28 Eylül 2011 Çarşamba

Tevhid ve gnostisizm ne kadar uyumlu?

Allah katında din İslam’dır. (Ali İmran, 19)

Kim İslam’dan gayri bir din ararsa artık o, ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o, ahirette hüsrana düşenlerdendir. (Ali İmran, 85)

Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam`ı/Allah`a teslim olmayı seçtim. (Maide, 3)

Din kelimesi tutulan yol, hayat tarzı, karar, hüküm, hesap günü, kanun, yaşamında izlediği yol gibi anlamlara gelmektedir.


Yukarıdaki ayetler hem Allah’a teslim olunarak barış dinine girilmesi gerektiği, hem de İslam’ın diğer dinlerden ve yaşam felsefelerinden farklı olduğu iddiasındadır.

Herkesin bildiği üzere İslam dinindeki en önemli kavram tevhid ilkesidir. Ayetlerde Allah’ın dilediği kişinin şirk dışındaki günahlarını isterse affedeceğini söylemesi bunun önemli bir kanıtıdır.

Tevhid ise Tanrı’nın varlığını kabul edip etmemekten ziyade, O’na ortak koşmadan iman etmek demektir.

Allah’a ortak koşmamak deyince insanlar “biz zaten tek Tanrı’ya inanıyoruz” diyorlar.

Oysa Kur’an’a göre tevhid Tanrı’ya inanmak değil, nitelikleri Kur’an’da açıkça belirtilen Tanrı’dan yani Allah’tan başka ilah kabul etmemek ve O'ndan başka hiçbir varlığı egemen unsur olarak hayatın merkezine yerleştirmemektir. Bu da zaten beraberinde yaşamın geçici bir sınav yeri olduğunu ve kalıcı olanın erdemli davranışlarla bizi yaratanın rızasını kazanmak olduğunun bilinciyle yaşamayı getirir.

Kimi ateistler Allah’a kulluk etmeyi özgürlük kısıtlaması-insanlık onurunu aşağılama vs. olarak görse de bir Müslüman için Tanrı’dan başkasını otorite kabul etmemek tamamen özgürleşmek anlamına gelmektir. Çünkü Müslümanlara göre kulluk edilmeyi sadece kendisini yaratan, gözeten, rızık veren ve hayatını anlamlandıran hak eder.

Allah, Kuran’ın hak ve batılı birbirinden ayıran yegane kaynak olduğunu ayetlerde açıkça belirttiğine, kendi katındaki dinin İslam olduğunu ve dindeki en önemli ilkenin tevhid olduğunu vurguladığına göre şimdi diğer dinlerdeki Tanrı algısına bakmak suretiyle İslam’ın onlardan en temel farklılığını oluşturan tevhidin tam olarak ne anlama geldiğini, karşılaştırma yoluyla, inceleyebiliriz.

Dinler tarihine baktığımızda mistik/ gnostik dinlerin (ki bu dinler aynı zamanda panteist-tüm tanrıcı oluyor) baskınlığını ve tevhide karşı duruşunu görüyoruz. Hatta bizzat İslam’ın kendi içinde de bu tarz inançlara Sufizm, tasavvuf vs. adıyla rastlamak mümkün.

Şimdi bazı mistik/gnostik dinlerin Tanrı tasavvurlarına ve inanç esaslarına göz atalım:

Hint düşüncesinin dayandığı en önemli kaynak olan Upanişadlar ve ona dayanan Advaita Vedanta ekolüne göre nihai kurtuluş, ferdî ruhun (atman) evrensel ruhla (Brahman) özdeşliğini idrak etmesidir. Upanişad terimi “yanlış ve doğru, bâtıni veya gizli izah”, “bâtıni izahlardan elde edilen bilgi”, “bu tür bilgileri elde edebilecek kişilerin uyması zorunlu kural veya yerine getirmeleri gereken dini törenler” anlamlarında kullanılır. Tüm Upanişad metinlerinin amacı, “Tat tvam asi” (sen osun) veya “Aham Brahma asmı” (Ben Brahma’yım) şeklinde özetlenebilecek hâlin her din mensubunda idrakine yardımcı olmaktır. Hinduizm’in Tanrı inancını ifade ederken Rig Veda’nın şu cümlesinin göz önünde tutulması çok önemlidir: “Aslında hakikat birdir, ancak azizler ondan değişik isimlerle bahsetmişlerdir. ” Yani Hindular her ne kadar pratikte farklı isimlerdeki tanrılara ibadet eder gibi görünseler de çoğu zaman aynı tanrıya ibadet ettiklerini düşünürler. Mutlak hakikat çoğu zaman güneş, ay, rüzgâr, yağmur ve fırtına gibi doğa olayları ile özdeşleştirilir ve özellikle Tanrı güneş forumundayken, sabahleyin Brahma, öğlen Vişnu, Akşam da Şiva şeklinde tezahür ettiği fikri Hindular arasında yaygındır.

Yahudilik’te de bâtıni geleneğin (Kabala) büyük önemi vardır. Yahudi mistisizminin en erken biçimi olan Merkava mistisizminde, Tanrı’nın görünümünü ya da ihtişamını tecrübe etmeyi ve ruhun bu tecrübe için semavi alana yaptığı yolculuk ve yükselme tekniklerini konu edinen iki mistik tecrübe söz konusudur. Gayr-i Bâtıni olan ılımlı anlayışta esas olan, Kutsal Metin’den hareketle ilahlık (kutsal taht) üzerine tefekkür ve ilahi tezahürün dünyası tutulması esas alınır. Bâtıni, elitist ve tehlikeli özelliğe sahip yoğun mistik anlayışta ise gizli isim ve sihirli duaları içeren bir takım mistik teknikler vasıtasıyla kutsal taht vizyonuna ya da tecrübesine ulaşmak hedeflenir. Erken Kabala içindeki yoğun tecrübe biçimleri 12. yüzyıldan itibaren süre gelen Kabala’da da teozofik ve vecdî eğilim şeklinde devam eder. Mistik kişiliği esas alan vecdi Kabala ilahî isimlerin mistik kullanımı ve bir takım duruş ve nefes alış teknikleri vasıtasıyla yoğun mistik değişime ulaşma amacını esas alır. Ayrıca farklı dönemlerde gelişen iki büyük kabalistik gelenek de son derece önemlidir. Bunlardan biri İspanyol Kabalası, diğeriyse Safed Kabalasıdır. İspanyol Kabalasının temel eseri, Tevrat üzerine yapılmış ve onun gizli manasını ortaya koyan bir nevi mistik yorum niteliğindeki Zohar (Işık) Kitabıdır. Bu kitaptaki “sefirot” doktrini Neo-Platoncu südur teorisiyle büyük benzerlikler arz etmektedir.

Hıristiyanlıkta ise mistisizmin önemini vurgulayan en önemli ifade “Ruhun Karanlık Gecesi” tabiridir. Bu ifade ilk kez 16. yüzyılda İspanyol şair ve Roma Katolik Kilisesi mistiği Aziz John tarafından yazılan ve ruhun Tanrı ile birleşmek üzere yola çıktığı bir gece yolculuğunu konu alan bir şiirde kullanılmıştır. Aziz John çok meşhur olan bu şiirinde ruhani olgunluğa erişip Tanrı ile bütünleşene dek ruhun çektiği ızdırap dolu deneyimden bahsetmektedir. Zaten Hıristiyanlıkta kurtuluş teolojisi “Mesih’e iman etme” ve “Mesih’te olma” (Mesih sırrına vakıf olma) üzerine kuruludur. Aslında kutsal kabul edilen sakramentlerin, örneğin şarap ve ekmek ayininin, temelinde bu “Rab Mesih’te olma” ve onunla bir olma, birleşme arzusu yatar. Teslis öğretisi de akılla kavranabilecek bir öğreti olmaktan ziyade, hissedilebilecek, sezgilere güvenmek suretiyle iman edilecek bir gizemdir. Aslî amaç bu sırra erişebilmektir. Bu bağlamda, Hıristiyanlığın, temel inanç esasları doğrultusunda, başlı başına mistik bir din olduğu söylenebilir. Ayrıca şunu da eklemekte yarar vardır: Hıristiyanlar kendi dinlerini monoteist olarak nitelendirirler, kesinlikle panteist yahut henoteist olduklarını kabul etmezler. Oysa panteist/politeist olarak nitelendirdikleri bir Hindu 1=1=1=1=1=1=1=1…… derken bir Hıristiyan 1=1=1 der.

Mistisizm ve panteist Tanrı tasavvurları her zaman bir dini akım içerisinde kendini göstermez. Herhangi bir dinin mensubu olmayan batılılar üzerinde yapılan araştırmalardan elde edilen veriler, hallucinogen bitki/madde kullanan insanların da mistiklerin “vecd” (esrime) dedikleri hâli andıran bir deneyim yaşadıklarını açıkça göstermektedir. Örneğin, on beş miligram psilosibin içeren mantarların (magic mushroom) doz aşımı durumunda neler olduğunu psikedelik deneyimler üzerine araştırmalar yapmış, yazar filozof ve bitkibilimci Terence McKenna şöyle ifade eder:

“Otuz miligramda neler oluyor? Kırk beş veya altmış miligramda? Bunlar fiziksel olarak tehlikeli dozlar değil, fakat zihnin kırılgan yapılarının görüş açısından bunlar dehşet verici dozlar. Mantarlarla beş, altı, yedi gramlık bariyeri geçtiğiniz zaman, bu sıradan anlamda bir uyuşturucu olmaktan çıkarak, daha çok sizinle başka bir yerdeki bir şey arasındaki eşsiz bir karşılaşma olan bir deneyim, bir olay gibi olmaya başlar. ”

Neo-Platonizm, Upanişadlar vs. ile çok büyük paralellikler içeren tasavvufta ise Allah`tan ayrı düşmüş olma, bir mistiğin en temel üzüntüsü ve onu harekete geçiren arzunun itici gücüdür. Sûfîler sık sık bu “ayrılık acısı”nı dile getirirler. Eşyanın aldatıcı görüntüsünden vazgeçerek, ruhunun derinliğinde gömülü ilâhî kıvılcımı ortaya çıkarmak için, kendi iç derinliğinde yolculuğa çıkmak gereklidir. Onlar için insanî tutkuların çeşitli şekilleri, tek gerçek arzunun aldatıcı kılık değiştirmeleridir; bu, “Allah veya ulûhiyet arzusudur. ” Çünkü mistiğin gözünde “insan, özü itibariyle Allah`tan kopan bir parçadır”. Bu sebeple de bütüne, asıl ve hakiki varlığa ulaşmak, onunla bütünleşmek varoluşun en son gayesini oluşturur. Sufiler kendi nefslerini tüm dünyevi arzulardan temizleyip, Allah`ın birliğinde bir varoluş duygusunu yaşmayı hedefler. Birlik hissine ulaşan Sufi, kendisinin herhangi bir şey olduğunu inkâr edebileceği gibi, kendisinin her şey olduğunu (Ene`l-Hak) da iddia edebilir. Eşyayı bir bütün olarak görerek, kendisini de bütünün bir parçası olarak algılar

Kur’an’da ortaya konan Tanrı tasavvuru ise yukarıda örnekler verdiğimiz mistik/ gnostik dinlerinkinden bambaşkadır. Allah hem aşkın hem de içkin bir Tanrı’dır. Ama O’nun aşkınlığı deizmin Tanrı’sı gibi hayata hiç müdahale etmeyen bir aşkınlık değil, içkinliği ise panteizm yahut panenteizmle alakası olmayan türdedir. Allah aşkındır, hiç bir şeye benzemez, hiçbir şey O’nun dengi, benzeri değildir, akılların kavrayamayacağı kadar yüce olandır ama aynı zamanda yarattıklarına şah damarından yakın olan, insan hayatına egemen olan, işiten, gören, kollayandır.

Bu aşkınlık ve içkinlik meselesinin Tanrı’da bir arada bulunması genelde insanların kafasını karıştırır.

Örneğin Cahilliye döneminde insanların aşkınlık ile içkinliği bağdaştıramamalarının, Tanrı’nın insan hayatına müdahale edemeyecek kadar (çok) aşkın olduğuna kanaat getirmelerinin ve Tanrı’yı içkinlikten münezzeh kılmalarının araya aracılar sokarak şirk koşmalarına neden olduğu düşünülür. Günümüzde kimi Müslümanlarca bile bu iki vasfın çelişiyor olarak algılanması ya araya aracılar sokmaya ya da deist yahut panteist bir Tanrı tasavvuru oluşturmaya neden olmuştur. Oysa Kur’an’ aracılığı ile bizlere kendini tanıtan Allah hem çok yücedir/uludur (aşkındır) bunun yanı sıra gerek insanın kendisine şah damarından daha yakın olması itibariyle gerekse evrenin her noktasında denetici olarak var olması ile içkindir. Bu noktada Tanrı’nın evrenin parçası olması (panteizm) ile madde dünyasından tamamen ayrı bir Varlık olarak onun her bir noktasında “denetleyici otorite” olarak var olmasının (monoteizm) ayrımının iyi yapılması gereklidir.


----
Kaynaklar:
Ali İhsan Yitik ve Baki Adam, Yaşayan Dünya Dinleri
Jim DeKorne, Psikedelik Şamanizm: Sanrılandırıcı Bitkilerin Şamanist Kullanımı
Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi
http: //en. wikipedia.... ght_of_the_Soul

4 yorum:

  1. bir şey sormak istiyorum.ben kısa süre önce bir blog yazarı buldum.hemen konuya giriyorum bu adamın düşünce bazı olarak ne olduğu ve ne kadar haklılık payı olduğunu bilmek istiyorum.bu adam neo-spiritüalist mi okultisit mi çünkü beni imandan götürüyo şüpheye düştüm sana bir kaç linkini veriyim sende bir eleştiri olarak yazarsın kafam çok karıştı çünkü:
    http://not-for-sheeples.blogcu.com/illuminati-gercektende-iyi/6677985
    http://not-for-sheeples.blogcu.com/ve-tanri-lar-insani-yaratti/6683427
    http://not-for-sheeples.blogcu.com/dinlerin-baslangici-ve-koyunizmin-olusumu/6685245
    http://not-for-sheeples.blogcu.com/nasil-hipnoz-ediliyorsunuz-ve-neden-big-bang-ve-sen/6776887#koyunlara-yer-yok-big-bang-ve-sen
    http://not-for-sheeples.blogcu.com/vatikan-islami-nasil-yaratti/6727424
    http://www.gizlimabet.com/archive/index.php/t-17028.html
    ijşallah en kısa sürede cevabı verirsin.

    YanıtlaSil
  2. Semih Baba,

    Bu zibidinin nesi imandan götürüyor ben anlamadım:)

    Eskiden incelemiştim biraz bunu ama şimdi şöyle rastgele bir link açtım baktım da ilk karşıma çıkan dinlerin evrimi ile ilgili saptamaları bile realiteden son derece uzak.

    Böyle saçma sapan şeylerle vakit kaybetmeyin. Zaman değerli...

    Selamlar

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. gnostisizm konusunda kaynak tavsiye edebilir misiniz? kitap vs.
    yazı oldukça güzel, tebrik ederim.

    YanıtlaSil