ÖNSÖZ:
6 sene evvel forumda paylaştığım kapsamlı çalışmamı, oranın erişimi şu an olmadığı için bu platforma da taşıyorum, konunun yüz yıllar boyunca çok tartışmalı bir konu olduğu, ortaya çıkan sonucun ise alışık olunmayan türden olduğu aşikar; öte yandan vardığım sonuçtan, yani taşların çelişkisiz bir şekilde ancak bu şekilde yerli yerince oturduğundan emin olmasam böylesi kritik bir paylaşımı yapmazdım. Önyargı ile saldıranlarla uğraşacak vaktim yok ama düzgünce okuyup, düşünüp, hazmedip, kafasında samimi soruları olup tartışmak isteyen olursa yorumlarda tartışabiliriz. Selamlar
***
Kuran öğrencileri bilir,
bazen cevabını aradığınız bir sorunun cevabı gözünüzün önünde senelerce durur
ama göremezsiniz, kavrayamazsınız. Oysa o apaçık bir şekilde mübin olan
Kitap'ta durmaktadır.
Aslında sadece siz onu görmeye o an hazır değilsinizdir,
o konuyu kavrayacak ilminiz yeterli değildir yahut sizden Allah tarafından
beklenen mantığı doğru şekilde kurabilecek, O'nun istediği şekilde akıl
yürütebilecek yani Kuran'da başka ayetlerde size öğretilmek istenen aslında
bambaşka konu gibi gözüken bazı şeylere yeterince teslim olamamış ve hayatınıza
tam layığıyla geçirememişsinizdir. Allah hidayet nasip eder de doğru zaman
gelir ise hayrete düşersiniz ben nasıl oldu da kadar apaçık bir şeyi göremedim
diye. İşte Kuran bu sebeple evrensel bir kitaptır ve kıyamete dek de hükmü
geçerli kalacaktır.
Ve o yüzden peygamberimizi örnek alıp şu ayete
kulak vermek gerekir:
20/114 O Melik/o hak hükümdar olan Allah,
yüceler yücesidir. Sana vahyi tamamlanmadan önce, Kur'an hakkında aceleci olma.
Şöyle de:"Rabbim, ilmimi artır!"
Şimdi anlıyorum ki içki konusunda da benzer bir
durum yaşanmış İslam dünyasında. Ayetler layığıyla kavranamamış, doğru-bütüncül
mantık yürütülememiş, yanlış hükümler çıkarılmış, sonra bu yanlış hükümler
Allah'ın emri "zannedildiğinden" konu ile bağlantılı başka ayetlerin
anlamı o çıkarılan "insani hükme" uydurulmaya çalışılmış. Yani sanki
öyle bir şey mümkün olabilirmiş gibi, mealler çarpıtılarak, parantezli yahut
parantezsiz eklemeler ya da cümle-dilbilgisi yapı bozumları ile Allah'ın
muhteşem Kitabı'nın sözde çelişkisi kapatılmaya çalışılmış. Aslında kapatmaya
çalıştıkları kendi yapay çelişkilerinden başkası değilmiş.
Her zamanki gibi "suni sorunlar"
yaratmış şeytan(lar) ve biz bu yapay sorunların içinde bocalayıp, birbirimizi
yerken, bizi bunlarla oyalayıp gerçekte yapmamız gerekenlerden alıkoymuş. Hamr
(ve meysir) konusu üzerinden başka yiyecek/içecekler, hatta sanat/ müzik gibi
güzel nimetler için kıyas yoluyla haram kılma kapısını açmış, Allah'ın helal
kıldıklarını, insanlara haram kıldırtıp şirke düşürmüş, din düşmanlarına koz
vermiş, kademeli yasaklanma ve nasih- mensuh diye Kuran metodolojisiyle uyuşmaz
saçmalıkların ortaya atılmasına olanak tanımış olmuş, Hayyam gibilere rubailer
yazdırtmış. Üstüne üstlük bu kez kendi ismi (şeytan) üzerinden prim yapmış...
Yazı boyunca sekeren ve hamr kelimelerini
orijinal haliyle kullanacağım için bilmeyenler için kısaca anlamlarını ayetler
üzerinden açıklamaya çalışmakla başlayayım evvela.
"Sekeren" 16/67'de geçiyor ve ayet
şöyle:
Hurmalıkların meyvalarından, üzümlerden de
sarhoş edici bir içecek (sekeren) ve güzel bir rızık elde edersiniz. İşte
bunda, aklını işleten bir topluluk için kesin bir mucize vardır.
Buradan anlıyoruz ki hurmadan ve üzümden elde
edilen sarhoş edici (etanol) nice güzel rızıklardan biri olarak bize
gösteriliyor. Rızık insanlara fayda sağlayan, yenilebilen ve içilebilen
Allah'ın herkese nasip ettiği kendisinden faydalanılan maddi ve manevi her
şeydir.
(Bu arada yazımın tamamını okuduktan sonra bu
ayetin mealinin nasıl çarpıtılmaya çalışıldığını ve sekerenin bazı mealci ve
tefsirciler tarafından sanki domuz eti gibi pis bir şeymiş gibi gösterilmeye
çalışıldığını da anlayacaksınız ama bunu sona bırakalım)
Sukara ise yine sekeren ile bağlantılı ve sarhoş
demek. Kuran içinde sukara kelimesine baktığımızda bunun ölüm sarhoşluğu dahil
her türlü sarhoşluk halini kapsayabileceğini görmekteyiz.
Örneğin 4/43'te şöyle buyuruyor Allah:
Ey iman edenler! Sarhoşken (sukarayken), ne
söylediğinizi bilinceye kadar, cünüpken de -yolculuk halinde olmanız müstesna-
boy abdesti alıncaya kadar namaza yaklaşmayın...
Hamr'a gelirsek, hamr'ın kesin olarak ne
olduğunun bilgisine sözlük yoluyla ulaşabilmemiz mümkün olamasa da, iddia
edildiği gibi "aklın üstünü örten herşey" olmadığını anlayabiliyoruz.
Rabbimiz cennette de hamr ırmakları olacağını yani orada müminlere hamr'ın
müteşabihinin (benzeşiğinin) kadehlerle ikram edileceğini söylüyor. Oradaki
hamr'ın aklı boşaltmayacağı ve baş ağrıtmayacağı da yine ayetlerde
belirtiliyor. Bu durumda hamr ödül olarak sunulacak (1), sıvı bir içecek (2),
meyvelerden elde ediliyor (3), aklın üstünü örtebilme özelliğine sahip (4) ve kimi
zaman baş da ağrıtabiliyor (5) diyebiliriz.
Hamr'ın kök itibariyle örten anlamına geldiği ve
bu sebeple de aklın üstünü örten her maddeyi kapsadığı ise Kuran'la çelişik bir
iddia. Çünkü o zaman cennette "aklın üstünü örtmeyen aklın üstünü
örten/boşaltan" ikram edilecek oluyor. Bunun da acı olmayan acı biberden
bir farkı yoktur. Yani paradokstur. Zaten hafif bir çakırkeyiflik bile vermeyen
şeye de hamr denmez, meyve suyu/ şıra denir. Demek ki cennetteki hamr "ne
kadar çok içilirse içilsin" aklın içini boşaltacak seviyede sarhoşluk
vermeyecek ve baş ağrıtmayacak türden olacak gibi bir akıl yürütme makuldur. Ya
da cennet ehli bu dünyadakinden farklı olacağı için bu böyle olacaktır diye de
düşünülebilir.
Bir kelimenin köküne bakıp ona anlam vermeye
çalışmak ve bunun üzerinden gerçek anlama ulaşılabileceğini sanmak zaten hatalı
bir yöntemdir. Kök ancak o kelime hakkında ufak bir ipucu sağlayabilir ki ona
bile kesin denilemez. Örneğin televizyon kelimesini ele alalım. Tele uzak
demek, vizyon ise görüş. Bundan 2000 sene sonra televizyon kelimesinin kökünü
düşünerek ne anlama geldiğini bulmaya çalışanlar, şunları diyebilir mesela:
televizyon dürbündür, televizyon teleskoptur, televizyon Google Earth'tür,
televizyon internettir, televizyon kameradır, gözlüktür vs vs... televizyon
bunların hepsidir. Hepsi midir? Hayır. İşte hamr da aynı bu şekilde aklın
üstünü örten her şey değildir, bunu iddia etmek paradoks yaratır.
Hamr ya İmam Azam ekolünün iddia ettiği gibi
şarap ya da o devirde sıklıkla tüketilen spesifik bir içki ismidir ya da örtü
kelimesi ile olan bağlantısı aklın üstünü örtmek değil, "yapılırken üstü
örtülen" anlamında olabilir ki mayalama işlemi için bu gereklidir. O halde
Kuran'dan tam net anlamına ulaşamadığımız, ne anlama geldiğinin kesin bilgisine
sözlük yoluyla da ulaşamadığımız hamr'ı spesifik bir içki türü (örneğin şarap)
ya da mayalanarak yapılan içki olarak kenara yazalım, ki zaten tam ne anlama
geldiğinin problemin çözümü açısından aslında en ufak bir önemi
olmadığını birazdan göreceğiz.
Şimdi hamr kelimesinin bu dünya ile ilintili
olarak geçtiği ayetlere bakalım:
2/ 219- Sana hamr'ı ve meysiri sorarlar. De ki:
"Bu ikisinde büyük bir günah vardır; insanlar için çıkarlar da vardır. Ama
onların kötülüğü yararlarından çok daha büyüktür."...
5/ 90- Ey iman edenler! Hamr, meysir, tapılmak
için dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; ondan uzak durun ki
kurtuluşa eresiniz.
5/91- Şeytan; hamr ve meysire sokularak aranıza
düşmanlık ve şiddetli nefret yerleştirip sizi Allah'ı anmaktan, namazdan geri
çevirmek ister. Artık son veriyorsunuz değil mi?
İddiaya göre hamr (ve meysir) ilk başta sorulmuş
ve onlarda günahın yanı sıra fayda da olduğu açıklanmış ve günahının
faydasından büyük olduğu söylenmiş ama haram kılınmamıştır.
Kimileri de şunu iddia eder, hamr hakkında
açıkça haram denilmese de 7/33 ayetinde" ism (günah) haramdır"
buyuruyor Allah, işte bu sebeple hamr haramdır. Elbette "ism" yani
günah haramdır. Ama 2/219'da "hamr ve meysir günahtır" demiyor ki
Rabbimiz. O ikisinde büyük günah vardır diyor ve günahı daha fazladır diyor. Bu
ikisi birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Örneğin, ben şimdi desem ki size
Ferrari'de pek çok fayda vardır ama büyük sakınca da vardır ve sakıncası
faydasından önemlidir. Buradan Ferrari komple kötü ve asla kullanılmaması
gereken bir araçtır mı anlarsınız? Ferrari'sini satan bilge mi olursunuz?:)
Ferrari'nin onlarca faydası vardır ama bu onlarca faydayı alt alta yazsam,
sürücüsünü gaza getirip 250 bastırtıp bir canı öldürmesine değmez de
anlaşılabilir değil mi? Bunun 2/219 için de öyle olduğunu, yani Allah'ın bu
şekilde anlamamızı istediğini birazdan, yazıyı tamamlayınca anlayacaksınız.
Zaten hamr helal değildir diyenlerin, hamr'ı
haram kıldığını iddia ettikleri asıl ayetler Maide Suresi'ndedir. Bu konuda bir
ihtilaf yoktur. Sünni kaynaklarına göre de 2/219 indikten sonra kimileri hamr
içmeyi bırakmış, kimileri ise devam etmiştir Maide Suresi inince hamr haram
kılınmıştır.
Maide Suresi'nde bulunan "hamr
kelimesinin" geçtiği iki ayeti paylaştım yukarıda sizinle. Fakat aslında
Maide Suresi'nde bir "pasaj" var ve uymamız emredilen genel bir kaide
var. O da şu:
2/85 ...Şimdi siz Kitap'ın bir kısmına inanıp
bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanın cezası, dünya
hayatında rezillikten başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise böyleleri
azabın en şiddetlisine itilir. Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz
değildir.
Yani Allah bize ayetleri bütünlük içinde alıp
cımbızlamamamızı, bağlam bütünlüğünü bozmamamızı emrediyor.
Yazının başında konunun hakikatle uyumlu çözümü için konuyla
ilişkisiz gözüken başka ayetlere imanın (hazmetmenin) şart olduğunu
belirtmiştim, şimdi bu söylemiş olduğuma Kuran'ı doğru anlamak için Arapça
bilmenin şart olmadığını, eğer yeterince teslim olmuş kişiler olursak, Kuran'ın
iç tasarımı sayesinde "Allah'a güven/ itaat (iman) ve mantık"
ikilisiyle de meal hatalarının yakalanabileceğini de eklemek
istiyorum. Zaten Kuran'ı anlamanın yolu Allah tarafından Arapça bilmek olarak
değil imanlı olmak ve akıl/ ilim sahibi olmak olarak bize bildirilmiştir. Eğer
Arapça bilmek bir şey ifade etseydi peygamberimizin tebliğde bulunduğu tüm
çevresi onun mesajına derhal teslim olurdu.
Konuya dönerek, içkinin haram kılındığını iddia
eden pasajı hatalı ve tahrif edilmiş bir meal üzerinden göstereceğim (ki birkaç
istisna hariç maalesef çoğunluk hatalı) ve sonra da bu meallerin neden
hatalı olduğunu/ hatalı olmak zorunda olduğunu ve bu ayetlerin
meallerinde bulunan iman eksikliğinin yansımalarını göstereceğim.
HATALI Diyanet
Mealini paylaşıyorum:
5/90- Ey İnananlar! İçki (hamr), kumar (meysir),
putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki
saadete eresiniz.
5/91- Şeytan şüphesiz içki (hamr) ve kumar
(meysir) yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan,
namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?
5/92- Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin,
karşı gelmekten çekinin; eğer yüz çevirirseniz bilin ki, peygamberimize düşen
sadece açıkça tebliğ etmektir.
5/93- İnananlara ve yararlı iş işleyenlere,
-sakınırlar, inanırlar, yararlı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp
inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri
tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Allah iyi
davrananları sever.
Bir tane daha hatalı meal paylaşayım (Ali Bulaç meali):
5/90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili
taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse
bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
5/91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza
düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.
Artık vazgeçtiniz değil mi?
5/92- Allah'a itaat edin, peygambere de itaat
edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık
bir tebliğdir.
5/93- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar
için korkup sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra
korkup sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup sakındıkları ve
iyilikte bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) yedikleri
dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.
Görüleceği üzere burada hamr ve meysirle ilgili
bir pasaj var. Yani Maide Suresi 90-91-92 ve 93. ayetler bir bütün. Zaten 94.
ayet de "İman edenler" ifadesiyle yeni ve farklı bir konuya geçmekte.
Maide 93 ise tam olarak konunun çözümünü içeren
fakat Allah'ın hükmüne teslim olmak yerine, akıllarınca çıkardıkları hükmü
onaylatma peşine düşmüş mealciler tarafından anlamı hunharca katledilmiş olan
ayet. Alkolün bir yudumunun bile haram olduğundan ve onun pis bir içecek olduğu
hükmünden o kadar eminler ki parantezle ya da parantezsiz "haram
kılınmadan evvel/ önce" ifadesini eklemekte ya da bu anlama gelecek
şekilde cümledeki geniş zamanı, geçmiş zamana çevirmekte hiç bir sakınca
görmemişler, korkmamışlar.
Şimdi o halde soruyorum kendilerine...
1) Hamr'ın bu pasaj (Maide 90-93) dışında
haram kılındığını net bir şekilde ortaya koyan bir ayet var mı?
2) Hamr'ın bu pasaj dışında haram kılındığını gösteren bir ayet olmadığına göre
yani hamrın bu ayetlerle haram kılındığını iddia ettiğinize göre nasıl oluyor
da insanlar açıkça haram kılınmamış bir şeyi "önceden" tattıkları
için günah kazanacak ve üstelik o günahın affı için de bir sürü şart gerekecek?
(3/93 Tevrat indirilmeden önce İsrail’in kendi
nefsine HARAM kıldığı şeyler dışında tüm yiyecekler İsrailoğullarına
helaldi. Onlara de ki: “Tevrat’ı ortaya getirin; doğru sözlü iseniz onu
okuyun.” ayeti üzerine tefekkür ediniz!!!!!!!.)
Mesela, domuz haram kılınmadan evvel domuz yemek haram mıydı ki, domuz yemiş
olanlar bundan ötürü sorumlu olsun. Müneccim mi bu insanlar?!!
Bir şey haram kılınmadan evvel o şeyi yemek değil, ona haram demektir asıl
günah ve şirk olan.
Domuz Allah tarafından haram kılınmadan evvel domuza haram demek de şirktir,
haramdır.
O halde aynısı hamr için de geçerlidir.
Açıkça anlaşılacağı üzere mealciler gerek Nahl
Suresi'ne ve gerek başka ayetlere ve ne acıdır ki ayetlerde onlarca kez
vurgulanmış olmasına rağmen "helalin de haramın da tek belirleyicisinin
Allah olduğu gerçeğine" layığıyla teslim olamamalarından mıdır nedir
aslında çok basit ve Kuran'ın bütünlüğüyle çelişen bir mantık hatasını bile
fark edememişler ve kendi kafalarındaki hükmü onaylayacak ama başka ayetlerle
çelişki doğuracak şekilde çevirmişlerdir.
Görüldüğü üzere olayı çözümlemek için Arapça
bilmeye bile gerek yoktur aslında. Allah'a güven, Kuran'daki emirlerin bütününe
istenilen şekilde teslimiyet ve azıcık akıl, mantık Maide 93'ün doğru mealin ne
şekilde yapılmak zorunda olduğunu ortaya koymaktadır.
Eksik olmasınlar Hüseyin Atay, Muhammed Esed,
Edip Yüksel ve birkaç kişi doğru meali yapmış:
Hüseyin Atay:
5/93- İnanıp yararlı işler yapmış olanlar,
saygılı oldukları, inandıkları ve yararlı işler işledikleri zaman, yine saygılı
olmuşlar ve inanmışlar, yine de saygılı olup iyi davranmışlarsa tadım
tatmalarına kendilerine bir sorumluluk olmaz. Allah iyi davrananları
sever.
Edip Yüksel:
5/ 93- İnanıp erdemli işler yapanlar, emirlere
uyarak inanıp erdemli davrandıkları, günahlardan sakınıp inandıkları ve yine
sakınıp iyilik yaptıkları sürece yediklerinden ötürü kendilerine
bir günah yoktur. ALLAH iyi davrananları sever.
Bu mealler kullanılan zaman kipi (geniş zaman)
açısından doğru olmakla birlikte biraz açıklamaya ihtiyaç var. Burada Atay
tarafından "tadım tatmak" olarak, Yüksel tarafından da
"yediklerinden" olarak çevrilen kelime "taime" kelimesidir
ve taime yemek-içmek anlamına geldiği gibi Türkçe'de kullandığımız aşkı tatmak,
eğlenceyi tatmak ifadelerindeki tatmak gibi daha kapsayıcı bir anlama sahiptir
ve Türkçe'de tatmak dediğimizde kast ettiğimiz şey ucundan tadına bakmakken,
Arapça'da bu böyle değildir. Mesela iki bardak meyve suyu ve iki tabak yemek
yediğinizde de taime yapmış olursunuz.
Maide 93'teki taime'nin geçmiş zamana refere
etmesinin mümkün olmadığını mantık zaten tek başına çözüyor, başka türlü olması
zaten Kuran bütünlüğünde (bir şeyin haram kılınmadan evvel haram olmaması ve
tek haram kılıcının Allah olduğu ilkesinde) büyük bir çelişki çıkartıyor ama
ben yine de anadili Arapça olan (Arapça bilen değil, Arapça anadili olan) iyi
eğitimli, hatta çevirmenlik de yapmış olan, Arapça dil bilgisi kurallarına
hakim ve objektif üç kişiye de buradaki gramatik yapıyı danıştım. (Bunu da
Kuran'da çelişki çıksa keşke diye elini ovuşturanlar için belirtiyorum)
Danıştığım her üç kişi de buradaki taime fiilinin geçmiş, şimdi ve geleceğe
refere eden "süregelen" bir anlama sahip olduğunu ve eğer geçmiş
anlamı vurgulanmak istense cümleye önceden/ evvelden ifadesinin eklenmesi
gerektiğini belirtti.
Şimdi artık elimizde doğru çeviri olduğuna göre
Allah'ın hamr konusundaki hükmünü yeniden gözden geçirebiliriz:
Allah 5/93. ayette hamr'ı içmeyi takvalı
davranma ve mümin mesuliyeti ile davranma ŞARTINA tabi tutarak helal kılmakta.
Bundan eminiz, başka yolu yok. Konu ile ilgili
diğer ayetleri de şimdi bu kesin delili baz alarak inceleyelim ve doğru
çıkarımlara varalım:
5/91- Şeytan; hamr ve meysire sokularak aranıza
düşmanlık ve şiddetli nefret yerleştirip sizi Allah'ı anmaktan, namazdan geri
çevirmek ister. Artık son veriyorsunuz değil mi?
Üst satırda paylaştığım Maide Suresi 91. ayet,
Bakara Suresi 219. ayetin tefsiri. Zaten Rabbimiz Kuran'ı bizzat kendisinin
tefsir ettiğini şu ayetle bildirmekte:
25/33 Onlar sana bir mesel getirdikçe,biz sana
hakkı ve en güzel yorumu (ahsena tefsir) getiririz.
2/ 219- Sana hamrı ve meysiri sorarlar. De ki:
"Bu ikisinde büyük bir günah vardır; insanlar için çıkarlar da vardır. Ama
onların kötülüğü yararlarından çok daha büyüktür."...
Yani müminler için hamr'da (ve meysirde) bulunan
büyük günah şeytanın onlara sokularak müminlerin arasına düşmanlık ve şiddetli
nefret yerleştirmek istiyor olması ve müminleri Allah'ı anmaktan, namazdan geri
çevirmek için bunları bir araç olarak görüyor olması.
İçki içip zina yapan olabilir, karısını/ çocuğunu döven olabilir, alkollüyken araç
kullanıp kaza yapıp haksız yere adam öldüren de olabilir ama bu davranışlar
zaten müminlik sınırları/mesuliyeti içindeki eylemler değildir.
5/ 90'da ise "şeytanın pis işi" olarak
gösterilen tam dört tane şey bulunmakta. Hamr, meysir, tapılmak için dikilen
taşlar, fal okları. Bunlardan iki tanesi olan "tapılmak için dikilen
taşlar" ve "fal okları"yla ilgili haram (bunlarda hayvan kesimi
yapmak ve bu yolla hayvanı taksim etmek şeklinde) zaten aynı surenin 3.
ayetinde bize okunan net haram listesinde izah edilmekte.
Maide 91'de ise, bu ikisinden bağımsız, sadece hamr ve meysir konusu
detaylandırılır. Ayrıca gelebilecek itirazlara peşinen cevap vermek adına 5/
90'daki zamirin tekile refere ettiğine, çoğula yani oradaki 4 şeye direkt
gitmediğine de dikkatinizi çekerim. Yani orijinal metinde "ondan
kaçının" denmektedir, "onlardan/bunlardan" değil ki bu da
şeytana ya da şeytanın ondaki işine gider.
Derleyip toparlayacak olursak, Maide 90-93'te
Maide Suresi 3. ayettekine benzer bir düzen vardır. Orada da haram kılınanlar
okunur sonra istisnası açıklanır ve bu istisna açlıktan ölme halinde ortaya
çıkan izin yani "helallik" durumudur. Maide 90-93'te de Rabbimiz bunu
andıran bir düzeni kullanmış, önce hamr ve meysirle ilgili haram olan şeyi
açıklamış sonra da 5/93'te istisnayı açıklayarak mümin mesuliyetiyle içenler ve
takvalı davrananlar, şeytanın tuzağına düşmeyecekler için, düşmeyecekleri
ölçüde helal kılmıştır. Yani hamr'ın bizzat kendisi, bir yudumu bile haram
yahut pis asla olmayıp onu şeytanın pis tuzağına düşecek ölçüde/ şekilde içmek büyük
günah ve haram olandır.
Bu durumda hamr içip günaha girmenin girilen
günah üzerinde hiçbir hafifletici etkisi yoktur ve aksine uyarılmış olduğumuz
bir konu olduğu için buradaki günah alkolsüz halde girilen aynı günahınkinden
daha ağır da olabilir.
Allah'ın koyduğu hamr tüketimi ölçüsünün sınırı
sarhoşluk değildir aslında. Zira Rabbimiz şu şekilde buyurmayı uygun görmüştür:
4/43 Ey iman edenler! Sarhoşken (sukarayken), ne
söylediğinizi bilinceye kadar, cünüpken de -yolculuk halinde olmanız müstesna-
boy abdesti alıncaya kadar namaza yaklaşmayın...
Yani eğer gerçek ölçü sarhoşluk olsaydı o zaman
Allah "sarhoşken namaza yaklaşmayın" der, sarhoşken "ne
dediğinizi bilene dek" namaza yaklaşmayın demezdi. Gerçek ölçü Maide 93'te
bildirilmiştir ve bu sarhoşluk değil, takvanı koruyabileceğin miktarda,
müminlik sorumluluğunu koruyabileceğin miktarda içmektir. Bu kimi insan için
bir kadeh, kimi insan için beş kadeh olabilir. Kimi insan sarhoş bile olsa yine
takvalı davranır, kimi insanda ise durum böyle değildir. Kimi insan namazını
kıldıktan sonra evinde yalnız içer, kimi insan sosyal ortamlarda içmeyi sever.
İmam Azam'ın ve Osmanlı şeyhül islamlarının
içkinin serbestliğini hangi sebeple sarhoşluk ölçüsüne bağladıklarını empati
kurarak anlamaya çalışabiliriz. Her bireyin içkiye karşı toleransı gibi takva
düzeyi de farklı olduğundan bunu herkesi kapsayacak bir fetva olarak sunmanın
başka bir yolu yoktur. Bizzat içkinin kendisini haram kılmayan ve ona pis
yakıştırmasını yapmayan (yani insanları helali haram kılmak yoluyla şirke
batırmayan) bir fetva vicdanlı ve insanları şeytanın pisliğinden koruma amaçlı
yapılmış iyi niyetli bir fetvadır denilebilir. Rabbimizin emrine bire bir
paralel olmasa da orta yolu bulmuş bir ictihaddır. (şarabı haram kılma kısmı hariç)
Sizden ricam Nahl Suresi'ni baştan sona bir
oturuşta okumanız:
http://www.kuranikerim.gen.tr/default.asp
Her ne kadar surenin 67. ayeti hamr'ın sarhoş
etmeyecek kadarı, bir yudumu bile yasaktır görüşünü haklı çıkarmak için aşağıda
vereceğim şekilde "hem... hem" yapısı kullanılarak tahrif edilse ve
sekeren, güzel olan bir rızığın karşıtı olan pis bir şey olarak lanse edilmeye
çalışılsa da sadece 16:66-69 arasındaki dört ayeti bile okusanız böyle
olamayacağını, orada sayılan şeyler arasında pis bir şeye yer olamayacağını
göreceksiniz.
16/ 67 Ve hurma ağaçlarının meyvelerinden,
üzümlerden hem sarhoş edici içkiler ve hem de güzel bir rızık elde edersiniz.
Akleden bir toplum için bunda bir işaret vardır. (Hatalı Edip Yüksel meali)
İşin hayret verici tarafı Rabbimiz aslında
16/67'nin "hem... hem"li yapıyla anlamının kaydırılmasını bile
16/11'le deşifre etmektedir.
16/11 O suyla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar,
üzümler ve her çeşitten meyvalar bitirir. Hiç kuşkusuz, bunda, derin
derin düşünen bir toplum için gerçek bir mucize vardır.
Burada zaten üzüm ve hurma temiz
rızıkları/meyveleri ayrıca belirtmiştir. 16/67'de belirtilen temiz rızık ise
sekeren'in ta kendisidir.
Zaten Rahman Suresi'ni andıran Nahl Suresi'nin
ana mesajı , sureyi baştan sona okuyanların görmüş olduğu üzere, Allah'ın
kulları için yarattığı temiz ve güzel nimet / rızıklar ve bunları inkar
edenlere bunlar üzerinden meydan okunmasıdır.
Ve yine hurma ve üzümden elde edilen sekeren'i
şeytan işi bir pislik değil, Allah'ın rızkı olarak açıklayan bu sure şu ibret
verici ayetleri de içermektedir:
16/114 Allah'ın sizi rızıklandırdığı
şeylerden helal ve temiz olarak yiyin! Eğer yalnız O'na ibadet
ediyorsanız, Allah'ın nimetlerine şükredin!
16/115 O size ancak şunları haram
kılmıştır: Ölü/hayvan/leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen
hayvan. Bununla birlikte, zorda kalan, başkasının hakkına tecavüz etmemek,
sınırı da aşmamak şartıyla bunlardan yerse, Allah bağışlayacak, merhamet
edecektir.
16/116 Yalan düzerek Allah'a iftira etmek
için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu
helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler
kurtulamazlar.
Sekerenin rızık olarak gösterildiği bu sure,
temiz ve helal olarak yani takvalı davranarak, kendisinde bulunan günahtan uzak
kalarak, hamr'ı da içip şükredebileceğimizi açıkça ifade
etmekte ve haram kılınan yiyecek ve içecek (akan kan) listesini de yeniden eksiksiz
olarak sunmaktadır. Özetle Rabbimiz içkinin bir yudumu bile haram diyenlerin
yahut bu liste dışındaki herhangi bir rızık için haram diyenlerin lehine en
ufak bir açık kapı bırakmamıştır. (Haram kılınan dört şey yiyecektir, içecek o listede yoktur iddiasında olanlar, AKAN kan ifadesi üzerine düşünsün)
16/35 Ortak koşanlar dediler ki: "Eğer
Allah isteseydi biz de atalarımız da Allah dışında bir şeye kulluk/ibadet
etmez, O'na rağmen hiçbir şeyi haram kılmazdık." Onlardan
öncekiler de aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası
değildir.
6/148 Şirke batanlar şöyle diyecekler:
"Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi
haram da yapmazdık." Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar bu
şekilde yalanlamışlardı. De ki: "Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir
ilminiz var mı? Zandan başka bir şeye uymuyorsunuz. Sadece saçmalıyorsunuz
siz."
Bir konunun hakikat eksenindeki yerini bulması
başka ayetlerin layığıyla anlaşılmasına sebep olmaktadır muhakkak. Şu ayetler
de, bu bağlamda, yine bu konu ile ilgilidir:
7/32 De ki: "Allah'ın kulları için
çıkardığı süsü, güzel, temiz ve tatlı rızıkları kim haram etmiş?" De ki:
"Dünya hayatında onlar, inananlar için de var. Kıyamet gününde
ise yalnız inananlar içindir onlar." Bilgiden nasipli bir
topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz.
İşte hamr (ya da müteşabihi) tam da bu sebeple
cennet ehline ikram edilecek içecekler arasında pek çok kez anılmıştır. Çünkü
o günaha batmayacak şekilde tüketildiğinde temiz bir rızık olarak bu dünyada
müminler için de vardır. Ahirette ise yalnızca müminler için var olacaktır.
Ve artık şu ayeti de daha layığıyla
kavrayabiliriz:
5/5 Bugün size bütün temiz nimetler helal
kılındı. Kendilerine kitap verilmiş olanların yemekleri size helaldir. Sizin
yemekleriniz de onlara helaldir.
Kitap ehli olan Yahudilerde de domuz, kan, leş,
koşer tanımına uygun olmayan etler haram olup, şarap (içki) içmek serbesttir.
Konuyu nihayete erdirecek olursak:
1) Hamr'ın ne kademeli olarak haram kılınmış
olması ne de nasih-mensuhla hükmünün değiştirilmiş olması mümkün değildir.
Nüzul sırasına uygun olarak dizildiği iddia edilen mushafta abdest ayeti (5/6)
teyemmüm ayetinden (4/43) sonra inmiş gözükmekteyken, müminler
abdestsiz mi namaz kılıyorlardı bir düşünülsün bakalım. Hangi net delili baz
alarak, o ayet önce, şu ayet sonra indi deme hakkınız var ki bir de
nasih-mensuh yapıp ayetlerin hükmünü birbirine iptal ettirme cüretinde bulunuyorsunuz,
iniş sırası dediğiniz mushaftaki diziliş sırasında bariz çelişkiler varken?
Kitap bütüncül olarak, her ayeti kapsayacak şekilde ele alınmak zorundadır.
2) Hamr'ın ne anlama geldiğinin hiçbir önemi
yoktur. Şarap da olsa viski de olsa, içkilerin hepsi de olsa müminler için
"ŞARTLI HELAL"dir. Takvalı davranarak, sakınarak, mümin
mesuliyetinden hiç taviz vermeden, ondaki günahtan sakınarak ve Rabbine
şükrederek içilebilir.
3) Kişisel tercih içki içmemekten yana olsa
bile, içki haramdır demek Allah'a atılan bir iftiradır. Çünkü tek bir helal ve
haram belirleyicisi vardır o da Allah'tır.
4) Allah bu konuda bizi özel olarak uyarmış
olduğu için sakınarak içilmesinde ve dikkatli olunmasında fayda vardır. Bu
konuda devlet eliyle yasaların yaptırım gücü yükseltilebilir, araç kullanmak
için gereken 50 promilin altı sınırı sıfıra çekilebilir ama hiçbir cezai
yaptırım İslam'la desteklenemez.
5) Kuran'da bize okunanlar harici herhangi bir
yiyecek ve içeceğe kıyas yaparak haram demenin kapısı kıyamete dek kapalıdır
ve müminlere bunu demek yasaktır.
6) Bunca somut delilden sonra, "çoğu haram
olanın azı da haramdır" hadisini getirerek hamr'ın bir yudumu bile haram
demeye devam edenler ahlaklı / tutarlı olabilmek için kendilerine dağ çileği,
amarula, durian, çikolata ve hatta oksijeni bile haram kılmalıdırlar. Zira,
onlar da çok miktarda tüketildiğinde sarhoş ediyor. Rabbimizin evren ayetleri
ortaya çıktıkça ve bizler O'nun ilmini keşfettikçe hakla batıl da birbirinden
daha net ayırt edilir olmaktadır.
7) Sufilerin bilinçlerini değiştirip yani
kendilerini sarhoş hale sokup bu sarhoşluk-cezbe halindeyken ağızlarından
kaçırdıklarını söyledikleri sır yani Enel-Hakk (Ben O'yum) şüphesiz batıldır.
Allah, şuurumuz yerinde değilken, ne dediğimizi bilmezken, kendi farz kıldığı
ibadet olan namaza bile yaklaşmamamızı buyurmaktadır. Ne dediğini bilmezken
yapılan ibadetler veya yaşanan mistik tecrübeler hak ibadetler değildir, dinen
yasaktır. Zaten ortada bir mistik tecrübe varsa bilinç değişimi de muhakkak
vardır.
8) Bir yemek ya da maddeye benzerlik teşkil
ettiği gerekçesiyle başka madde veya yiyecekleri haram kılamayacağımız gibi,
sonuçlara kıyas yaparak da bir madde veya şey haram kılınamaz. Örneğin, hamr ve
meysirdeki şeytan işi "araya düşmanlık sokmak ve namazdan alıkoymak"
olduğu için bu sonuçlara sebep olabilme ihtimaline sahip olan bir şeyi, örneğin
futbolu haram kılamayız. Zaten Kuran okumak, tebliğ yapmak bile insanı namazdan
alıkoyabilir. Haram olan futbol, Kuran okumak, tebliğde bulunmak değil; şeytana
uymaktır.
9) Namaz kaçırmak, Allah'ın zikrini unutmak,
müminlerle aramıza düşmanlık sokmak büyük günahtır ve şeytana uymaktır. Bunun
bilincinde olunmalıdır.
10) Ne dediğini bilmeden kılınan namaz Allah'ın
açıkça emrettiği bir hükme karşı gelmek, onu çiğnemektir. (4/43)
11) Ayetleri bağlamlarından sökmek ya da konu
ile ilgili tek bir ayeti alıp, başka bir ayeti göz ardı ederek hüküm çıkarmak
Allah'ın emrine aykırıdır.
12) Şu kelimenin kökü budur'dan yola çıkarak
kelimeye kesin anlam yükleyip, onun üstünden teori geliştirip mutlak
doğruymuşcasına insanların önüne koymak hatalıdır. Kelime kökü ancak bir ipucu
sağlamak için incelenebilir.
13) Şeytandan korkmak da Allah'ın emrine bir
karşı geliş olduğundan bu konuda da dikkatli olunması gerekmektedir.
3/175 İşte size şeytan. O yalnız kendi
dostlarını korkutur. Eğer inananlarsanız onlardan korkmayın, benden korkun.
5/90'da şeytan kelimesi görüldü diye 5/93'ü
görmezden gelmek yahut 5/93 üzerine Kuran bütünlüğü ile çelişmeyecek şekilde
tefekkür etmemek insanların psikolojik bir bariyere takıldığının göstergesi
olabilir. Oysa Rabbimizin hamr konusunu 5/90-93'te tersten açıklayarak bize
şeytandan korkmayın, benden korkun ve kendi nefslerinizin şeytan aracılığıyla
manipule olmasından sakının mesajını da veriyor olması muhtemeldir.
14) Kuran'da hiçbir çelişki yoktur ve o öyle bir
tasarlanmıştır ki anadili ne olursa olsun, Arapça bilsin bilmesin, Allah'tan
layığıyla sakınan, aklını işleten, ona bütünlük içinde bakabilen ilim sahibi
herkes onu kavrayabilir. O, çeviri hatalarını bile düzeltebilecek şekilde
tasarlanmış bir Kitap'tır.
15) Hadis inanırlarının ve biz Osmanlı torunuyuz
diye övünenlerin bu konudaki şeyhül islam fetvalarını, İmam Azam ictihadlarını
örtbas ederek, hatta ve hatta Muhammed peygamberin nebiz içtiğine dair
hadisleri de sırf işlerine öyle geldiği için görmezden gelerek kolonya
kullanmak bile caiz değil olarak lanse etmesi büyük bir ahlak sorunudur. (Bkz:
İbni Ebi Şeybe, Musannaf, no: 24344, cilt 8/107 yahut Fahrettin Er-Razi,
Tefsiri-i Kebir, Bakara suresi 219. ayet açıklaması)
NOT: Bu konuyu araştırma sürecimde katkı
sağlayan, bitmek tükenmek bilmeyen beyin fırtınalarımı sabır ve hoşgörü ile
dinleyen, karşıt tez bulmak ve bizi çürütmek için çabalayanlar dahil herkese
teşekkürlerimi sunarım. Allah razı olsun, ilmimizi artırsın.