24 Temmuz 2024 Çarşamba

Kuran'a göre içki haram mı?

ÖNSÖZ: 

6 sene evvel forumda paylaştığım kapsamlı çalışmamı, oranın erişimi şu an olmadığı için bu platforma da taşıyorum, konunun yüz yıllar boyunca çok tartışmalı bir konu olduğu, ortaya çıkan sonucun ise alışık olunmayan türden olduğu aşikar; öte yandan vardığım sonuçtan, yani taşların çelişkisiz bir şekilde ancak bu şekilde yerli yerince oturduğundan emin olmasam böylesi kritik bir paylaşımı yapmazdım. Önyargı ile saldıranlarla uğraşacak vaktim yok ama düzgünce okuyup, düşünüp, hazmedip, kafasında samimi soruları olup tartışmak isteyen olursa yorumlarda tartışabiliriz. Selamlar

***

Kuran öğrencileri bilir, bazen cevabını aradığınız bir sorunun cevabı gözünüzün önünde senelerce durur ama göremezsiniz, kavrayamazsınız. Oysa o apaçık bir şekilde mübin olan Kitap'ta durmaktadır.

Aslında sadece siz onu görmeye o an hazır değilsinizdir, o konuyu kavrayacak ilminiz yeterli değildir yahut sizden Allah tarafından beklenen mantığı doğru şekilde kurabilecek, O'nun istediği şekilde akıl yürütebilecek yani Kuran'da başka ayetlerde size öğretilmek istenen aslında bambaşka konu gibi gözüken bazı şeylere yeterince teslim olamamış ve hayatınıza tam layığıyla geçirememişsinizdir. Allah hidayet nasip eder de doğru zaman gelir ise hayrete düşersiniz ben nasıl oldu da kadar apaçık bir şeyi göremedim diye. İşte Kuran bu sebeple evrensel bir kitaptır ve kıyamete dek de hükmü geçerli kalacaktır.

Ve o yüzden peygamberimizi örnek alıp şu ayete kulak vermek gerekir:

20/114 O Melik/o hak hükümdar olan Allah, yüceler yücesidir. Sana vahyi tamamlanmadan önce, Kur'an hakkında aceleci olma. Şöyle de:"Rabbim, ilmimi artır!"

Şimdi anlıyorum ki içki konusunda da benzer bir durum yaşanmış İslam dünyasında. Ayetler layığıyla kavranamamış, doğru-bütüncül mantık yürütülememiş, yanlış hükümler çıkarılmış, sonra bu yanlış hükümler Allah'ın emri "zannedildiğinden" konu ile bağlantılı başka ayetlerin anlamı o çıkarılan "insani hükme" uydurulmaya çalışılmış. Yani sanki öyle bir şey mümkün olabilirmiş gibi, mealler çarpıtılarak, parantezli yahut parantezsiz eklemeler ya da cümle-dilbilgisi yapı bozumları ile Allah'ın muhteşem Kitabı'nın sözde çelişkisi kapatılmaya çalışılmış. Aslında kapatmaya çalıştıkları kendi yapay çelişkilerinden başkası değilmiş.

Her zamanki gibi "suni sorunlar" yaratmış şeytan(lar) ve biz bu yapay sorunların içinde bocalayıp, birbirimizi yerken, bizi bunlarla oyalayıp gerçekte yapmamız gerekenlerden alıkoymuş. Hamr (ve meysir) konusu üzerinden başka yiyecek/içecekler, hatta sanat/ müzik gibi güzel nimetler için kıyas yoluyla haram kılma kapısını açmış, Allah'ın helal kıldıklarını, insanlara haram kıldırtıp şirke düşürmüş, din düşmanlarına koz vermiş, kademeli yasaklanma ve nasih- mensuh diye Kuran metodolojisiyle uyuşmaz saçmalıkların ortaya atılmasına olanak tanımış olmuş, Hayyam gibilere rubailer yazdırtmış. Üstüne üstlük bu kez kendi ismi (şeytan) üzerinden prim yapmış...

Yazı boyunca sekeren ve hamr kelimelerini orijinal haliyle kullanacağım için bilmeyenler için kısaca anlamlarını ayetler üzerinden açıklamaya çalışmakla başlayayım evvela.

"Sekeren" 16/67'de geçiyor ve ayet şöyle:

Hurmalıkların meyvalarından, üzümlerden de sarhoş edici bir içecek (sekeren) ve güzel bir rızık elde edersiniz. İşte bunda, aklını işleten bir topluluk için kesin bir mucize vardır.

Buradan anlıyoruz ki hurmadan ve üzümden elde edilen sarhoş edici (etanol) nice güzel rızıklardan biri olarak bize gösteriliyor. Rızık insanlara fayda sağlayan, yenilebilen ve içilebilen Allah'ın herkese nasip ettiği kendisinden faydalanılan maddi ve manevi her şeydir.

(Bu arada yazımın tamamını okuduktan sonra bu ayetin mealinin nasıl çarpıtılmaya çalışıldığını ve sekerenin bazı mealci ve tefsirciler tarafından sanki domuz eti gibi pis bir şeymiş gibi gösterilmeye çalışıldığını da anlayacaksınız ama bunu sona bırakalım)

Sukara ise yine sekeren ile bağlantılı ve sarhoş demek. Kuran içinde sukara kelimesine baktığımızda bunun ölüm sarhoşluğu dahil her türlü sarhoşluk halini kapsayabileceğini görmekteyiz.

Örneğin 4/43'te şöyle buyuruyor Allah:

Ey iman edenler! Sarhoşken (sukarayken), ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüpken de -yolculuk halinde olmanız müstesna- boy abdesti alıncaya kadar namaza yaklaşmayın...

Hamr'a gelirsek, hamr'ın kesin olarak ne olduğunun bilgisine sözlük yoluyla ulaşabilmemiz mümkün olamasa da, iddia edildiği gibi "aklın üstünü örten herşey" olmadığını anlayabiliyoruz. Rabbimiz cennette de hamr ırmakları olacağını yani orada müminlere hamr'ın müteşabihinin (benzeşiğinin) kadehlerle ikram edileceğini söylüyor. Oradaki hamr'ın aklı boşaltmayacağı ve baş ağrıtmayacağı da yine ayetlerde belirtiliyor. Bu durumda hamr ödül olarak sunulacak (1), sıvı bir içecek (2), meyvelerden elde ediliyor (3), aklın üstünü örtebilme özelliğine sahip (4) ve kimi zaman baş da ağrıtabiliyor (5) diyebiliriz.

Hamr'ın kök itibariyle örten anlamına geldiği ve bu sebeple de aklın üstünü örten her maddeyi kapsadığı ise Kuran'la çelişik bir iddia. Çünkü o zaman cennette "aklın üstünü örtmeyen aklın üstünü örten/boşaltan" ikram edilecek oluyor. Bunun da acı olmayan acı biberden bir farkı yoktur. Yani paradokstur. Zaten hafif bir çakırkeyiflik bile vermeyen şeye de hamr denmez, meyve suyu/ şıra denir. Demek ki cennetteki hamr "ne kadar çok içilirse içilsin" aklın içini boşaltacak seviyede sarhoşluk vermeyecek ve baş ağrıtmayacak türden olacak gibi bir akıl yürütme makuldur. Ya da cennet ehli bu dünyadakinden farklı olacağı için bu böyle olacaktır diye de düşünülebilir.

Bir kelimenin köküne bakıp ona anlam vermeye çalışmak ve bunun üzerinden gerçek anlama ulaşılabileceğini sanmak zaten hatalı bir yöntemdir. Kök ancak o kelime hakkında ufak bir ipucu sağlayabilir ki ona bile kesin denilemez. Örneğin televizyon kelimesini ele alalım. Tele uzak demek, vizyon ise görüş. Bundan 2000 sene sonra televizyon kelimesinin kökünü düşünerek ne anlama geldiğini bulmaya çalışanlar, şunları diyebilir mesela: televizyon dürbündür, televizyon teleskoptur, televizyon Google Earth'tür, televizyon internettir, televizyon kameradır, gözlüktür vs vs... televizyon bunların hepsidir. Hepsi midir? Hayır. İşte hamr da aynı bu şekilde aklın üstünü örten her şey değildir, bunu iddia etmek paradoks yaratır.

Hamr ya İmam Azam ekolünün iddia ettiği gibi şarap ya da o devirde sıklıkla tüketilen spesifik bir içki ismidir ya da örtü kelimesi ile olan bağlantısı aklın üstünü örtmek değil, "yapılırken üstü örtülen" anlamında olabilir ki mayalama işlemi için bu gereklidir. O halde Kuran'dan tam net anlamına ulaşamadığımız, ne anlama geldiğinin kesin bilgisine sözlük yoluyla da ulaşamadığımız hamr'ı spesifik bir içki türü (örneğin şarap) ya da mayalanarak yapılan içki olarak kenara yazalım, ki zaten tam ne anlama geldiğinin problemin çözümü açısından aslında en ufak bir önemi olmadığını birazdan göreceğiz.

Şimdi hamr kelimesinin bu dünya ile ilintili olarak geçtiği ayetlere bakalım:

2/ 219- Sana hamr'ı ve meysiri sorarlar. De ki: "Bu ikisinde büyük bir günah vardır; insanlar için çıkarlar da vardır. Ama onların kötülüğü yararlarından çok daha büyüktür."...

5/ 90- Ey iman edenler! Hamr, meysir, tapılmak için dikilen taşlar, fal okları şeytan işi birer pisliktir; ondan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz.

5/91- Şeytan; hamr ve meysire sokularak aranıza düşmanlık ve şiddetli nefret yerleştirip sizi Allah'ı anmaktan, namazdan geri çevirmek ister. Artık son veriyorsunuz değil mi?

İddiaya göre hamr (ve meysir) ilk başta sorulmuş ve onlarda günahın yanı sıra fayda da olduğu açıklanmış ve günahının faydasından büyük olduğu söylenmiş ama haram kılınmamıştır.

Kimileri de şunu iddia eder, hamr hakkında açıkça haram denilmese de 7/33 ayetinde" ism (günah) haramdır" buyuruyor Allah, işte bu sebeple hamr haramdır. Elbette "ism" yani günah haramdır. Ama 2/219'da "hamr ve meysir günahtır" demiyor ki Rabbimiz. O ikisinde büyük günah vardır diyor ve günahı daha fazladır diyor. Bu ikisi birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Örneğin, ben şimdi desem ki size Ferrari'de pek çok fayda vardır ama büyük sakınca da vardır ve sakıncası faydasından önemlidir. Buradan Ferrari komple kötü ve asla kullanılmaması gereken bir araçtır mı anlarsınız? Ferrari'sini satan bilge mi olursunuz?:) Ferrari'nin onlarca faydası vardır ama bu onlarca faydayı alt alta yazsam, sürücüsünü gaza getirip 250 bastırtıp bir canı öldürmesine değmez de anlaşılabilir değil mi? Bunun 2/219 için de öyle olduğunu, yani Allah'ın bu şekilde anlamamızı istediğini birazdan, yazıyı tamamlayınca anlayacaksınız.

Zaten hamr helal değildir diyenlerin, hamr'ı haram kıldığını iddia ettikleri asıl ayetler Maide Suresi'ndedir. Bu konuda bir ihtilaf yoktur. Sünni kaynaklarına göre de 2/219 indikten sonra kimileri hamr içmeyi bırakmış, kimileri ise devam etmiştir Maide Suresi inince hamr haram kılınmıştır.

Maide Suresi'nde bulunan "hamr kelimesinin" geçtiği iki ayeti paylaştım yukarıda sizinle. Fakat aslında Maide Suresi'nde bir "pasaj" var ve uymamız emredilen genel bir kaide var. O da şu:

2/85 ...Şimdi siz Kitap'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezillikten başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise böyleleri azabın en şiddetlisine itilir. Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.

Yani Allah bize ayetleri bütünlük içinde alıp cımbızlamamamızı, bağlam bütünlüğünü bozmamamızı emrediyor.

Yazının başında konunun hakikatle uyumlu çözümü için konuyla ilişkisiz gözüken başka ayetlere imanın (hazmetmenin) şart olduğunu belirtmiştim, şimdi bu söylemiş olduğuma Kuran'ı doğru anlamak için Arapça bilmenin şart olmadığını, eğer yeterince teslim olmuş kişiler olursak, Kuran'ın iç tasarımı sayesinde "Allah'a güven/ itaat (iman) ve mantık" ikilisiyle de meal hatalarının yakalanabileceğini de eklemek istiyorum. Zaten Kuran'ı anlamanın yolu Allah tarafından Arapça bilmek olarak değil imanlı olmak ve akıl/ ilim sahibi olmak olarak bize bildirilmiştir. Eğer Arapça bilmek bir şey ifade etseydi peygamberimizin tebliğde bulunduğu tüm çevresi onun mesajına derhal teslim olurdu.

Konuya dönerek, içkinin haram kılındığını iddia eden pasajı hatalı ve tahrif edilmiş bir meal üzerinden göstereceğim (ki birkaç istisna hariç maalesef çoğunluk hatalı) ve sonra da bu meallerin neden hatalı olduğunu/ hatalı olmak zorunda olduğunu ve bu ayetlerin meallerinde bulunan iman eksikliğinin yansımalarını göstereceğim. 

HATALI Diyanet Mealini paylaşıyorum:

5/90- Ey İnananlar! İçki (hamr), kumar (meysir), putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.
5/91- Şeytan şüphesiz içki (hamr) ve kumar (meysir) yüzünden aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?
5/92- Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin, karşı gelmekten çekinin; eğer yüz çevirirseniz bilin ki, peygamberimize düşen sadece açıkça tebliğ etmektir.
5/93- İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, -sakınırlar, inanırlar, yararlı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra isyandan sakınıp iyilik yaparlarsa- daha önceleri tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk yoktur. Allah iyi davrananları sever.

Bir tane daha hatalı meal paylaşayım (Ali Bulaç meali):

5/90- Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
5/91- Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?
5/92- Allah'a itaat edin, peygambere de itaat edin ve sakının. Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki, elçimize düşen, ancak apaçık bir tebliğdir.
5/93- İman edenler ve salih amellerde bulunanlar için korkup sakındıkları, iman ettikleri ve salih amellerde bulundukları, sonra korkup sakındıkları ve iman ettikleri ve sonra (yine) korkup sakındıkları ve iyilikte bulundukları takdirde (yasaklanmadan önce) yedikleri dolayısıyla bir sorumluluk yoktur. Allah, iyilik yapanları sever.

Görüleceği üzere burada hamr ve meysirle ilgili bir pasaj var. Yani Maide Suresi 90-91-92 ve 93. ayetler bir bütün. Zaten 94. ayet de "İman edenler" ifadesiyle yeni ve farklı bir konuya geçmekte.

Maide 93 ise tam olarak konunun çözümünü içeren fakat Allah'ın hükmüne teslim olmak yerine, akıllarınca çıkardıkları hükmü onaylatma peşine düşmüş mealciler tarafından anlamı hunharca katledilmiş olan ayet. Alkolün bir yudumunun bile haram olduğundan ve onun pis bir içecek olduğu hükmünden o kadar eminler ki parantezle ya da parantezsiz "haram kılınmadan evvel/ önce" ifadesini eklemekte ya da bu anlama gelecek şekilde cümledeki geniş zamanı, geçmiş zamana çevirmekte hiç bir sakınca görmemişler, korkmamışlar.

Şimdi o halde soruyorum kendilerine...

1) Hamr'ın bu pasaj (Maide 90-93) dışında haram kılındığını net bir şekilde ortaya koyan bir ayet var mı?

2) Hamr'ın bu pasaj dışında haram kılındığını gösteren bir ayet olmadığına göre yani hamrın bu ayetlerle haram kılındığını iddia ettiğinize göre nasıl oluyor da insanlar açıkça haram kılınmamış bir şeyi "önceden" tattıkları için günah kazanacak ve üstelik o günahın affı için de bir sürü şart gerekecek?

(3/93 Tevrat indirilmeden önce İsrail’in kendi nefsine HARAM kıldığı şeyler dışında tüm yiyecekler İsrailoğullarına helaldi. Onlara de ki: “Tevrat’ı ortaya getirin; doğru sözlü iseniz onu okuyun.” ayeti üzerine tefekkür ediniz!!!!!!!.)

Mesela, domuz haram kılınmadan evvel domuz yemek haram mıydı ki, domuz yemiş olanlar bundan ötürü sorumlu olsun. Müneccim mi bu insanlar?!!

Bir şey haram kılınmadan evvel o şeyi yemek değil, ona haram demektir asıl günah ve şirk olan.


Domuz Allah tarafından haram kılınmadan evvel domuza haram demek de şirktir, haramdır.

O halde aynısı hamr için de geçerlidir.

Açıkça anlaşılacağı üzere mealciler gerek Nahl Suresi'ne ve gerek başka ayetlere ve ne acıdır ki ayetlerde onlarca kez vurgulanmış olmasına rağmen "helalin de haramın da tek belirleyicisinin Allah olduğu gerçeğine" layığıyla teslim olamamalarından mıdır nedir aslında çok basit ve Kuran'ın bütünlüğüyle çelişen bir mantık hatasını bile fark edememişler ve kendi kafalarındaki hükmü onaylayacak ama başka ayetlerle çelişki doğuracak şekilde çevirmişlerdir.

Görüldüğü üzere olayı çözümlemek için Arapça bilmeye bile gerek yoktur aslında. Allah'a güven, Kuran'daki emirlerin bütününe istenilen şekilde teslimiyet ve azıcık akıl, mantık Maide 93'ün doğru mealin ne şekilde yapılmak zorunda olduğunu ortaya koymaktadır.

Eksik olmasınlar Hüseyin Atay, Muhammed Esed, Edip Yüksel ve birkaç kişi doğru meali yapmış:

Hüseyin Atay:
5/93- İnanıp yararlı işler yapmış olanlar, saygılı oldukları, inandıkları ve yararlı işler işledikleri zaman, yine saygılı olmuşlar ve inanmışlar, yine de saygılı olup iyi davranmışlarsa tadım tatmalarına kendilerine bir sorumluluk olmaz. Allah iyi davrananları sever.

Edip Yüksel:

5/ 93- İnanıp erdemli işler yapanlar, emirlere uyarak inanıp erdemli davrandıkları, günahlardan sakınıp inandıkları ve yine sakınıp iyilik yaptıkları sürece yediklerinden ötürü kendilerine bir günah yoktur. ALLAH iyi davrananları sever.

Bu mealler kullanılan zaman kipi (geniş zaman) açısından doğru olmakla birlikte biraz açıklamaya ihtiyaç var. Burada Atay tarafından "tadım tatmak" olarak, Yüksel tarafından da "yediklerinden" olarak çevrilen kelime "taime" kelimesidir ve taime yemek-içmek anlamına geldiği gibi Türkçe'de kullandığımız aşkı tatmak, eğlenceyi tatmak ifadelerindeki tatmak gibi daha kapsayıcı bir anlama sahiptir ve Türkçe'de tatmak dediğimizde kast ettiğimiz şey ucundan tadına bakmakken, Arapça'da bu böyle değildir. Mesela iki bardak meyve suyu ve iki tabak yemek yediğinizde de taime yapmış olursunuz.

Maide 93'teki taime'nin geçmiş zamana refere etmesinin mümkün olmadığını mantık zaten tek başına çözüyor, başka türlü olması zaten Kuran bütünlüğünde (bir şeyin haram kılınmadan evvel haram olmaması ve tek haram kılıcının Allah olduğu ilkesinde) büyük bir çelişki çıkartıyor ama ben yine de anadili Arapça olan (Arapça bilen değil, Arapça anadili olan) iyi eğitimli, hatta çevirmenlik de yapmış olan, Arapça dil bilgisi kurallarına hakim ve objektif üç kişiye de buradaki gramatik yapıyı danıştım. (Bunu da Kuran'da çelişki çıksa keşke diye elini ovuşturanlar için belirtiyorum) Danıştığım her üç kişi de buradaki taime fiilinin geçmiş, şimdi ve geleceğe refere eden "süregelen" bir anlama sahip olduğunu ve eğer geçmiş anlamı vurgulanmak istense cümleye önceden/ evvelden ifadesinin eklenmesi gerektiğini belirtti.

Şimdi artık elimizde doğru çeviri olduğuna göre Allah'ın hamr konusundaki hükmünü yeniden gözden geçirebiliriz:

Allah 5/93. ayette hamr'ı içmeyi takvalı davranma ve mümin mesuliyeti ile davranma ŞARTINA tabi tutarak helal kılmakta. 

Bundan eminiz, başka yolu yok. Konu ile ilgili diğer ayetleri de şimdi bu kesin delili baz alarak inceleyelim ve doğru çıkarımlara varalım:

5/91- Şeytan; hamr ve meysire sokularak aranıza düşmanlık ve şiddetli nefret yerleştirip sizi Allah'ı anmaktan, namazdan geri çevirmek ister. Artık son veriyorsunuz değil mi?

Üst satırda paylaştığım Maide Suresi 91. ayet, Bakara Suresi 219. ayetin tefsiri. Zaten Rabbimiz Kuran'ı bizzat kendisinin tefsir ettiğini şu ayetle bildirmekte:

25/33 Onlar sana bir mesel getirdikçe,biz sana hakkı ve en güzel yorumu (ahsena tefsir) getiririz.

2/ 219- Sana hamrı ve meysiri sorarlar. De ki: "Bu ikisinde büyük bir günah vardır; insanlar için çıkarlar da vardır. Ama onların kötülüğü yararlarından çok daha büyüktür."...

Yani müminler için hamr'da (ve meysirde) bulunan büyük günah şeytanın onlara sokularak müminlerin arasına düşmanlık ve şiddetli nefret yerleştirmek istiyor olması ve müminleri Allah'ı anmaktan, namazdan geri çevirmek için bunları bir araç olarak görüyor olması.

İçki içip zina yapan olabilir, karısını/ çocuğunu döven olabilir, 
alkollüyken araç kullanıp kaza yapıp haksız yere adam öldüren de olabilir ama bu davranışlar zaten müminlik sınırları/mesuliyeti içindeki eylemler değildir


5/ 90'da ise "şeytanın pis işi" olarak gösterilen tam dört tane şey bulunmakta. Hamr, meysir, tapılmak için dikilen taşlar, fal okları. Bunlardan iki tanesi olan "tapılmak için dikilen taşlar" ve "fal okları"yla ilgili haram (bunlarda hayvan kesimi yapmak ve bu yolla hayvanı taksim etmek şeklinde) zaten aynı surenin 3. ayetinde bize okunan net haram listesinde izah edilmekte. Maide 91'de ise, bu ikisinden bağımsız, sadece hamr ve meysir konusu detaylandırılır. Ayrıca gelebilecek itirazlara peşinen cevap vermek adına 5/ 90'daki zamirin tekile refere ettiğine, çoğula yani oradaki 4 şeye direkt gitmediğine de dikkatinizi çekerim. Yani orijinal metinde "ondan kaçının" denmektedir, "onlardan/bunlardan" değil ki bu da şeytana ya da şeytanın ondaki işine gider.

Derleyip toparlayacak olursak, Maide 90-93'te Maide Suresi 3. ayettekine benzer bir düzen vardır. Orada da haram kılınanlar okunur sonra istisnası açıklanır ve bu istisna açlıktan ölme halinde ortaya çıkan izin yani "helallik" durumudur. Maide 90-93'te de Rabbimiz bunu andıran bir düzeni kullanmış, önce hamr ve meysirle ilgili haram olan şeyi açıklamış sonra da 5/93'te istisnayı açıklayarak mümin mesuliyetiyle içenler ve takvalı davrananlar, şeytanın tuzağına düşmeyecekler için, düşmeyecekleri ölçüde helal kılmıştır. Yani hamr'ın bizzat kendisi, bir yudumu bile haram yahut pis asla olmayıp onu şeytanın pis tuzağına düşecek ölçüde/ şekilde içmek büyük günah ve haram olandır.

Bu durumda hamr içip günaha girmenin girilen günah üzerinde hiçbir hafifletici etkisi yoktur ve aksine uyarılmış olduğumuz bir konu olduğu için buradaki günah alkolsüz halde girilen aynı günahınkinden daha ağır da olabilir.

Allah'ın koyduğu hamr tüketimi ölçüsünün sınırı sarhoşluk değildir aslında. Zira Rabbimiz şu şekilde buyurmayı uygun görmüştür:

4/43 Ey iman edenler! Sarhoşken (sukarayken), ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüpken de -yolculuk halinde olmanız müstesna- boy abdesti alıncaya kadar namaza yaklaşmayın...

Yani eğer gerçek ölçü sarhoşluk olsaydı o zaman Allah "sarhoşken namaza yaklaşmayın" der, sarhoşken "ne dediğinizi bilene dek" namaza yaklaşmayın demezdi. Gerçek ölçü Maide 93'te bildirilmiştir ve bu sarhoşluk değil, takvanı koruyabileceğin miktarda, müminlik sorumluluğunu koruyabileceğin miktarda içmektir. Bu kimi insan için bir kadeh, kimi insan için beş kadeh olabilir. Kimi insan sarhoş bile olsa yine takvalı davranır, kimi insanda ise durum böyle değildir. Kimi insan namazını kıldıktan sonra evinde yalnız içer, kimi insan sosyal ortamlarda içmeyi sever.

İmam Azam'ın ve Osmanlı şeyhül islamlarının içkinin serbestliğini hangi sebeple sarhoşluk ölçüsüne bağladıklarını empati kurarak anlamaya çalışabiliriz. Her bireyin içkiye karşı toleransı gibi takva düzeyi de farklı olduğundan bunu herkesi kapsayacak bir fetva olarak sunmanın başka bir yolu yoktur. Bizzat içkinin kendisini haram kılmayan ve ona pis yakıştırmasını yapmayan (yani insanları helali haram kılmak yoluyla şirke batırmayan) bir fetva vicdanlı ve insanları şeytanın pisliğinden koruma amaçlı yapılmış iyi niyetli bir fetvadır denilebilir. Rabbimizin emrine bire bir paralel olmasa da orta yolu bulmuş bir ictihaddır. (şarabı haram kılma kısmı hariç)

Sizden ricam Nahl Suresi'ni baştan sona bir oturuşta okumanız:
http://www.kuranikerim.gen.tr/default.asp

Her ne kadar surenin 67. ayeti hamr'ın sarhoş etmeyecek kadarı, bir yudumu bile yasaktır görüşünü haklı çıkarmak için aşağıda vereceğim şekilde "hem... hem" yapısı kullanılarak tahrif edilse ve sekeren, güzel olan bir rızığın karşıtı olan pis bir şey olarak lanse edilmeye çalışılsa da sadece 16:66-69 arasındaki dört ayeti bile okusanız böyle olamayacağını, orada sayılan şeyler arasında pis bir şeye yer olamayacağını göreceksiniz.

16/ 67 Ve hurma ağaçlarının meyvelerinden, üzümlerden hem sarhoş edici içkiler ve hem de güzel bir rızık elde edersiniz. Akleden bir toplum için bunda bir işaret vardır. (Hatalı Edip Yüksel meali)

İşin hayret verici tarafı Rabbimiz aslında 16/67'nin "hem... hem"li yapıyla anlamının kaydırılmasını bile 16/11'le deşifre etmektedir.

16/11 O suyla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve her çeşitten meyvalar bitirir. Hiç kuşkusuz, bunda, derin derin düşünen bir toplum için gerçek bir mucize vardır.

Burada zaten üzüm ve hurma temiz rızıkları/meyveleri ayrıca belirtmiştir. 16/67'de belirtilen temiz rızık ise sekeren'in ta kendisidir.

Zaten Rahman Suresi'ni andıran Nahl Suresi'nin ana mesajı , sureyi baştan sona okuyanların görmüş olduğu üzere, Allah'ın kulları için yarattığı temiz ve güzel nimet / rızıklar ve bunları inkar edenlere bunlar üzerinden meydan okunmasıdır.

Ve yine hurma ve üzümden elde edilen sekeren'i şeytan işi bir pislik değil, Allah'ın rızkı olarak açıklayan bu sure şu ibret verici ayetleri de içermektedir:

16/114 Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal ve temiz olarak yiyin! Eğer yalnız O'na ibadet ediyorsanız, Allah'ın nimetlerine şükredin!

16/115 O size ancak şunları haram kılmıştır: Ölü/hayvan/leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına kesilen hayvan. Bununla birlikte, zorda kalan, başkasının hakkına tecavüz etmemek, sınırı da aşmamak şartıyla bunlardan yerse, Allah bağışlayacak, merhamet edecektir.

16/116 Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar.

Sekerenin rızık olarak gösterildiği bu sure, temiz ve helal olarak yani takvalı davranarak, kendisinde bulunan günahtan uzak kalarak, hamr'ı da içip şükredebileceğimizi açıkça ifade etmekte ve haram kılınan yiyecek ve içecek (akan kan) listesini de yeniden eksiksiz olarak sunmaktadır. Özetle Rabbimiz içkinin bir yudumu bile haram diyenlerin yahut bu liste dışındaki herhangi bir rızık için haram diyenlerin lehine en ufak bir açık kapı bırakmamıştır. (Haram kılınan dört şey yiyecektir, içecek o listede yoktur iddiasında olanlar, AKAN kan ifadesi üzerine düşünsün)

16/35 Ortak koşanlar dediler ki: "Eğer Allah isteseydi biz de atalarımız da Allah dışında bir şeye kulluk/ibadet etmez, O'na rağmen hiçbir şeyi haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.

6/148 Şirke batanlar şöyle diyecekler: "Allah dileseydi, ne biz şirke sapardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi haram da yapmazdık." Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar bu şekilde yalanlamışlardı. De ki: "Yanınızda, önümüze çıkaracağınız bir ilminiz var mı? Zandan başka bir şeye uymuyorsunuz. Sadece saçmalıyorsunuz siz."

Bir konunun hakikat eksenindeki yerini bulması başka ayetlerin layığıyla anlaşılmasına sebep olmaktadır muhakkak. Şu ayetler de, bu bağlamda, yine bu konu ile ilgilidir:

7/32 De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı süsü, güzel, temiz ve tatlı rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Dünya hayatında onlar, inananlar için de var. Kıyamet gününde ise yalnız inananlar içindir onlar." Bilgiden nasipli bir topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz.

İşte hamr (ya da müteşabihi) tam da bu sebeple cennet ehline ikram edilecek içecekler arasında pek çok kez anılmıştır. Çünkü o günaha batmayacak şekilde tüketildiğinde temiz bir rızık olarak bu dünyada müminler için de vardır. Ahirette ise yalnızca müminler için var olacaktır.

Ve artık şu ayeti de daha layığıyla kavrayabiliriz:

5/5 Bugün size bütün temiz nimetler helal kılındı. Kendilerine kitap verilmiş olanların yemekleri size helaldir. Sizin yemekleriniz de onlara helaldir.

Kitap ehli olan Yahudilerde de domuz, kan, leş, koşer tanımına uygun olmayan etler haram olup, şarap (içki) içmek serbesttir.

Konuyu nihayete erdirecek olursak:

1) Hamr'ın ne kademeli olarak haram kılınmış olması ne de nasih-mensuhla hükmünün değiştirilmiş olması mümkün değildir. Nüzul sırasına uygun olarak dizildiği iddia edilen mushafta abdest ayeti (5/6) teyemmüm ayetinden (4/43) sonra inmiş gözükmekteyken, müminler abdestsiz mi namaz kılıyorlardı bir düşünülsün bakalım. Hangi net delili baz alarak, o ayet önce, şu ayet sonra indi deme hakkınız var ki bir de nasih-mensuh yapıp ayetlerin hükmünü birbirine iptal ettirme cüretinde bulunuyorsunuz, iniş sırası dediğiniz mushaftaki diziliş sırasında bariz çelişkiler varken? Kitap bütüncül olarak, her ayeti kapsayacak şekilde ele alınmak zorundadır.

2) Hamr'ın ne anlama geldiğinin hiçbir önemi yoktur. Şarap da olsa viski de olsa, içkilerin hepsi de olsa müminler için "ŞARTLI HELAL"dir. Takvalı davranarak, sakınarak, mümin mesuliyetinden hiç taviz vermeden, ondaki günahtan sakınarak ve Rabbine şükrederek içilebilir.

3) Kişisel tercih içki içmemekten yana olsa bile, içki haramdır demek Allah'a atılan bir iftiradır. Çünkü tek bir helal ve haram belirleyicisi vardır o da Allah'tır.

4) Allah bu konuda bizi özel olarak uyarmış olduğu için sakınarak içilmesinde ve dikkatli olunmasında fayda vardır. Bu konuda devlet eliyle yasaların yaptırım gücü yükseltilebilir, araç kullanmak için gereken 50 promilin altı sınırı sıfıra çekilebilir ama hiçbir cezai yaptırım İslam'la desteklenemez.

5) Kuran'da bize okunanlar harici herhangi bir yiyecek ve içeceğe kıyas yaparak haram demenin kapısı kıyamete dek kapalıdır ve müminlere bunu demek yasaktır.

6) Bunca somut delilden sonra, "çoğu haram olanın azı da haramdır" hadisini getirerek hamr'ın bir yudumu bile haram demeye devam edenler ahlaklı / tutarlı olabilmek için kendilerine dağ çileği, amarula, durian, çikolata ve hatta oksijeni bile haram kılmalıdırlar. Zira, onlar da çok miktarda tüketildiğinde sarhoş ediyor. Rabbimizin evren ayetleri ortaya çıktıkça ve bizler O'nun ilmini keşfettikçe hakla batıl da birbirinden daha net ayırt edilir olmaktadır.

7) Sufilerin bilinçlerini değiştirip yani kendilerini sarhoş hale sokup bu sarhoşluk-cezbe halindeyken ağızlarından kaçırdıklarını söyledikleri sır yani Enel-Hakk (Ben O'yum) şüphesiz batıldır. Allah, şuurumuz yerinde değilken, ne dediğimizi bilmezken, kendi farz kıldığı ibadet olan namaza bile yaklaşmamamızı buyurmaktadır. Ne dediğini bilmezken yapılan ibadetler veya yaşanan mistik tecrübeler hak ibadetler değildir, dinen yasaktır. Zaten ortada bir mistik tecrübe varsa bilinç değişimi de muhakkak vardır.

8) Bir yemek ya da maddeye benzerlik teşkil ettiği gerekçesiyle başka madde veya yiyecekleri haram kılamayacağımız gibi, sonuçlara kıyas yaparak da bir madde veya şey haram kılınamaz. Örneğin, hamr ve meysirdeki şeytan işi "araya düşmanlık sokmak ve namazdan alıkoymak" olduğu için bu sonuçlara sebep olabilme ihtimaline sahip olan bir şeyi, örneğin futbolu haram kılamayız. Zaten Kuran okumak, tebliğ yapmak bile insanı namazdan alıkoyabilir. Haram olan futbol, Kuran okumak, tebliğde bulunmak değil; şeytana uymaktır.

9) Namaz kaçırmak, Allah'ın zikrini unutmak, müminlerle aramıza düşmanlık sokmak büyük günahtır ve şeytana uymaktır. Bunun bilincinde olunmalıdır.

10) Ne dediğini bilmeden kılınan namaz Allah'ın açıkça emrettiği bir hükme karşı gelmek, onu çiğnemektir. (4/43)

11) Ayetleri bağlamlarından sökmek ya da konu ile ilgili tek bir ayeti alıp, başka bir ayeti göz ardı ederek hüküm çıkarmak Allah'ın emrine aykırıdır.

12) Şu kelimenin kökü budur'dan yola çıkarak kelimeye kesin anlam yükleyip, onun üstünden teori geliştirip mutlak doğruymuşcasına insanların önüne koymak hatalıdır. Kelime kökü ancak bir ipucu sağlamak için incelenebilir.

13) Şeytandan korkmak da Allah'ın emrine bir karşı geliş olduğundan bu konuda da dikkatli olunması gerekmektedir.

3/175 İşte size şeytan. O yalnız kendi dostlarını korkutur. Eğer inananlarsanız onlardan korkmayın, benden korkun.
5/90'da şeytan kelimesi görüldü diye 5/93'ü görmezden gelmek yahut 5/93 üzerine Kuran bütünlüğü ile çelişmeyecek şekilde tefekkür etmemek insanların psikolojik bir bariyere takıldığının göstergesi olabilir. Oysa Rabbimizin hamr konusunu 5/90-93'te tersten açıklayarak bize şeytandan korkmayın, benden korkun ve kendi nefslerinizin şeytan aracılığıyla manipule olmasından sakının mesajını da veriyor olması muhtemeldir.

14) Kuran'da hiçbir çelişki yoktur ve o öyle bir tasarlanmıştır ki anadili ne olursa olsun, Arapça bilsin bilmesin, Allah'tan layığıyla sakınan, aklını işleten, ona bütünlük içinde bakabilen ilim sahibi herkes onu kavrayabilir. O, çeviri hatalarını bile düzeltebilecek şekilde tasarlanmış bir Kitap'tır.

15) Hadis inanırlarının ve biz Osmanlı torunuyuz diye övünenlerin bu konudaki şeyhül islam fetvalarını, İmam Azam ictihadlarını örtbas ederek, hatta ve hatta Muhammed peygamberin nebiz içtiğine dair hadisleri de sırf işlerine öyle geldiği için görmezden gelerek kolonya kullanmak bile caiz değil olarak lanse etmesi büyük bir ahlak sorunudur. (Bkz: İbni Ebi Şeybe, Musannaf, no: 24344, cilt 8/107 yahut Fahrettin Er-Razi, Tefsiri-i Kebir, Bakara suresi 219. ayet açıklaması)

NOT: Bu konuyu araştırma sürecimde katkı sağlayan, bitmek tükenmek bilmeyen beyin fırtınalarımı sabır ve hoşgörü ile dinleyen, karşıt tez bulmak ve bizi çürütmek için çabalayanlar dahil herkese teşekkürlerimi sunarım. Allah razı olsun, ilmimizi artırsın.

1 Kasım 2020 Pazar

Müslümanlara ayakkabı giymek farz mıdır?



Taha 12- "Benim ben senin Rabbin! Hadi, pabuçlarını çıkar; sen kutsal vadide, Tuva’dasın”

Sevgili okur, şimdi sana soruyorum, düşün ve kendine içtenlikle cevap ver lütfen; bu ayetten Tuva’ya (kutsal bir mekana) doğru yola çıkan birisinin ayağına ayakkabı giymek zorunda olduğu anlamını çıkartabilir misin?

Yani "ayakkabı ayağında olmak zorunda ki çıkarabilsin", "ayakkabı giymek dini bir zorunluluktur", "dinin bir farzdır", "ayakkabı giymek Allah’ın kesin ve çok önemli bir emridir" diyebilir misin net bir şekilde?

Diyemezsin değil mi?

Bu ayete göre önemli olan, ayakkabısız bir şekilde o mekana girmek ya da belki temiz ayaklarla bahsi geçen mekana girmektir. Ayakkabı giymek de Allah’ın emri değildir.

İşte ayakkabı giymek Allah’ın farzıdır diyemezseniz, başörtüsü takmak da Allah’ın farzıdır diyemezsiniz; samimi, dürüst bir şekilde analiz ederseniz.

Başörtüsünün müslüman kadınlara farz olduğuna dair delil olarak ileri sürülen ayet Nur Suresi 31. ayettir:

Mümin kadınlara da söyle: Bakışları ölçülü olsun ve cinsel organlarını korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünenler hariç açmasınlar. Hımarlarını (örtülerini/başörtülerini) yaka açıklarına koysunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler: Kocaları, yahut babaları, yahut kocalarının babaları, yahut oğulları, yahut kocalarının oğulları, yahut kardeşleri, yahut kardeşlerinin oğulları, yahut kendi kadınları, yahut ellerinin altında bulunanlar, yahut kadına ihtiyaç duymaz olmuş erkeklerden kendilerinin hizmetinde bulunanlar, yahut kadınların mahrem yerlerini henüz anlayacak yaşa gelmemiş çocuklar. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler, hepiniz topluca Allah’a tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz.

Bu ayetteki “hımar” kelimesinin temel anlamı “örtü” olup, sözlüklerde “örtü” ve “başörtüsü” anlamları verilmiştir. Ama burada önemli olan asıl nokta, ayette kapatılacak yerin saç-baş değil yaka açığı/göğüs bölgesi olarak geçmesidir. Yani başka bir ifade ile, bu ayette gösterilen hedef saç değil, göğüs bölgesidir. Bu zaten dinde Kur’an'dan başka kaynak kabul etmeyenlerin senelerdir dile getirdikleri argümandır.

Son dönemlerde gözüme çarpan karşıt argümanlardan bazıları ise "hımarın başörtüsünün özel adı olduğu", "örtü gibi genel bir anlama sahip olmadığı", "kadınların başının zaten hali hazırda örtülü olduğu için o şekilde ifade edildiği" vs.dir.

Örneğin, göz atmak isteyenler için, Erdem Uygan şu yazısında bunlara değinmiş; bir zamanlar Mustafa İslamoğlu’nun da benzer argümanları ileri sürdüğünü hatırlıyorum:

https://www.suleymaniyevakfi.org/basortusu/kurani-tahrife-modern-bir-ornek-himar-basortusu.html

(Bu arada, verdiğim yazıda, direkt konu ile alakalı olmayan, hatalı bulduğum başka hususlar olsa da, bunlara girmeden, sadece başörtü meselesine odaklanmak istiyorum.)

Erdem Uygan, hımar kelimesinin örtü anlamına; “örtü anlamına gelen kelime hımâr değil hamr kelimesidir” diyerek itiraz ediyor ve ekliyor:

“Hımâr kelimesinin sözlüklerde verilen anlamı “kadının” başörtüsüdür. Hatta Ragıp El İsfahanî’nin meşhur Kur’an lugati Müfredat’a göre hımâr, “Arap örfünde” kadının başörtüsüdür. Kur’an’ın Araplar tarafından sadece başörtüsü anlamında kullanılan bir kelimeyi başka bir anlamda kullanmasının hiçbir gerekçesi olamaz”

Kısa bir süre için, Erdem Bey’in haklı olduğunu ve ayetteki kelimenin örtü değil onun iddia ettiği şekilde yalnızca başörtüsü olduğunu varsayalım ve Nur Suresi 31. ayetteki “hımar” kelimesi kadınların başına örttüğü başörtüsü-eşarp anlamına geliyor olsun. Şimdi de, ayette tarif edilen kadınları zihnimizde canlandıralım:

Tablomuzda müslüman kadınlar var, kendilerinin başlarında örtü var ve göğüs bölgeleri de açık. Bu kadınların başlarına bu örtüyü dini bir emirden dolayı takmış olmaları mümkün mü? Mümkün değil, çünkü bu ayetten önce inen, başörtüsü takılması gerekliliği konusunu tartışmaya açabilecek bir ayet mevcut değil. 

Peki ayette bahsi geçen kadınların ortada o ana dek gelmiş dini bir emir olmasa dahi, Kur’an’ın başka ilkelerinden ötürü, Nur 31’in ima ettiği karşı cinsi tahrik etmemek gibi dini bir sebeple, saçlarıyla kimseyi tahrik etmemek için başlarını örtmüş olmaları mümkün mü? Hayır, o da mümkün değil çünkü ayette tarif edilen kadınların başları örtülü de olsa göğüs bölgeleri açık ki kapatılması isteniyor. Dünya üzerindeki her kadın saçtan ziyade göğüs bölgesinin tahrik edici, cinsellik çağrıştıran bir bölge olduğunu bilir, haliyle, bu dediğimiz de olamaz. 

O zaman, ayetteki bu kelime Erdem Uygan’ın dediği gibi başörtüsü anlamına geliyor bile olsa dini bir sebeple takılmış bir örtü değildir. Yani kadınların başında örtü olsa bile bu belki iklimsel sebeplerle, güneşten-kumdan korunmak için, belki daha şık ve süslü görünmek için, belki onların yerel kıyafetleri öyle olduğu için vardır. Hal böyleyken, başları örtülüyken göğüs bölgeleri açık olan kadınların başlarındaki örtüyü karşı cinsi tahrik etmekten kaçınmak için, yani dini bir gerekçe-hassasiyet ile takmış olduğunu söylemek ortaya absürt ve ikiyüzlü bir tablo çıkarır.

Hımar ister örtü anlamına gelsin, ister başörtüsü anlamına gelsin, hiç fark etmez, aynı yazımın başlangıcında verdiğim ayetteki ayakkabı örneğinde olduğu gibi, Nur Suresi 31. ayetindeki asıl hedef değildir. Yani nasıl ki Taha Suresi 12. ayetten yola çıkıp “ayakkabı giymek Allah’ın emri”, “ayakkabı müslümanlara farzdır”, “müslümanlar asla ayakkabısız dolaşamazlar ki kutsal mekana girdiklerinde çıkarabilsinler”, “ayakkabı giymek farz değildir diyen kafir olmuştur” demek mümkün değilse, aynısı "başörtüsü takmak farzdır" söylemi için de geçerlidir.

Selamlar, sevgiler.

16 Ocak 2020 Perşembe

Tüm Hayvanlar Eşittir ama Bazı Hayvanlar Daha Eşittir?




George Orwell, "Hayvan Çiftliği" adlı kitabında yazımın başlığı olan cümleyi benim yazdığım amaçla yazmadı elbet. Ama irdelemek istediğim konuya da "cuk" diye oturdu doğrusu. Hem de öyle mecazi falan da değil. Avustralya hükümetine göre bazı hayvanlar diğerlerine göre daha eşit, daha değerli olsa gerek. Hayvan sevgisi ile ilgili bu ikiyüzlülük de nedir, anlamlandırmak kolay değil.

Bölgede son dönemde yaşanan yangınlar ve yangından etkilenen tatlı koala ve kanguru fotoğrafları, gören herkesin yüreğini dağlamıştır. Öte yandan, bu yazıda paylaştığım güncel haberi görünce gözlerime inanamadım. Koala ve kanguruları seviyor, kurtulsunlar diye çırpınıyor, onlar için üzülüyor, bağışlarda bulunuyor da develeri sevmiyor muyuz? 

Bu kişisel eleştiri ve kınamadan sonra, bloğumun içeriği gereği, asıl yazmak istediğim konuya yani bu haberin bende çağrıştırdığı ve hatta idrak etmeme katkı sağladığı ayetlere gelebiliriz:

Açıkçası Salih Peygamberin uyarıda bulunduğu Semud kavminin tam ne üzerine helak edildiğini ve helak öncesinde peygamber ve ona karşı gelen halk arasında geçen deve ile ilgili diyalogu tam kavrayamıyordum, ta ki bu haberi görene dek. 

Salih peygamberin kavmi Semud'un deve vesilesiyle sınanması ve sonra da elçinin uyarısını kaale almayınca toplumun deve olayı üzerine helak edilmesi pek çok farklı surenin ayetine konu edilmekte. (Örneğin; Araf, Hud, Şems, Şuara, İsra, Kamer Sureleri) İlgili ayetlerin hepsini buraya taşımayacağım ama inceleyenler görecekler ki deve Salih'in peygamberliğini inkâr eden kavme bir kanıt (beyyine), mucize olarak yollanmıştır ve her kanıt/ mucize gibi bir imtihan aracıdır. 

Ğaşiye Suresi'nde de deve Allah'ın eşsiz yaratışına örneklerden biri olarak sunulmuştur:

Bakmıyorlar mı o deveye, nasıl yaratıldı!
Ve göğe ki, nasıl yükseltildi!

Salih Peygamber halkına şöyle der:

Şems 13-15

Allah'ın elçisi onlara şöyle demişti: "Allah'ın devesini ve onun su içme hakkını koruyun." Fakat elçiye inanmadılar da deveyi devirip boğazladılar. Bunun üzerine, Rableri onların günahlarını kendi başlarına geçirdi de o yurdu dümdüz etti. Allah, işin sonundan korkacak değil ya! 

Şuara 153-158

Dediler: "Sen, adamakıllı büyülenmişsin." "Sen de bizim gibi bir insansın. Eğer doğru sözlülerden isen, hadi bir mucize getir." Dedi: "Şu bir dişi devedir. Onun su içme hakkı var. Belli bir günde su içme hakkı da sizin." "Ona kötülükle ilişmeyin. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar." Onu yere yatırıp kestiler. Sonra da pişman oldular. Sonunda azap onları yakaladı. Bunda elbette bir ibret var. Ama onların çoğu inanan kişiler değildi.

Kamer 23-30

Semûd da uyarıları yalanlamıştı. Şöyle demişlerdi: "İçimizden bir tek insana mı uyacağız? Vallahi böyle bir durumda biz, sapıklık ve çılgınlık içine düşeriz.""Aramızdan öğüt ona mı verildi? Hayır, o yalancı küstahın biridir." Yarın bilecekler, kimmiş yalancı küstah! Bir imtihan aracı olarak kendilerine dişi deveyi göndereceğiz. Artık gözetle onları ve sabret! Suyun, aralarında bölüştürüleceğini onlara bildir. Her su alış /içilecek her miktar hazırlanmıştır. Arkadaşlarını çağırdılar, o da hançerini kapıp deveyi boğazladı. Nasılmış benim azabım ve uyarılarım!”

Paylaştığım güncel haberdeki develerin katledilmesine sebep olan yüksek endişeden de anlaşıldığı üzere, deve çok su tüketen bir hayvandır. Çünkü suyu hörgüçlerinde stoklar. Ayetler ve habere bir arada baktığımızda anlaşılan o ki, devenin bol su tüketimi dönem dönem insanlar üzerinde su rezervlerinin tükenmesiyle ilgili bir tehdit duygusu oluşturmuştur.

Semud kavminin en temel hatası belki de her canlının rızkını Allah’ın üstlendiğini gözden kaçırmış olmasıdır. Aslında israf etmeden, sistematik bir şekilde paylaşıldığında hem kendilerine hem de deveye yetecek kadar su ve rızık varken aç gözlülük etmişler, hayvanın hakkını hiçe saymışlardır ve bu da helaklerinin vesilesi olmuştur.  Allah için daha çok yağmur yağdırmak da daha çok ekin çıkarmak da gayet kolaydır.



Hud 6 Yerde hiçbir debelenen yoktur ki, rızkı Allah'ın üzerinde olmasın. O, onun karar kıldığı noktayı da bilir, emanet edildiği yeri de. Herşey, apaçık bir Kitap'tadır.



Selamlar ve sevgiler

Not: Devlet, hükümetler sözüm ona çözüm üretme gayesiyle vardırlar. Bu olayın çözüm üretme mercisi elbette ben değilim.  Ama yine de sıradan halktan birisi olarak bu develer bu şekilde öldürülmek yerine başka bir çözüm yolu bulunabilirdi, belki bölüştürülerek başka ülkelere dağıtılabilirdi ya da iddia edildiği şekilde kontrolsüzce üremeleri baştan engellenebilirdi vs vs.

***

Avustralya'daki deve katliamı ile ilgili haberi içeren bazı linkler:




#avustralya #deve #katliam #hayvanhakları  #salih #kuran #sure


29 Ağustos 2018 Çarşamba

Zaaflı ve Zaafsız Müslüman kimdir?



Bakara 249- Tâlût, askerleriyle yola çıkınca dedi ki: "Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. O halde, ondan içen benden değildir. Ama onu tatmayan bendendir. Eliyle bir avuç alan kişi başka." Bunun ardından, pek azı müstesna olmak üzere ondan içtiler. Nihayet o ve onunla beraber iman edenler ırmağı geçtiklerinde şöyle dediler: "Bugün bizim Câlût'a ve ordusuna karşı hiç bir gücümüz yoktur."* Allah'a kavuşacaklarını düşünenler** ise şöyle konuştular: "Sayıca az nice topluluk vardır ki, sayıca çok nice topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir."

Talut'un ordusunda üç farklı tarzda inanca sahip savaşçı bulunmaktadır.

1) Irmaktan içen kafir çoğunluk
2) Irmaktan içmeyen (sabırlı) zaaflı Müslümanlar  (Enfal Suresi/ 65) *
3) Irmaktan içmeyen (sabırlı) zaafsız Müslümanlar  (Enfal Suresi/ 66) **


***


Enfal 65- Ey Peygamber! Müminleri çarpışmaya teşvik et! Sizden sabırlı yirmi kişi olsa, küfre sapanların iki yüzüne galip gelir; sizden yüz kişi olsa, onların binine galebe çalar. Çünkü onlar gereğince anlamayan bir topluluktur.


Enfal 66- Şimdi Allah yükünüzü hafifletti. Bilmiştir ki sizde bir zaaf var. İçinizden sabırlı yüz kişi olsa, iki yüz kişiye galip gelir; sizden bin kişi olsa, Allah'ın izniyle iki bin kişiye galebe çalar. Allah, sabredenlerle beraberdir!


Davut peygamber döneminde de İsrailoğulları'nda zaaflı ya da zaafsız Müslümanlar vardı. Yani aslında Allah katında din tektir, İslam'dır ve tüm peygamberler de, onları takip edenler de Müslümanlardı.

Hiçbir zaman unutulmamalı ki nicelik değil niteliktir önemli olan. Allah kendisine güvenip, sabredip, şu şekilde yönelenlerle beraberdir:

Bakara 250-Câlût ve ordusuyla karşılaştıklarında şöyle yakardılar: "Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı yere sağlam bastır. Ve küfre sapanlara karşı bize yardım et."

27 Aralık 2017 Çarşamba

Milli Piyango Haram mı?

Yeni yılın yaklaşmasıyla birlikte, her sene olduğu gibi, bu sene de Milli Piyango haram mı değil mi konusu bir yerlerde muhakkak gündeme gelecektir, şaşmaz. Bence bazı konuların temcit pilavı gibi önümüze tekrarlanarak gelmesinin sebebi o konu hakkında doyurucu/tutarlı açıklama sunulamaması ve haliyle bazı insanların da gerçekten tatmin olmaması oluyor.

Örneğin:
https://www.aydinlik.com.tr/diyanet-ten-milli-piyango-icin-haram-aciklamasi-turkiye-aralik-2017

Bu sebeple biraz beyin jimnastiği yapmak ve bugüne dek "Milli Piyango ve haram olması" ile ilgili ileri sürülen iddiaları irdelemeye yöneltmek istiyorum bu yazımı okuyanları. Bakalım siz de benimle aynı kanıya varacak mısınız?

İddia 1: Bakara 219 ve Maide 90-91. ayetlerde geçen "meysir" kumardır ve milli piyango da bir kumar türüdür, o sebeple o da haramdır.

İddia 2: Meysir kelimesi sözlükte “kolay olmak” anlamındaki yesr (yüsr) kökünden türemiştir, bu sebeple kolay kazanç anlamına gelir ve kolay- emeksiz kazanç İslam'da yasaktır, Milli Piyango da kolay yoldan para kazandırır, o yüzden haramdır.

İddia 3: Milli Piyango bir şans oyunudur o yüzden haramdır. Şansa bağlı olan her şey haramdır.


***

Şimdi bu iddiaları sorgulayalım:

Bakara 219. ayette bize meysirde büyük bir sakınca (günah), aynı zamanda bir takım yararlar olduğu bildirilir ve zararlarının yararlarından büyük olduğu söylenir. Maide Suresi 90. ayette ise meysir şeytanın pis işlerinden olarak tanıtılır. Ardından gelen Maide 91'de ise şeytanın meysir vasıtasıyla insanların arasına düşmanlık ve şiddetli nefret yerleştirip, onları Allah'ı anmaktan, namazdan geri çevirmek istediği söylenir. Ayet artık son veriyorsunuz değil mi diye de bitirilir. 

Bu noktada Maide Suresi 91. ayet, Bakara Suresi 219. ayeti tefsir edip, detaylandırmaktadır bize. Maide 91, Bakara 219'da bahsedilen "meysirdeki büyük günahın" yani şeytan işi olan şeyin ne olduğunu açıklamaktadır ve bunun cevabı araya düşmanlık sokması ve namazdan alıkoymasıdır. 

Hakikaten de kumarı düşünün. Kumarda bir tarafın mağduriyeti kaçınılmaz olduğundan, araya sen kazandın-ben kaybettim şeklinde düşmanlık sokabilir, büyük para-varlık kayıplarıyla ebeveyn-çocuk ya da eşler arasında düşmanlık oluşmasına da sebep olabilir. Ayrıca dalıp gitmeye sebep olarak namazdan alıkoyabilir. Peki milli piyango bunu yapabilir mi? Yani Kuran'da meysirin sahip olduğu günah olarak izah edilen araya düşmanlık sokma ve namazdan alıkoyma özelliği Milli Piyango'da var mı sizce? 

Gelelim kolay kazanç olduğu iddiasına... Öncelikle Kuran bizlere meysirin kolay-emeksiz kazanç olduğu için şeytan işi/ günah olduğunu söylemiyor. Bu durumda meysirin o dönem anıldığı ismin kolay kazanç kökünden geliyor olması dini hüküm bağlamında birşey de ifade etmiyor. Hatta kimbilir belki de kolay kazanç getirmesi onun Bakara 219'da değinilen faydalarındandır. Çünkü Kuran'a göre bir gelirin helal ya da haram olmasını ona verilen emek ve onu elde etmedeki kolaylık-zorluk belirlemez. Örneğin dedenizden size bir dükkan kalması ve onun kirasını almanız da bir kolay kazançtır ama helaldir değil mi? Yahut ticaretle de genelde bir maden işçisine göre daha kolay para kazanılır ama bu ticaretten kazanılan parayı haram yapmaz değil mi? Yahut hırsızlık veya fahişelik, çok riskli ve büyük emek isteyen mesleklerdir ama haramdırlar değil mi? Ribadan (faiz) elde edilen gelir  ise kolay kazançtır ve haramdır. Yani farklı farklı örnekler üzerinden göstermeye çalıştığım üzere bir kazancın helal olup olmamasının emekle, kolay ya da zor kazanılmış olmasıyla hiçbir alakası yoktur eğer uydurma dini öğretileri değil, Kuran'ı baz alıyorsanız. Kazanç kolay olabilir ama helal olabilir, kazanç kolay olabilir ama haram olabilir, kazanç zor olabilir ama haram olabilir ya da kazanç zor olabilir ve helal olabilir. Bunlar birbirinden tamamen ayrı konulardır.

Son olarak şans meselesine gelecek olursak evrende şans yahut tesadüf diye birşey yoktur arkadaşlar. Sadece bazı şeyler Rabbimiz tarafından, belli amaca yönelik olarak, denk getirilmektedir.
Bu arada piyango haramdır diyen yetkililerin, hacca gidecekleri çekiliş yaparak belirlemesinin trajikomikliğini de anmadan sözü bitirmeyelim. 

Artık son karar sizin ama haram diyecekseniz başka argümanlar üretin, onlar üzerinden yeniden sorgulayalım lütfen.

Yazımı  okuyup, bilet alıp büyük ikramiyeyi kazanan olacak olursa, harcarken bu dünyanın iğreti dünya olduğunu unutmadan, israf etmeden, nihai ahiret hayatını da hesaba katarak, akıllıca harcasın inşallah. 

İyi seneler herkese! 
Selam, sevgi


Ekleme: 
Saffat 139-141Kuşkusuz Yûnus da elçilerimizdendi. 
 Vaktiyle o, yüklü bir tekneyle ülkesinden kaçmıştı. Kur’aya girdi ve kaybedenlerden oldu.