tüm evreni canlıları mükemmel bir sistem içinde yaratırken neden konu İNSAN olunca çamurdan heykel yapsın? Allah'ın dediği gibi insanı yaratmak değil son mamülün insan olmasını sağlayacak Evrenin bu muhteşem sistemin yaratımı çok çok daha ihtişamlı ve sonucunun bizler olduğumuzu evrenin her yerinden bir parça ihtiva ettiğimizi biliyor olmak müthiş değil mi?

      Hatta biraz daha ileriye dönük ve evrimi destekleyici bir ayet daha vereyim. Allah yeryüzünde bizden sonra bizden farklı konuşabilen bir dabbe/sürüngen/debelenen daha çıkartacağını ve bu dabbenin bizleri Kuran'dan uzaklaştıdığımız konusunda uyaracağını söylüyor. Ayete bakarsınız. Dabbe nedir araştırırsınız. Ve ilginç ki o dabbeyi de yerden çıkartacağını söylüyor. :)) Tıpkı Adem'i çıkartığı gibi. Yeni çıkacaj dabbeyi de çamur gibi yoğurarak çıkartacağı konusunda da şüphelerim mevcut. Ama bu hep sonraların konusu. Evrim'in hala devam ettiğini ve bu Allah'ın bahsettiği bizi uyarak olan dabbenin/sürüngenin/debelenenin/hayvanın evrimleşerek bir AYI'dan gelebileceğini söylesem gülersiniz muhtemelen. Adem'in çamurdan heykel gibi yaratıldığına inanıyorsanız tabi. :))

      İnsan cinsinin yaratılışı nasıldıra bakmak bilimin işi. Adem'in İnsan diye nasıl ve hangi koşullarda tanımlandığı hangi özelliği edindikten sonra ona secde edilmesi zorunluluğu olduğu ise Kuran'da yazıyor. Adem'e eşya bilgisi verilmeden önce ADEM ne yapardı neredeydi ne yer ne içerdi onu bi düşünmek lazım işin özünde.

      Taam bitti. :)

      Sil
    7. Bro haklısın da ben Evrime pek inanmıyorum ama söylediklerinin çoğu aklıma yattı. Malum admin her şeyi Kurana bağlıyor. Tek kaynak Kuran i görüyor basit isim tamlamalarina takılıyor. Soruya gereksiz sorularla cevap veriyor. Size teşekkür ederim. Ama dedigim gibi mutasyon olayları bana pek mantıklı gelmiyor.

      Sil
  9. Ama kitapta olayın ne olduğu aciklanmamis ki sonucu veriyor la ben seni öldüren sonuç var neden yok. Siz benim soruma cevap verebilecek misiniZ? Zina dedim ensest dedim olur mu dedim. Yani kurbanı bende dedim zaten ve ölüm. Neden yok ha varsa bilgilendirme yapın sevinirim ama neden belli ki kitapta her şey ayrintisiyla verilmez Kur'an elbet ilk ve en önemli rehber ama her şey verilmez? Siz benim soruma cevap verirseniz memnun olurum
    hadi sağlıcakla kendine iyi davran

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ne dediğinizi anlayamıyorum.

      Ensest bir ilişki yaşandığına dair Kurândan hiçbir delilimiz yok, işarette yok. Aksine, birden fazla Ademlerin olup bir şekilde ilişki yaşandığı düşünülebilir.

      Ensest, Kurân açısından haram olduğu için, günümüzde geçerli olan haram o zamanda da geçerlidir. O halde, ensest ilişki diyemeyiz.

      --- Alıntı ---

      2- Hz. Adem (a.s)’ın çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri mümkün olmadığı için onlar yeryüzünde yaşayan başka bir soydan gelen insanların kızlarıyla evlendiler. Sonra onlardan olan çocuklar birbirleriye amca çocukları oldular ve böylece kendi aralarında evlilik mümkün oldu ve bu evlilik yoluyla soyları devam etti. Bu görüşü bazı rivayetler de desteklemektedir. Çünkü bazı hadislere göre Hz. Adem’in soyu yeryüzünde yaşayan ilk insanlar değildiler onlardan öncede yeryüzünde birtakım insanlar yaşmışlardır.[i] Birinci görüşün Kur’an’ın zahiri ile daha uyumlu olduğu söylenmektedir.

      Sil
  10. Ben seni oldurecem 3. Satır

    YanıtlaSil
  11. Hammm nerde geçiyo bu bilgi ya peki ilk insan yani Hz Âdem ama sonra dan dünya da başka soylar insanlar vardı ve öyle bi tureme oldu. Heh bakın şimdi oldu ama kaynak belirtirseniz çok memnun olurum
    Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  12. Malatya Haber Olarak Sizi Takip  Ediyorum Başarılarınızı Diliyorum İyi Bloglamalar :)  

    YanıtlaSil
  13. Bir önceki yazından sonra bunuda farkettim.
    Kaynakçanda Caner Taslaman ve Bayındırıda görünce tamam oldu.

    Ayrıca nedir bu Vahhabi kafası ya?

    Lütfen önce bakış açınızı değiştirin.Bu dini ben anlarım geçmişteki herkes kafasız ve ömürlerini kurana verenler kuranı bilmiyor demeden önce Kuranı adam gibi okumak gerekmezmi?

    Kuranda Hz.Hızır kıssası der ve giderim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, yazarın kaynakçasında Caner Taslaman ve Bayındır olabilir noolmuş? Bu vahhabi kafası değil de, senin şu an yaptığın tam bir vahhabi, selefi ve ehli sünnet kafası. Ayrıca yazar "bu dini ben anlarım" demiyor, kendi anladığı bir şeyi yazmış.

      Dediğin hızır kıssası, Hz. Musa ile ilgili olan mı? :) İnsanlar buradan gavs, kutub, hızır, evliya çıkarımı yapıyor. Arkadaşım, deli misiniz siz? Lutâ da elçiler geliyordu insan suretinde, ne oluyor yani? Şimdi gidip gavslara iman mı edelim. :D Öyle bir saçmalıyorsunuz ki, anlamamak elde değil.

      Sil
    2. Evet sinirim tepeme attı biraz doğrudur.Ama yazarın bir önceki konusundaki Vahdet-i Vücud tanımını görünce haklı olarak sinirlendim.
      Bu yazısında pek fazla 'sıkıntı' yok.

      Evet Hz.Hızır ve Hz.Musa kıssasını örnek verdim.
      Bunu örnek vermenin HERŞEYİ BEN BİLİRİM havası yüzünden....

      Blog yazarının sadece iki yazısını okudum,ama Caner Taslamanın adı geçtiği için ona istinaden yazdım bunu.

      Konu hakkında inan bana herhangi bir tarikatın müritleri Gavs,kutup,keramet gibi kavramlar yüzünden bir tarikata girmezler.

      Birçok tarikat önderi de zaten umursamaz böyle şeyleri.

      Ayrıca keramet ve ilham vs. olabilir.Yazar yazıda dini tecrübe olarak değinmiş.
      Keramet gösteren kerameti kendinde bilirse Cehennemde odundur zaten.

      Bu her hak tarikatta kıssa olarak bulunur.
      Evliyadan olup sonu cehenneme odun olan kişiler tekraren dile getirilir.

      Ayrıca bazı sapık tarikatlar olabilir.Ama bu tarikatlara bakarak Mevlevilik,Kadirilik,Nakşibendilik,Sazelilik gibi toplumsal dinamizmi sağlayan ve örneğin Osmanlıda çeşitli hizmetler yapan hak tarikatlar yargılanamazlar.

      Sil
    3. Ayrıca gene bazı tarikatlar da şeyh sevgisi şart koşulmasının sebebi şeyhin Allaha ulaştıran bir yol olarak görülmesidir.Evet şeyh tarikat yoluna girene yolunu gösterir ve bu açıdan değerlidir.

      Ayrıca Şeyhi Olmayanın Şeyhi Şeytandır.
      Bu söz hakkında da çok laflar ediyorlar ama bu söz tarikat yoluna girenler için söylenir.
      Hiçbir müslüman bu sözle kastedilmez....
      Sadece tarikata girenler içindir ve gerçektende böyledir eğer şeyhin eğitimine tabi olunmazsa kişi kendi nefsini kendi şeyhi olarak görür ve sapıklığa düşer
      Tarikatlar daki tek sıkıntı budur.

      Sil
    4. Sinirlenme sakin ol. Yazarın, Vahdet-i Vücud tanımı gayet doğrudur. Çeşitli kaynaklarda konuyu eğip büküyorlar, insanlara sevimli mi sevimli görünüyor.

      Tamam da, ayetteki Hz. Hızır meselesi ile bu yazının zerre alakası yok. Ha, temelde benzerliği var ama buradan bu yazarın anlattığı anlam çıkmaz.

      Yazar, her olayda hemen "Evet, bana ilham ediliyor. Vahiy alıyorum." dememelidir, bu bir imtihan olabilir diyor. Zira, Musa da sınanıyordu :)

      Buradan sana iş çıkmaz. Caner Taslaman'a olan tavrınız nedir?

      Gavs, kutub, keramet gibi şeyler Kurâna taban tabana zıttır. Biz veya yazar kesinlikle tüm tarikatlar "şer" ya da girilmesi tehlikelidir falan demedi, ben öyle bir şey göremedim. Birçok tarikat lideri eleştirmiş, sakıncalı görmüş olabilir bu ayrı mesele.

      Keramet, ilham vs bildiğimiz anlamı ile olamaz ama çeşitli dini tecrübeler ile bu durum olabilir. Yazar bunu da bahsediyor yazısında eğer dikkatli okuduysanız. Zira bende dini bir tecrübe yaşadım ancak, "Bu ben veli biri olduğum için bana vahyolundu/ilham oldu" demedim. Dersem isyan etmiş olur ve zalim olurum.

      Şunu belirtmekte faydar var, Allah'a ulaşmak beleş. Öyle birine sevgi pıtırcıklığı yapıp, Allaha ulaştırıyor beni diyemezsin.

      Zümer, 3: "Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah’ındır. O’ndan başkalarını veliler edinerek, “biz onları yalnız bizi Allah’a yaklaştırmaları için kulluk ediyoruz” diyenlere gelince, hiç kuşkusuz Allah, onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz."


      Bakara, 186: "Kullarım sana benden sorarlarsa ben Karib’im, gerçekten çok yakınım. Dua edenin çağrısına, bana çağırıp yakardığı anda cevap veririm. Hadi onlar da bana karşılık versinler, bana inansınlar ki doğruyu ve iyiyi bulabilsinler. "

      Ayetler gayet açık ve net. Bana ivedilikle gelip "Şeyh sevgisi esastır, Allaha yaklaştırır" deme. Ben de, yazar da sapıklığa düşmedi, insan bilincini açar ve aklını kullanırsa sorun yaşamaz, nefsini ilahlaştırmaz.

      Sil
    5. Vahdeti vücud tanımı nasıl doğru.Hangi Tasavvufçu düz mantıkla yazarın kullandığı manada almış?
      Kalbi bir durum maddeci anlayışla anlaşılmaz.
      Ayrıca konu hakkında akademik çalışmalara göz gezdirmenizi öneriyorum.

      Hele İBN Arabiyi bırak bu yazarı şu anki modernist ilahiyatçıların anlaması bile çok zor.
      Anlamadıkları için Kurana aykırı diyerek kestirip atarlar.

      Ayrıca tasavvuftaki her söz bir aynadır.Söz sahibi de aynadır.
      Bakan kendi çapı neyse onu görür.

      Hz.Hızır Hz.Musa kıssası şunu anlatıyor bazı makamlarda Şerlata aykırı gibi görünen davranışların bir hikmeti vardır.
      Derine indikçe aslında o aykırı görünmenin zahiri bakış acısıyla bakıldığı için olduğu anlaşılır.

      Şeriat,Tarikat,Hakikat,Marifet gibi kavramlar katmanları anlatır.
      Yükseklerdeki bazı hakikatler kıtkanaat Kuran Meali okuyan insanların anlayacağı şeyler değil.

      Ayrıca İlham ve Keşfle bilgi almak gene Allahın yarattığı bir bilgi alma çeşididir.
      Sadece akılla bilgi alınmaz.Kalbi durumlarla da bilgi alınır.

      Bu durumun Peygamberlere gelen Vahiyle uzaktan yakından ilgisi yoktur....

      Biraz Küçük Prens falan okuyun anlarsınız:)

      Ayrıca Sadreddin Konevi İlhamen alınan bilginin çeşitli doğru yanlış süzgecinden geçirilerek salt bilgiye yani akılla bulunan bilgiden çok daha kesin bir bilgiye dönüştürelebileceğini sistemleştirmiştir ve bu konu hakkında sayfalarca açıklama yazmıştır.

      Yani bir eserde bir şahsın İlhamen bilgi aldım demesinde hiçbir sakınca yok.

      Gene bir başka sadece Kuran deyip kendi kafasına göre hüküm verenlerin itirazı Mesnevi gibi eserlerin girişinde Allah tarafından yazdırıldı gibi cümlelere takılınması.
      Halbuki yazar orada tevazusundan kendini yok sayıyor.Allah beni yarattı,İlmi yarattı,Dünyayı yarattı,iyilik ve kötülüğü yarattı
      O halde bu tuttuğun kalemde,düşüncelerimde bir hiç....

      Ben hiç olarak bişey yazamam.Bana O Hakikat yazdırıyor.Benim içimde,gönlümde olan hakikat yazdırıyor manasındadır.
      Tabii bu derece tevazuyu bilmeyenler adamın vahiy geldiğini anlatıyor sanır;)

      Şeyhi Olmayanların Şeyhi Şeytandır lafzı tarikate girenler içindir demişim.
      Hiçbir tarikata mensubiyet beslemeyenler bu sözlerin muhatabı değiller....
      Çünkü tarikat için gerekli eğitimi almak çok meşakkatli ve zor bir yoldur.
      İnsan eğer haddini bilmezse,kendi çapını bilmezse ucb ve kibre düşmesi sıradan insana göre daha kolaydır....

      Paylaştığın ayetler benim kastettiğimiz şeyle alakasız.

      Ayrıca sapıklığa düşmedim ne demek???
      Sen doğru yoldasın yani??

      O eleştirdiğiniz tasavvuf insanları ben doğru yolda değilim eğer ilettiyse Allah beni doğru yola iletti derler....

      İmanını kaybetmekten korkana İmanını sen kendinmi kazandın ki korkarsın derler.

      Ayrıca nefis öyle bir şeyki eğer kendini doğru olarak görürsen nefsin sana öyle bir hakim olmuşta haberin bile olmaz.

      Caner Taslaman gibi şahısların din anlayışına bir gidersek çıkamayız.Reformist fikirleri haricinde
      Bilimle teolojiyi karıştırmalarmı dersin,hadislerin bazısını alıp bazısını reddetmesindeki tutarsızlıkmı dersin,Fizik Profesörüyle,İlahiyatçılarla dalga geçmesinden farklı fikirlere hazımsızlığına kadar her hareketi 'fail' olan bir zat.

      Caner Taslaman,Emre Dorman gibi zevat popüler olurlar evet çünkü zamanın sığ düşünen gençlerine hitap ederler.

      Ayrıca refornistlerden Caner Taslaman,Emre Dorman,.Mehmet Okuyan hem tutarsızlar hem de üslupları hiçte samimi değil.

      Bak fikirlerine gram katılmam ama Edip Yüksel bu zevattan çok daha hoşgörülü,Çok daha samimi....

      Sil
    6. Oha! Mesnevi de adamın "Bu, Alemlerin Rabbinden İndirilmiştir." sözünü nasıl yorumladın sen öyle? Çok şekersin be! Zaten onu görünce inan gerisini okumadım.

      Senin dinin sana, benim dinim bana!

      Selam!

      Sil
  14. Keşke okusaydın.
    Hiç Mesnevi ve tasavvufla ilgili araştırma yapmadığınız belli.

    Hiçbir tasavvufi eser düz mantıkla okunmaz.Eserlerin kendine has bir dili ve simgesel metaforlar vardır

    Örnek Mantıkuttayr Simurg hikayesi düz mantıkla okunamaz.
    İbn-i Arabinin yoğun kullandığı ayna metaforu ve Kaf Dağı ve onu çevreleyen yılan hepsi simgeseldir.

    Ayrıca Mesnevi Kolaj eserdir.Kolaj eserleri anlamak için alıntıladığı hikayeleri tüm tasavvuf felsefesiyle beraber değerlendirmek gerek...

    Neyse ne anlatsam kendi inanacağına inancaksın görüşmek üzere.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anlayacağın dilden yazayım: "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. (..)" Buharî, 3:72.

      Selam.

      Sil
    2. Hz.Peygamber Çobanın bile rahatlıkla kavrayacağı bir şekilde Çobana dinini anlatmıştır.
      Ama etrafında Hz.Ali,Hz.Ebubekir,Salmanı Farisi gibi manevi derecede yüksek olanlarda vardır.

      Din katmanlı bir yapı arzeder.Takvada üstün olup belirli manevi derecede olanlar her zaman var oldu ve olacak.

      İslam Felsefesi,Tasavvuf İslamın inceliği ve derinliğidir.
      Meselenin kolaylık,zorlukla alakası yok.

      Medeniyetleri oluşturan Felsefe sistemleridir,derin düşünmedir,inceliktir ve sanattır....

      İslam Medeniyeti Buhara-Semerkantta Tasavvufla çok ince bir hal aldı.
      Ve bu anlayış Balkanlardan Malay Adalarına kadar birçok noktayı İslamlaştırdı.

      Alparslan Anadolu ya girmeden Hasan Harakani girdi.
      Balkanlarda İslamı herkesten önce Sarı Saltuk taşıdı.
      Malay Adalarına İslam İbn Arabi fikirleri ve tasavvufla yayıldı.

      Mevlana,İbn Arabi,Horasan Erenleri Anadolu da Osmanlı kültür ve medeniyetinin temellerini attılar.

      İslam Felsefesine,Hukukuna laf atanlar kendine batılı kafasıyla bakanlardır.
      Bu medeniyeti küçük görenlerdir.

      Zaten bu anlayış Afgani , Abduh gibi İngiliz hizmetkarlarından bulaştı.
      Yüzyıldırda Sadece Kuran diyen reformistler veya Vahhabiler sadece zarar getirdiler bu topraklara.....

      Derinlikten,incelikten,sanattan,edebiyattan yoksun kupkuru bir islam anlayışı....
      Hüsn-ü Aşk gibi bir şaheserin yazarını kafir ilan eden bir İslam anlayışı....

      Başka birsey demeye gerek yok....

      Sil
    3. Neden Kurân, (İslam) varken ayrıca bir tarikata girmeliyim? Cevap verir misin.

      Sil
    4. Dediklerini yanlış anlama.
      Hiçbir zaman tarikate gir demedim ve dememde.
      Benimde hiçbir tarikatle ilgim ve bağım yok.

      Ama İslam Medeniyetinin çıkardığı ve düşünce dünyasını etkileyen şahısları akılsızca eleştirmek saçmalıktan başka bişey değil.
      Benim tepkim bu yönde.

      Hiçbir devlet kendi kültürünü bizim kadar yerin dibine batırmamıştır.

      Ayrıca Kuranı Kerimde bazı ayetler muhkemdir bazı ayetler müteşabihtir.
      Müteşabih ayetler tefsirsiz çok yanlış anlaşılırlar.

      Ayrıca bazı ayetlerde Sebebi Nüzulsuz değerlendirilemezler.

      Bunun için tefsirsiz Kuran okunur ama bazı konular yanlış anlaşılırlar.

      Misal Zina eden hakkında zina edenle veya müşrikle evlenmesi hakkındaki ayet bir başka ayetle yürürlükten kalkmıştır

      Yani tefsir şart.Okuyacaksan Elmalı tefsiri çok kalitelidir.Oradan okuyabilirsiniz.

      Sil
    5. "Misal Zina eden hakkında zina edenle veya müşrikle evlenmesi hakkındaki ayet bir başka ayetle yürürlükten kalkmıştır"

      Delil?

      Sil
    6. Nur suresi 3.ayette kastedilen zina etmiş ama tevbe etmemiş kişilerdir.
      Sahih tevbe edince günahlar affedilir.

      Ayrıca Aranızda bekarları evlendirin(Nur 32) gibi ayetler Umumu kapsadığı için neshedildiği genel manada kabul görmüştür.

      Ayrıca Allah Kuranda bazı ayetlerin neshedildiğini açıkça yazıyor

      “Biz herhangi bir ayeti nesheder veya onu unutturursak, ondan daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki; gerçekten Allah her şeye Kadir’dir.” (Bakara 106)

         “Biz bir ayet yerine başka bir ayeti değiştirdiğimizde, o kişiler: ‘Sen ancak bir uydurucusun!’ derler. Oysa Allah neyi indireceğini pek iyi bilmektedir. Doğrusu onların pek çoğu bilmezler.” (Nahl 101)

      Ayrıca muhkem,müteşabih ayrımı için

      O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar.(Ali İmran 7)

      Ayrıca peygambere itaat etmemiz ve ona uymamız hakkında ayetlerde var.Araştırırsan bulursun.
      Zaten birçok ayet bir olay veya durum üzerine inmiştir.Sebebi Nüzulsuz değerlendirirsen gene hataya düşersin.

      Sonuç:Kuran her zaman okunmalıdır.Ama iş mana çıkramaya gelince Sebebi nüzul,nesih,muhkem ve müteşabih gibi birçok kavram girer.
      Bunun için tefsiriyle beraber okumak daha faydalıdır.

      Sil
  15. Dostum, bu yazıyı sil bence. "Ve daha önemlisi İngilizlere çalışıyolar.Bu çok önemli nokta....." şuradan gülme krizlerine girdim.

    Şimdi, yazına geleyim.

    Bismillahirrahmanirrahim.

    "Allah size Kitap’ı detaylandırmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım? Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun, Rabbinden hak olarak indirildiğini biliyorlar. Sakın kuşkuya düşenlerden olma." Enâm, 114.

    "Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır." Ankebut, 51.


    ***

    Açık bir şekilde Caner Taslaman diyebilirdin. Şunu belirteyim, Caner Taslaman, çok başarılı bir kelâmcıdır, felsefeci değil. Yani, temel ilgi alanı felsefedir ama TV'lerde ya da kitaplarının büyük çoğunluğu hep Kelâm üzerinedir. Bunun ayrımını sunmamız gerekiyor öncelikle.. Ayrıca, Felsefe Bilim Felsefesinden tut, Siyaset Felsefesine, oradan Sanat Felsefesine kadar uzanır. Neden Fizik Felsefesine takıldın?

    New-Ateizm, 11 Eylülden sonra çıkmıştır ancak, "Ehli Kurân" ya da "Kurâncılık" > "Qurʾāniyūn" peygamberden bizlere kalmadır. Tarihi peygamberimize kadar uzanır. Bkz:

    "Onlara bir ayet getirmediğinde, “onu da şurdan burdan derleseydin ya,” diye konuşurlar. De ki: “Ben sadece Rabbimden bana vahyedilene uyuyorum. Bu, Rabbinizden gelen gönül gözleridir, doğruya kılavuzdur, iman eden bir toplum için rahmettir.” A'raf, 203.

    Allah'ın indirdiği ile konuşmak, fikir sunmak, doğruyu ayırt etmek neden zorunuza gidiyor, neden bu kadar sert bir şekilde akıllarınızı bir kenara bırakarak itirazlar sunuyorsunuz?

    "Felsefeci Şahıs" diye, Caner hocanın Cihan Saçlıoğlu ile ilgili bir programını örnek vermişsin. Kusura bakma, programı izlemediğin ya da temel olarak Felsefe ve Fizik adına bir şey bilmediğinin göstergesidir. Fizikçi, yanlış bir çıkarım yaptı ve konuyu karıştırdı Caner Taslaman da onun hatasını yüzüne vurdu. Eğer, siz bilgisiz bir şekilde din hakkında atıp tutarsanız, biri gelir onu tıkar.

    "Aralarında özellikle blog yazarlarında çok ciddi şizofrenik sorunlularda başgöstermiş durumda."

    Diyerek çeşitli blog yazarlarını ve özellikle @Antispiritualist isimli yazarı hedef alıyorsun. Bunun vebali ağırdır, bilesin.

    "DEVAMI DİĞER YORUMDA"

    YanıtlaSil
  16. Evet, bu insanlar zararsız insanlar. Fakat kendinle çelişiyorsun. Yazında, bu grubu (bizi:) "İngilizlere Çalışan" diyerek, yetmiyor "Ehli Sünneti Yoketme Timi" olarak sunuyorsun, üstelikte "zararsızlar" diyorsun. Tam bir çelişki yumağı!

    "Bu siteler" nedir? Ben @Antispiritualist isimli yazar üzerinden gideceğim çünkü seninle burada yazıştım.

    Ben yazarı tanımam etmem, yazılarında herhangi bir şekilde Ateizm'i aşağılayan, küfreden bir şey görmedim. Ateistler, çok ağır bir şekilde dini eleştirirken, yazarın ateizm ile ilgili yazıları neden 'dışlanma' görülüyor? Caner Taslaman ya da farklı kişiler asla TV'lerde "Ateizm aptallıktır." gibi bir laf söylemedi. Bunu söyleyenler nasıl Ehli Sünnet ya da başka mezheplere mensub kişiler Ateistlere, Avrupalılara "kafir bunlar" diyorsa, bu görüş içerisinde de belli kişiler aptal maptal demiş olabilir. Bu çıkarımı alıp tüm bu görüşteki insanlara itelersen, dur dostum deriz. (Strawman Fallacy)

    Bu görüşün içerisinde (Edip Yüksel vs) hadisleri tümü ile reddeden olduğu gibi, bir kısmını sadece tarihsel bir bağlam olarak görüp araştırmalarında delil olarak kullananlar da vardır. Ehli Kurân ya da Kurancılık ilkesi altında toplaşan çoğu insanın ana fikri, "Dinin Hurafelerden Temizlenmesi"dir.

    Şefaat inancı, Aracılık vs gibi.

    Tüm bunlar Kurâna aykırıdır ve reddedilmesi de son derece gereklidir. Evet, Tasavvuf'a karşıdır büyük çoğunluğu çünkü Tasavvuf denen ekol, tamamen İslam'dan ayrı bir kültüre dayanmaktadır.

    İbnül Arabi, Abdülkadir Geylani, Mevlana, Hallac-ı Mansur, İmam Rabbani gibi isimler hep bu öğretileri Hindu dinlerinden alarak İslam'a sıvamışlardır ve ayrı bir kültür / gelenek oluşturmuşlardır.

    Yaptıkları ya da yazdıkları tüm fiillerde, "Keramet" adı altında insanları kandırıp AVAM - HAVAS sınıfı kurmuşlardır.

    "DEVAMI DİĞER YORUMDA"

    YanıtlaSil
  17. Bu şekilde bir bilinç inşaa edip insanlara "Siz Kurânı anlayamazsınız, biz açıklarız." moduna girip sözlü ya da çalgılı toplu ayin tadında (sözde) ibadetler ile insanların gözlerini boyayarak güven sağladılar. İnsanlar, bunları "veli kul" ya da "evliya" görerek, "Allah ile iletişim halindeler" diye düşündü ve iman ettiler. Bu insanların her dedikleri bir zamandan sonra "din" oluverdi. Bugün, İslam'a en büyük darbeyi vuran ne Ehli Sünnettir, ne de başka bir mezheptir. TASAVVUF'tur. Bunu detaylı olarak araştırabiliriz, İbrahim Sarmış'ı öneririm.

    Tasavvufda, birçok konuda eleştiriler sunan sufiler ya da hocalar olmuştur buna kimsenin itirazı, lafı yok.

    İslam toplumunun geri kalmasının sebebi gayette gelenekçiler yüzündendir. 9 ve 13. yy arasında ne oldu da bu insanlar birden karanlığa gömüldü sanıyorsunuz? Mütezileyi kim yok etti? Akıl ve mantığa dayalı yorumlamalar getiren azınlık grubu kim ezdi? Emeviler, 90 senede neler yaptı? Hristiyanlar, Yahudiler emevilerin son döneminde berberi asıllı, "muvahhidler" hanedanlığı çıktı ve "Müslüman Olmayan Herkesi Öldürün" diye emirler yağdırdı, bunlar zarar vermedi de, bizim "Sadece Kurân" dememiz mi zorunuza gitti?

    Hindistandaki "Ekber Şah" adındaki zat, İslam ile Hinduizmi birleştirmeye kalkıyor. Bu nedir peki? Yarar mı?.. Bugünkü Sihizm onun izlerini taşır.

    "Ya birazcık tarafsızca bakarsan söyledikleri herşeyin bir komplo teorisi ve fantezi olduğu o kadar açıkki ama insanlar tarafsızca bakmıyorlar."

    Demişsin de dostum, TV'dekilerin ve bizim ağızımızdan sürekli Kurân ayetleri çıkıyor. Bunlara fantezi mi diyorsun? Her şeye komplo teorisi gözü ile bakıyorsunuz.

    İşte, İslam toplumunun çökmesindeki en büyük sorunlarından biri de, karşı kavmi ya da topluluğu kafir görüp onların hiçbir eylemini yapmamaktır. 9 ve 13 yy arasındaki Müslümanlar sizin gibi Yunanları "kafir" görüp kitaplarını tercüme etmeyelim diye düşünmedi. Bilginin peşinde koştular, doğruları aldılar ve yanlışları attılar. Kocaman bir medeniyet kurdular. İçerisinde ne hurafe vardı ne de başka bir şey.

    "Şimdi biraz İslam Tarihine bakalım."

    İslam tarihine bakalım diyorsun, İslam tarihini Ehli Sünnetten başlatıyorsun, dostum sen hiçbir şey bilmiyorsun.

    Emeviler ile ilgisi var demedik de, emeviler döneminde ortaya çıktığı açık.

    "Müslümanım" diyen elbette "Müslüman" sayılır. Kurâncıları ya da Ehli Kurân görüşündeki insanları öyle bir anlatıyorsun ki, sanırsın her gün adam kesiyorlar, her gün tekfir ediyorlar.

    "İbn-i Teymiyye"den etkilendiler diyorsun. İbn-i Teymiyye'nin belki de en iyi icraatı Tasavvuf'u sürekli eleştirmesiydi.

    Bu arada, IŞİD "Sadece Kurân" demez, o şekilde bir motivesi yoktur. Ehli Sünnet, Selefi fıkıhlarına göre hareket ederler. Hadisler, onların bünyesinde önemli bir yere sahiptir. Diledikleri hadisi bağlamlarına bakmadan uygularlar. Boşuna birçok alim "IŞİD"e eleştiri mektubu yazmadı di mi? IŞİD'i kalkıp "Sadece Kurân" diyenler ile eş tuttun ya, bilgisizliğin iyice tescillendi.

    Yazdığın yazı da ne istatistik var ne ayet var. Kuru gürültüden başka bir şey değil. Yazı tamamen "Ehli Sünneti Çökertme Projesi" tadında. Allah'ın dinine karşı "Ehli- Sünnet"i mi savunacaksın?

    Yazık :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hocam ben hiçbir zaman bu insanlar İngiltereye çalışıyor falan demedim....Hatta farkında bile değiller meselenin dedim....

      Cemaladdin Afgani,Abduhu falan bir araştır....Onların peşinden giden ve sevdiğim,takdir ettiğim samimi insanlarda var....
      Ama bu onların doğru olduğunu göstermez...

      Ayrıca bu site pek fazla şixofrenik değil,Maykılın sitesine bakarsan anlarsın neyi kastettiğimi;)

      Caneri orada haklı bulman bence yanlış.Bidaha seyret bir.fizik profesörüne fizikçiler güler deyip gülerek dalga geçmesine sikkatli bak.Bak lütfen bir kere şu adama eleştirel bak.

      Ne anlatsam boş.Ölmüş bitmiş Mutezilenin fikirleri mi kurtarıcaktı alem-i islamı?Üstelik islama aykırılığına rağmen?
      Tasavvufa hiç girmiycem....Çünkü tasavvuf zaten akılcı,batıyı benimsemiş insanların anlayacağı şeyler değil...
      Ekber şahtan bahsedip İmamı Rabbaniye bile bakmassınız zati...

      Ayrıca son olarak sadece Kuran'cılar ayetleri hiçbir metodolojiye uymadan kendi kafasına göre dğz mantık zahiri anlamlar veriyolar.
      Ve hepsi evet hepsi bütün müslümanları şirkçi,bidatçi olarak görüyolar bu önyargı değil biraz içinde bulunduğun cemiyyeti gör.
      Daha sonrada paylaştığım bağlantılara bak...
      Görüşmek üzere....

      Sil
    2. Ayrıca emevileride,haricileride ,abbasileride eleştiriyor Ehlisünnet.
      Ehlisünnet hakim görüş olduğu için oradan başlattım.
      Ayrıca din İslamdır.Bakın gene beni İslamdan farklı bişeyi savunuyomuşum gibi yaftalıyosun.
      Ama ben sin müslüman biri olarak görüyorum sen bana şirkçi olarak görüyorsun.

      Sıkıntıyı atlama.Sıkıntı burada.Bu anlayışta....
      Şimdi özünden kopan Ehlisünnette selefiliğe kaydı.Onlarda tanı şeyw başladılar.

      Allah bizi kurtarsın bu kötü durumdan...

      Sil
    3. Ben sana asla şirkçi demedim. Asla ve asla da kafir, müşrik vs demem, aklımın ucundan bile geçmedi. Kimin imanı sağlam Allah bilir.

      Caner hoca gayet normal davrandı ben asla ve asla "Caner diyorsa doğru" modunda biri değilim ama, bu şekilde davranılmayı hak ediyorlar.

      Selametle.

      Sil
  18. Yahu ne güzel tartışıyorsunuz birbirinize sen ne anlarsın, onu okudun mu, bunu anlamamışsın demek yerine tartışın, herkes eksiğini görsün, tefekkür etsin.

    Bu konuda tek bir doğru olmadığını 1500 yıllık külliyat zaten gösteriyor.

    Esas olan hakikati bulmak değil mi? Sen öyle yorumla bul, ben böyle yorumlıyayım bulayım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İslam konusunda diyorsan, 1400 yıllık sürede bize en doğru kaynağın Kurân olduğunu gösteriyor. Yanlış düşünce.

      Tek bir hakikat vardır, kimseye göre değişmemelidir.

      Sil
    2. Ya prigraph kardeş yukardaki arkadaşı niye anlamamızlık ediyorsun.

      Kendi fikrine aykırı bile olsa saygı göstermek gerek.Arkadaş bunu kastediyor...
      Ayrıca seninle tartıştığımız zamandan beri görüşüm başkalaştı, her araştırınca karşı görüştekilere saygım arttı.
      Kastettiğim Caner Taslaman gibi hadsiz ve kibirliler değil.Gerçekten görüşüne kibirlenmeden inananlar.

      Ayrıca biraz bunu oku.Hatta bu yazıdizisini baştan sona oku.

      http://cemaatsiznurcu.blogspot.com.tr/2015/07/emre-dorman-nereye-kosuyor-11.html

      Sil
    3. Anlamamazlık etmedim ki, o da görüşünü sundu bende görüşümü sundum.

      Biraz daha araştır.. Sevindim.

      Verdiğin yazıyada bakacağım müsait olunca. Selamlar.

      Sil
    4. Merhaba, biliyorum konu ile alakasız fakat uzun zamandır aklıma takılan bir soru var.Belirtmeliyim Iki senedir Müslümanım fakat bu aksinin mantıksız oluşundan kaynaklanıyor. Bu sorumu her kesimden müslümana sordum, Şeyhçisi, muvahhidi, hadisleri reddedeni, akıl mantık süzgecinden geçireni vs. Fakat bırakın yanıtı, tek bir yorum bile alamadım. Sorunun cevabı benim için inanç bakımından birşey değiştirmeyecek, fakat beynimde sorularımın cevabı olmadığı zaman, ilerleyemiyorum. Sürekli aynı yere dönüyorum.
      Sorum şu, çoğu yerde dikkatimi çekti, Allah müminlere sesleniyor ve daha sonra kadınlar hakkında hüküm veriyor, atıyorum şu şekilde, "Ey müminler, yetim hakkı yemeyin ve kadınlarınızla iyi geçinin." Hemen Kuran'dan örnek veriyorum;

      Muhammed Esed mealinden, Maide 6:
      " Siz ey imana ermiş olanlar! Namaz kılacağınız zaman yüzünüzü, ellerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın ve (ıslak) ellerinizi başınızın üzerine hafifçe sürün ve bileklere kadar ayaklarınızı (yıkayın). Eğer boy abdestini gerektiren bir halde iseniz kendinizi temizleyin. Ama eğer hasta iseniz yahut seyahatteyseniz yahut tabii ihtiyacınızı gidermişseniz yahut bir kadınla birlikte olmuşsanız ve su bulamıyorsanız, o zaman, temiz toprağa ellerinizi sürün ve onunla yüzünüzü ve kollarınızı hafifçe ovun. Allah sizi zora koşmak istemez; ama sizi tertemiz kılmak ve nimetlerinin tamamını size bahşetmek ister ki şükredenlerden olasınız."
      Iman edenler ve kadınlar ile birlikte olmak..
      Mümin kavramı eril değil ki. Ve Islamda eşcinsel ilişkiyi yasaklar. Bilmiyorum.
      Selam ile, ayrıca blog için de ayriyetten teşekkür ederim.

      Sil
    5. Merhaba, kendim biraz araştırarak edindiğim bilgileri aktarayım:

      Mesala, Allah kadınları ilgilendiren konularda doğrudan kadınlara hitap etmiyor. Regl, evlilik, kadın hakları, giyim, mehir gibi konular..

      Soru soran kişiler erkek olduğundan Allah, hitab olarak erkeklere sesleniyor.

      Mesala, “Sana adet hakkında soru soruyorlar! (Burada soru soran kişiler erkek ve haliyle verilen cevap da onlara yönelik) De ki:‹‹O, sıkıntı verici bir durumdur; bu nedenle adet döneminde kadınlardan çekilin..." (Bakara/222)

      Allah’ın bizlere mesajı, kendisinden başka hiçbir ilaha tapmamaya, güzel işlere davet ettirmeye, yapıp edilen her şeyin karşılığının bulunacağıdır. Bu mesajın tüm muhatabları şüphesiz hem erkek, hem de kadınlardır.

      Misal şu ayette, doğrudan her iki cinse de hitap vardır:

      "Teslim olan erkekler ve teslim olan kadınlar, iman eden erkekler ve iman eden kadınlar, itaatkar erkekler ve itaatkar kadınlar, dürüst erkekler ve dürüst kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygılı erkekler ve saygılı kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, arzularını kontrol edebilen erkekler ve kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve kadınlar için, Allah bir mağfiret ve büyük bir mükafat hazırlamıştır!" (33/35)

      Gelelim Maide, 6 meselesine.

      Ekşi sözlükde “Allah’ın Kurânda kadınlara hitap etmemesi” başlığı var, altına bir entry girilmiş, durumu özetlemektedir:

      belli ölçüde vahyin iniş şartlarına, belli ölçüde de arapçanın gramer yapısına bağlanabilecek olan durum. şöyle ki; (1) vahyin 1. muhatabı, erkek olan bir insan (muhammed peygamber) idi. onun yakın çevresinde toplanan ona soru soranlar da genellikle erkeklerdi. (2) arapçada kadınlı erkekli bir gruba hitap edilirken, cemi müzekker (çoğul-eril) kalıp kullanılır.

      Ayette ilk olarak hitap erkeklere olsa da, çoğul bir kitleye hitap ettiğinden ve içerisinde kadın da bulunduğundan “cemi müzekker (çoğul-eril) kalıp kullanılıyor.

      Erkek için bahsedilen şey, aynı şekilde kadın içinde geçerlidir. Özel bir kadına hitap bekliyorsa biri 33:35 ayetini okuyabilir:)

      Sil
    6. Evet haklısınız, biraz arapça bildiğimden durumun bu şekilde olduğunu biliyorum aslında. Fakat yine maide 6 üzerinden gidersek, mesela kadın anlamına gelen nisa yerine eş anlamına gelen zevce kelimesinin kullanılması başta hitap edilen kesimin erkek veya iki cinsiyeti değiştirmeden de daha.. farklı bir anlam ortaya çıkarmaz mıydı?
      Bir de, bu cariyeler hakkındaki hükümleri sormak istiyorum. Mantıklı düşününce, kölelik veya cariyelik yapan bir insanın elinde mesleği olmayacaktır, bu yüzden Kuran'da jemen böyle bir yasak gelse insanları mağdur edebilecek bir durum oluşabilirdi. Fakat Kur'an hüküm vermek yerine, o anki insanları mağdur etmeyecek bir şekilde ellerinde tutmalarını söylese, ve sonra yasaklasa biraz daha mantıklı olmaz mıydı?
      Son olarak da, zanneder isem Kur'an'da başörtüsünün olmadığını düşünüyorsunuz sizde. Bu iddia bana da mantıklı geliyor fakat, hadisler güvenilir olmasa bile hareket halindeki sünnet olarak nitelendirilen kavram ne kadar yanılabilir?
      Teşekkürler:)

      Sil
    7. Bir de, çok tartışılan bu ayet hakkında bir şey sormak istiyorum.
      2:223 - Kadınlarınız, sizin için bir tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın ve kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'tan korkun ve bilin ki siz mutlaka O'nun huzuruna varacaksınız. Ey Muhammed, müminleri müjdele!
      Izahini Caner beyden dinlemiştim zannedersem, yabancı diller ile içli dışlı olduğumdan dolayı, kadınların tarlaya benzetilmesi o kadar da garip gelmemişti bana, arap deyimdir demiştim fakat yine burada garibime giden şey istediğiniz gibi giriniz, ya da dilediğiniz gibi varınız ifadeleri. Bence bu da biraz düşünülebilir bir ifade. Henüz on yedi yaşındayım fakat kendimi düşününce, ileride evlenirsem bir beyin benim üzerimde -üstelik de kurana dayandırarak- istediği gibi girme -ki cinsel anlamda düşünmem gerek ayetin başından ama, düşünmüyorum- hakkının bulunduğunu düşünmesi bile beni garip ediyor açıkçası.
      Kelimelerimi dikatle seçmeye çalışıyorum, umarım üslubumda sorun yoktur, tekrar selam ile.

      Sil
    8. shizuka, Maide:6 için henüz bir şey diyemiyorum bilgim yok o konuda.

      Kölelik konusuna gelirsek, İslam köleliği aşamalı bir sistem şeması kurarak kaldırmıştır.

      Kurâna göre, savaşda ele geçirilen esirler için iki seçenek sunulmuş bunlardan biri fidye karşılığı bırakmak ya da karşılıksız bırakmak:

      "Artık kâfirlerle karşılaştığınız zaman onları güçsüz (zayıf) bırakıncaya kadar boyunlarını vurun. Bağlarını kuvvetlendirin (esirleri sıkıca bağlayın). Nihayet savaşı, onun ağırlıklarını (silâhlarını ve savaş levazımatını) bırakınca da onları, ister lütuf olarak (bedelsiz) veya fidye alarak (bedel karşılığı) (bırakın). İşte böyle. Ve eğer Allah dileseydi, elbette onlardan intikam alırdı. Ve lâkin (bu) sizin bir kısmınızı, diğer bir kısımla imtihan etmek içindir. Ve onlar ki Allah yolunda öldürülenlerdir, o taktirde onların amelleri boşa çıkarılmaz." Muhammed, 4.



      Yakalanan esirler fidyeyi ödediğinde hemen bırakılır. Fidye verecek durumda da değilse 90/10-17. ayetlere göre Müslümanlar, kölelerin fidyesini ödemesi için teşvik ediliyor.

      "Ve onu iki yola (gayy yolu ve hidayet yolu) ulaştırırız."

      "Fakat o akabeyi (sarp yokuşu) aşamadı."

      "Akabenin ne olduğunu sana bildiren nedir?"

      "(Onu aşmak) kölenin azadıdır."

      "Veya yorgun ve aç olduğu günde doyurmaktır."

      "Yakınlık sahibi olan yetimi"

      "Veya çok fakir bir miskini doyurmaktır."

      "Sonra amenü olanlardan ve sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiye edenlerden olmaktır (akabeyi aşmak)"

      Beled, 10-17.

      Kimi yerde de bu Müslümanlar için, kefaret seçeneği olarak sunulmuş. Bak: 4/92, 5/89, 58/3-4. ayetler.

      Savaş esiri, fidyesini ödeyebilmesi amacı ile sözleşme/antlaşma yapabiliyor.

      Ayrıca, köleler/savaş esirleri ile nikah esas olarak evlenilebilir. (4/24-25 ayetler) Böylelikle evlenilen cariye, mehir aldığından dolayı ondan bir kısmını fidye olarak verip serbest kalabilir. Tüm esaslar bunlara dayalıdır. Kurân birden kaldırmamıştır, aşamalı bir sistem izleyerek kaldırmayı hedeflemiştir.

      /////// DEVAMI BİR SONRAKİ YORUMDA ///////.

      Sil
    9. Hareket halindeki sünnet olarak nitelendirilen kavram ne kadar yanılabilir? diyorsunuz, birçok kez yanılabilir ve bu gayet normal bir durumdur.

      Başörtüsü ayeti tamamen müteşabih bir ayettir. Ama içeriğinden "başörtüsü" gibi bir anlam çıkmıyor.

      Bu konuda şuraya: http://ask.fm/korelmis/answer/131673492666

      Ve şuraya bakabilirsiniz: http://www.kurandakidin.com/22-basortusu-ve-kapanma/

      Diğer, tarla meselesine gelirsek.. Kurân bir anlatım üslubu olarak bunu demektedir. Yani bi benzetme var diyebiliriz.

      Ben bu ayetten şunu anlamaktayım:

      "Kadınlarınız sizin için (çocuk doğuran ve onlara bakan, yetiştiren büyüten) tarladır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın. (dilediğiniz şekilde yaklaşın ve ileride hem size ve topluma yönelik faydaları için cinsel birliktelik kurun)"


      Kurân, tarlaya ekin biçilip daha sonra o ekinden kendimize sağlık açısından veya ekonomik olarak fayda sağlayacak meyve, bitki elde etmeyi erkek ve kadın cinsel birlikteliğine benzetmektedir. Ve bu belkide gayet harika bir benzetme ve anlatımdır.

      Ayrıca gelelim "dilediğiniz gibi varın" ifadesine.

      Ayette geçen "tarlanızdır" ifadesi tüm alim ve insanlar tarafından kadın üreme organı "vajina" algılanır. Dolayısı ile, diğer cümlede "tarlanıza dilediğiniz şekilde varın" ifadesi de sadece "vajinal ilişkinin" uygun olduğunu göstermektedir. Burada, Erkeğin kadına istediği gibi "cinsel birliktelik" kurması anlamı yoktur. Çünkü Kurân, kadınlar (eşler) ile iyi geçinilmesini emreder. Zorlayıcılık yapamazsın. Eşinle bile rızasız ilişkiye giremezsin:

      "Ey iman edenler! Kadınlara, zor ve baskı kullanarak mirasçı olmanız size helal olmaz. Kendilerine vermiş bulunduğunuz şeylerin bir kısmını çarpıp götürmek için onları sıkıştırmanız da helal değildir. Kanıta bağlanmış bir fuhuş yapmaları hali müstesna. Onlarla iyi ve güzel geçinin. Onlardan tiksindinizse olabilir ki, siz birşeyi çirkin bulursunuz da Allah, ona çok hayır koymuş olur." Nisa, 19.

      Ayetteki "dilediğiniz gibi varın" ifadesi, vajinal bir ilişkiden başka hiçbir şeyi ifade etmez. Buradan benim anladığım, vajinal ilişki sırasında farklı pozisyonların denenebilmesinde bir problemin olmadığıdır.

      Olay bu kadar, umarım yardımcı olabilmişimdir. Selamlar.

      Sil
    10. Evet, yardımlarınız için gerçekten müteşekkirim. Allahın selamı üzerinize olsun.

      Sil
  19. merhaba biçok insan gibi benimde bakış açımda farklılık yarattın.son zamanlarda bu konuların üstüne düşmeye başladım kuran meali okuyorum ama dikkatimi çeken bi nokta oldu.kuran mealleride biraz araplaşmış.yani zaten kuranı acıp bakmayıp binlerce hadisle dini yasayan bi ümmettende kuranı kusursuz çevirmesini bekliyemezsin.bi örnek verim kuranda yarısına kadar geldim cariyelerle alakalı bi ayet dikkatimi çekti googleden bi bakim dedim hiç alakası olmayan bi kelime cariye diye çevrilmiş.bu konuda bi çalışma yürütüyormusun veya üstüne düşülmesi asıl lazım olan şey bu değilmi sence?

    YanıtlaSil
  20. Yazı için çok teşekkürler.Asıl imamlar ( yolundan gidilecek kişiler ) sizsiniz.
    Akılcı, tutarlı söylemlerinizden bunu anlayabiliriz.
    Micheal sikkofield den geldim ve bu Bloğu da keşfettiğim için çok memnunum.

    YanıtlaSil