Bilindiği üzere Kuran’a bütünlük içinde bakılması ve kendi kendine tefsir ettirilmesi gerekiyor.
İyi kalpli, erdemli olan ve Allah’a şirk koşmayan Yahudilerin ve diğer din mensuplarının Allah nezdindeki durumu:
Bakara 62 Şu bir gerçek ki, iman edenlerden,Yahudilerden, Hıristiyanlardan, Sâbiîlerden Allah'a ve âhiret gününe inanıp barışa ve hayra yönelik iş yapanların, Rableri katında kendilerine has ödülleri olacaktır. Korku yoktur onlar için, tasalanmayacaklardır onlar.
Maide 69 Şu bir gerçek ki, iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve âhiret gününe inanıp hayra ve barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.
Seçilmişlik iddiasına Allah’ın tutumu:
Cumua 6 De ki: "Ey Yahudiler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunu sanıyorsanız, buna gerçekten inanıyorsanız, hadi ölümü isteyin!"
Bakara 111 Yahudi yahut Hıristiyan olandan başkası cennete asla giremeyecek dediler. Bu, onların hurafeleri/anlamını bilmeden okuyuşları/kuruntularıdır. De ki onlara: "Eğer doğru sözlü iseniz hadi getirin susturucu kanıtınızı!"
Bazı Yahudilerin din konusunda yaptıkları bozgunculuklar:
Nisa 46 Yahudilerden öyleleri var ki, kelimeleri yerlerinden kaydırırlar; din içinde sövgüler üreterek, dillerini eğip-bükerek: "Dinledik, isyan ettik; dinle, dinlenmez olası, davar güder gibi güt bizi" derler. Eğer onlar, "Dinledik, boyun eğdik, dinle, bak bize!" demiş olsalardı, kendileri için daha hayırlı ve daha yerinde olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden onlara lanet etmiştir. Pek az bir kısmı hariç, iman etmezler.
Maide 41 Ey resul! Kalpleri inanmamış olduğu halde ağızlarıyla "inandık" diyenlerin küfürde yarışırcasına koşanları seni üzmesin. Yahudilerden bazıları yalancılık etmek için dinlerler; huzuruna çıkmamış olan başka bir topluluk için dinlerler. Yerlerine oturmuş kelimeleri, yapılarını bozup değiştirirler. "Size şu verilirse alın, eğer o verilmezse çekinin." derler. Allah birini fitneye çarptırmak isterse sen onun için Allah karşısında hiçbir şey yapamazsın. Bunlar o kişilerdir ki, Allah kalplerini temizlemek istemiyor. Dünyada bir rezillik vardır onlar için; âhirette de büyük bir azap var onlara.
Müslümanlara karşı tutumları konusunda uyarı:
Maide 82 Şu tartışılmaz bir gerçektir ki, insanların iman edenlere en şiddetli düşmanlık duyanlarını, Yahudilerle şirke batanlar bulursun. Şu da tartışılmaz bir gerçektir ki, insanların iman edenlere sevgide en yakın olanlarını "biz Hıristiyanlarız" diyenler bulursun. Bu böyledir. Çünkü o Hıristiyanlar içinde derin araştırmalar yapan keşişler, kendini Allah'a adamış rahipler vardır. Ve onlar, kibre sapmazlar.
Yahudiler ve diğer kitap ehline karşı müslümanın takınması gereken tutum:
Maide 51 Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları gönül dostları edinmeyin. Onlar birbirlerinin gönül dostlarıdır. Sizden kim onları gönül dostu edinirse o, onlardandır. Allah, zalimler toplumunu doğruya ve güzele kılavuzlamaz.
Burada çok dikkatli olunması lazım ki bunların nasıl davranışlar sergileyen Yahudi (kitap ehli) olduğu hemen 6 ayet sonra açıklanıyor:
Maide 57 Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilenlerden ve küfre sapanlardan, dininizi oyun ve eğlence edinenleri dost tutmayın. Eğer inanıyorsanız Allah'tan sakının.
Zaten kitap ehli ve dolayısı ile Yahudilerle (şirk koşmayanlarıyla) evliliğe bile izin verilirken arkadaşlığa izin verilmemesi mümkün olamaz:
Maide 5 Bugün size bütün temiz nimetler helal kılındı. Kendilerine kitap verilmiş olanların yemekleri size helaldir. Sizin yemekleriniz de onlara helaldir. Mümin kadınların iffetlileriyle, sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanların iffetli hanımları da mehirlerini verdiğiniz takdirde; iffetinizi korumanız, zinadan uzak kalmanız ve şunu-bunu dost tutmamanız şartıyla size helaldir. İmanı tanımayıp nankörlük edenin ameli boşa gitmiştir. Ve o, âhirette de hüsrana uğrayanlardandır
SONUÇ:
Gerçekten iman eden ve hayra ve barışa yönelik işler yapan Yahudiler -dünya nüfusu içinde sayıca fazla olmasa da- var. Bunların da ahirette kendilerine has ödülleri olacağını söylüyor Rabbimiz.
Yahudi ve diğer kitap ehlinden Allah’a şirk koşmayanlarla değil dost olmak evlenilebilir bile, fakat bunlardan İslam’la dalga geçen, dini alaya alan, küçük görenlerle dost olunmaması gerekiyor.
Ayetler Müslümanlara en şiddetli nefreti müşrikler ve Yahudilerin sergilediğini söylüyor. Ama bu elbette her Yahudi’nin aynı olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü yine ayetler içlerinde sayıca fazla olmasa da cennetliklerin de olduğunu ifade ediyor.
Siyonizm asla hafife alınmamalı ama Yahudilikle birbirine karıştırılmamalıdır. Bu ayrım iyi yapılmazsa, kendisine Adem'e secde etmemesinin gerekçesi sorulduğunda "Beni ateşten yarattın onu topraktan ben ondan üstünüm" diyerek, üstünlüğü takva yerine ırkta arayan kibir küpü İblis'in adımlarını izlemiş oluruz.
28 Eylül 2011 Çarşamba
Mucizeler: Böğüren Buzağı Heykeli ve 19 Sistemi
Taha ve Araf Sureleri’nde bulunan böğüren buzağı heykeli kıssasını hiç derin derin düşündünüz mü?
Kıssanın ana kahramanları İsrailoğulları’dır. Firavun’un en yüce rab olduğu iddialarına (79:24) ve zulmüne karşı gelip Allah’ın elçileri olan Musa ve Harun’un mesajı olan tevhide uyan (yani yürüyen vahye uyan) bu nedenle de Firavun ve kodamanlarından kurtarılan (20:77-80) hak yol üzere olan İsrailoğulları…
Musa, toplumunu kardeşi Harun’a bırakıp Allah ile sözleştiği Tûr’a gittiğinde (7:123) Allah’ın İsrailoğullarını tam bir biçimde imtihan ettiğini ve onların Samiri denen bir şahıs tarafından saptırıldığını öğrenir (20:85) ve öfkelenir. Geri döndüğünde toplumuna sorar:
"Ey toplumum! Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmadı mı? Süre mi size uzun geldi yoksa Rabbinizden üzerinize bir gazabın inmesini mi istediniz de bana verdiğiniz söze ters davrandınız?" (20:86)
Toplum şöyle cevap verir:
"Sana verdiğimiz sözü kendi kafamıza göre bozmadık. O halkın ziynet eşyaları bize taşıtıldı. Onları attık. Samiri işte böyle bir şey ortaya çıkardı. Samiri onlar için, böğüren bir buzağı heykeli çıkardı ve dediler ki "İşte sizin ve Musa'nın tanrısı budur, fakat Musa unuttu". (20:87-88)
Böğüren buzağı heykeli İsrailoğulları için bir imtihandır. (20:85) Görünen odur ki bu heykelin sıradan bir heykel olmayıp böğürme sesi çıkarması İsrailoğulları için bir imtihan vesilesi kılınmıştır. Buradaki sapış buzağı heykelinin böğürdüğüne yani sıra dışı olana şahit olmak değildir. Yani sapış mucizenin kendisine, gözün gördüğüne-kulağın işittiğine inanmada değil, onun algılanışında, heykeli ortaya çıkaran Samiri’nin topluma heykeli “onların ve Musa’nın tanrısı” şeklinde tanıtmasında, toplumun da bunda Musa ve Harun’un öğretisine ters bir durum görmeyip ona körü körüne inanmasındadır.
Şüphesiz Samiri bu heykele bakıp onu topluma şuna benzer sözlerle de tanıtabilirdi:
“Bu böğüren buzağı heykeli, sizi Firavunun zulmünden kurtaran ve nimetlendiren Rabbiniz Allah’ın bir heykeli böğürtebileceğinin göstergesidir. Sıra dışı bir özellik gördünüz diye heykele değil, kendi yarattığı fizik yasaları dâhil hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’a kul olun”.
Nitekim ayette toplumun Musa’ya verdiği cevapta geçen “Samiri ONLAR için heykel çıkardı” ifadesinden toplumdaki istisnasız herkesin Samiri’nin sözlerine uymadığını, bir kısmının da buzağı heykelinin böğürmesine şahit olmasına rağmen onu ilah edinmediğini anlıyoruz.
Olayın devamında öfkesi ve hayal kırıklığı biraz yatıştıktan sonra Musa Samiri’ye bunu yapmasının ardında yatan gerekçeyi sorar, (20:95) Samiri’nin cevabı şudur:
"Onların görmediğini gördüm, elçinin öğretisinden bir kısmını alıp attım. Böyle uygun gördüm."(20:96)
Allah kelamı bize bildirir:
Yemin olsun ki, resullerin hikâyelerinde, aklını ve gönlünü çalıştıranlar için bir ibret vardır. Bu Kur'an, uydurulacak bir hadis/bir söz değildir; aksine o, önündekini tasdikleyici, her şeyi ayrıntılı kılıcıdır. İnanan bir topluluk için de bir kılavuz ve bir rahmettir. (12:111)
Kuran’da bulunan kıssalar elbette laf olsun diye yoktur. İnsan her zaman insan olduğu için, zaaf ve hataları her zaman benzer olduğu için vardır bu kıssalar Kitap’ın içinde.
Günümüze dönelim.
19’cular olarak bilinen dini yalnızca Allah’a özgülemek gibi temiz bir niyet peşinde olduğunu dile getiren ve bu uğurda da takdir edilesi bazı çabaları olan bir grup var malumunuz. Bu grup, 1974 senesinde Mısır’lı bir biyokimyacı/ din adamı Reşad Khalife’nin ortaya çıkardığı, İslam dünyasında tartışmalara yol açan Kur’an’da bulunan matematiksel sistemin takipçileri. Günümüzde 19’cular tarafından “elçi” kabulü gören Reşad Khalife, Tevbe Suresi 128 ve 129. ayetleri Kuran’da bulunan 19 sisteminin matematiksel düzenini bozduğu gerekçesi ile sahte olduğunu iddia etmiş ve ilk tanığının kendisi olduğu bu 19 sistemini tüm dünyaya şu sözlerle tanıtmıştır:
“Allah Kuran’ı 19 sistemi ile korur”.
Bu hatalı önermeyi, mucizeye tanık olanlara onun yanında pazarlanan “yönlendirme”yi görünce o iki ayetin 19’cular tarafından hangi gerekçe ile “sahte ayet” sayıldığını anlamak mümkün. Çünkü şayet “Allah Kuran’ı 19’la korur” önermesi doğru ise o zaman otomatikman 19 sistemini bozan ayetler de Kuran’dan değildir, 9:128-129. ayetler ise korunmamış olan, sonradan ekleme yapılmış olan sahte ayetler haline gelir.
Kısa bir süre önce bu matematiksel sistemin Kuran’daki varlığına şahit olmuş biri olarak (her ne kadar geçtiğimiz günlerde 19’cularca o iki ayeti sahte saymamamdan dolayı mucizeyi “gereğince” takdir edememiş olmakla itham edilsem de) bir mümine yakışanın Reşad Khalife’nin önermesini sorgulamadan kabul etmek yerine Allah’ın araç olarak kullanmamızı istediği aklı kullanarak doğru olup olmadığını sorgulamak olduğuna kanaat getirdim.
19’cuların kendilerini desteklemek için getirdikleri argümanlara geçmeden evvel, Reşad Khalife’nin “Allah Kuran’ı 19 sistemi ile korur” yönlendirmesinin niçin mantıkla çelişkili ve hatalı olduğunu kısaca görelim.
Zikrin korunacağı ile ilgili ayetler şunlardır:
Hiç kuşkusuz, o Zikiri/Kur'an'ı biz indirdik, biz; her hal ve şartta onu muhakkak koruyacak olan da biziz. (15:9)
Onlar, o zikiri/Kur'an'ı kendilerine geldiğinde inkâr ettiler. Hâlbuki o, eşsiz yücelikte bir Kitap'tır. Bâtıl ona, ne önünden gelebilir ne de arkasından. Hakîm ve Hamîd Allah'tan bir indirmedir o. (41:41-42)
Koruma deyince anladığımız şey Zikre ayet ekleme ve çıkarmanın mümkün olmamasıdır.
“Allah Kuran’ı 19 sistemiyle mi korur?” sorusunun rasyonel cevabı ise “hayır” olmalıdır. Neden?
Çünkü 19’cuların iddiasına göre matematiksel sistem o iki ayetin sahte olduğunu tespit edebilmiş yani eklemeye karşı Kuran’ı korumuştur ama göz kaçırdıkları şudur ki, 19’un korumasından söz edebilmemiz için 19’un ayet silmeye karşı da işe yarıyor olması gerekir.
Bu tespite 19’cular tarafından laf kalabalığı içinde öne sürülen yanlış karşıt argümanın ana fikri şudur:
“Eğer geçmişte 19 mucizesini içeren kısımda tek bir ayet dahi silinseydi 19 mucizesi olmayacaktı”.
Yukarıdaki önerme doğru olmasına doğrudur ama bu durum 19’un koruyuculuğuna değil; 19 sisteminin fonksiyonunun, Zikrin bizzat Allah tarafından korunmuşluğuna tanık tutmak olduğuna işaret etmektedir. Çünkü 19 sistemin ortaya çıkarıldığı tarihten evvel Allah Kuran’ı bizzat korumasaydı ve 19’cuların iddia ettiği, sözde ekleme tahrifi gibi çıkarma tahrifi de yapılabilmiş olsaydı ne silinmiş olan ayetleri geri getirebilecek, ne 19 sistemine ulaşabilecektik. Özetle, 1000 küsur sene boyunca 19’un silmeye karşı hiçbir fonksiyonu olmamıştır. Bu durumda Zikri koruyan (koruma= ekleme ve çıkarmayı engelleme) bizzat Allah’ın kendisidir ve bunu bizim bilmediğimiz yöntem(ler)le yapmaktadır. Allah Zikri koruma sözü vermişken ve O’nun vaadi hak, üstüne üstlük 19 sistemi yoluyla bizzat kendi koruduğuna açık ve net olarak tanık tutmuşken Zikri ayet çıkarmaya karşı koruyup, ayet eklemeye karşı korumamış olması düşünülemez bile. Kaldı ki aynı ayet silme gibi ayet ekleme de tahriftir. Hatta ayet ekleme silmeye oranla daha önemli bir tahriftir. Çünkü başkasının sözlerini Allah sözü saymak, Allah’a yalan yere isnadda bulunmak gibi şirk unsuru içerir.
Durumun 19’cuların öne sürdüğü gibi olması demek, içinde tüm ayetlerin bulunup sadece o iki ayetin bulunmadığı (sözüm ona) orijinal Kuran’ı yakan, Mervan döneminden 19 mucizesinin fark edildiği 1970’li senelere kadar insanlığın elinde “korunmuş zikir” diye bir şey olmaması anlamına gelmektedir. İşin daha da vahimi bunun böyle olması demek Allah’ın vaadine sadık kalmadığı ve bu geçen yüzlerce yıllık süre zarfında Kuran yoluyla mesajına muhatap olan insanları kandırdığı, onlara yalan söylediği anlamına gelmektedir. (Haşa!)
Kuran’ın muhatabı tek tek bireylerdir. Yukarıda bahsedilen saçma duruma göre, 1700’lü senelerde yaşamış ve elindeki mushafı korunmuş Zikir “zannederek”(!) okumuş bir mümin açısından da, geçmişe bakan ve bu geçen süre zarfında “Zikrin korunmamış” yani “Allah’ın vaadine sadık kalmamış olduğuna” (haşa) şahit olan bizler açısından da vahim bir durumdur.
Allah’a ve O’nun sözüne duyulan güven dinin en önemli unsurlarından biridir. Bu güven yıkılırsa her şey göreceli hale gelir. Allah’ın cennetlikleri cennete, cehennemlikleri cehenneme atacağına, İblis’i cehennemle cezalandıracağına, erdemli davranmanın ödüllendirileceğine, kötülük ve ahlaksızlıkların karşılıksız bırakılmayacağına ve 19 sistemi ortaya çıkmadan evvel (kimi hadisler Kur’an’ın eksik-fazla olduğunu iddia etse dahi umursamayıp) Kitab’ın korunmuşluğuna da biz hep Allah’ın vaadine duyduğumuz güven sayesinde inanırız. Eğer zaten bu güven boş bir güven ise Allah’ın emir ve yasaklarını ne kadar gözetsek de, ne kadar iyi ve ahlaklı bir insan olsak da her şey boşa gidebilir. Kötülük ödüllendirilebilir, iyilik de cezalandırılabilir…
Şimdi 19’cu grubun ileri sürdüğü argümanlara ve bunlara getirdiğimiz eleştirilere kısaca bakalım.
19’cuların argümanı:
19’a tanık olup, mucizeyi “gereğince” takdir etmediği için o iki ayeti reddetmeyenler, Allah’ın matematiksel sisteminin şahitliğine değil hatalı çoğunluğa, yani dini uydurma hadislerle, mezhep öğretileriyle yozlaştıran kelle sayılarının şahitliğine, onların mushafına inanmaktadırlar.
İtiraz- Eleştiri:
Hayır alakası yok. Buradaki güven din tahrifçilerin Kuran mushafını korumadaki sadakatine değil, Allah’ın vaadinedir. Dini dejenere eden, peygamber adına hadisler uyduran şeytani insanlar eğer durum kendi inisiyatiflerinde olsaydı Zikri de tahrif ederlerdi. Benzer bir şekilde bu müşrik karakterli, hastalıklı insanlar yapabilseler bir yolunu bulur görevi tamamlanmadan Muhammed peygamberi de öldürürlerdi. Ama Allah’ın koruma vaadine rağmen tahrif edemediler. Zaten Allah’a rağmen Zikrin tahrif edilebildiğini (2 ayetin eklenebildiğini) iddia etmek tahrifçilerin kudret ve iradesini Allah’ınkinden üstün kılmak olur. Allah hadisleri koruyacağını vaad etmez ama Zikri koruyacağını vaad eder. Bu durumda hadisler üzerinden yapılan tahrifatı öne sürerek Allah’ın koruma sözü verdiği Zikre ekleme (tahrif) yapılabileceğini iddia etmek son derece saçmadır.
Muhammed peygamber yaşadığı süre boyunca, hepimizin bildiği üzere, yürüyen Kuran’dır. Onun korunması ile ilgili ayetler Zikrin/Kuran’ın korunması ile ilgili yukarıda sunulan ayetlere benzemektedir:
Seçtiği bir elçi müstesna. Çünkü O, resulünün önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütür. (72:27)
Seçtiği bir elçi müstesna. Çünkü O, resulünün önünden ve arkasından gözetleyiciler yürütür. (72:27)
Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. (5:67)
Nasıl ki binlerce müşriğin bulunduğu toplumda kendisine indirileni tebliğ eden yani yürüyen Kuran olan peygamberimiz Allah tarafından korunmuş ve peygamberlik görevini, Allah’ın mesajını insanlara iletme görevini eksiksiz tamamlamıştır; o vefat ettikten sonra da müşriklere, münafıklara, kâfirlere rağmen Allah’ın bizzat koruması altında olan Kuran bu mesajı eksiksiz iletme görevini devralmıştır.
Ayrıca çoğunluğun inandığı mushafa inanmakla itham edebilmek için ortada azınlığın inandığı bir mushaf olması gereklidir. Yani bu iddiada bulunabilmek için dünya üzerinde 1400 senedir azınlığın mushafı olarak kalmış, içinde tüm ayetlerin bulunup bir tek 9:128-129’un bulunmadığı “en az bir tane” mushaf olması gerekir. Sıfır ise azınlık değil hiçtir.
Dünya üzerinde içinde tüm ayetlerin olup bir tek Tevbe 128-129. ayetlerin olmadığı mushaf bulunmadığından olsa gerek, 19’cular bu “hayali” mushafı realize etmek için hadislere başvurmaktadırlar. Ubey b. Kab adlı şahsın o iki ayetin Kuran’dan olmadığını söyleyen hadisini baz alarak Ubey.b Kab’ın “hayali mushafını” delil olarak getirmektedirler.
Oysa çelişkili hadis havuzunda Ubey. B. Kab’ın Tevbe Suresi 128-129’un en son nazil olan ayetler olduğunu beyan eden hadisi de mevcuttur. Hadis havuzundan, kafalarındaki hayali mushafı doğrulayacak hadis seçmelerinin, 19’cuların eleştiri yönelttikleri Sünnilerin yaptıklarından bir farkı yoktur. Hatta bu durum daha da çelişkili ve tutarsızdır.
Ayrıca daha evvel de dile getirildiği üzere bu mantıkla, bin küsur yıl boyunca insanların ulaşabileceği kaynak “korunmuş Zikir” değil “korunmamış Zikir” olur ki bu durum hem Allah’a vaadinde durmadığı iftirasını attığı için, hem de Allah’ın kudretini yani murat ettiği şeyi gerçekleştirmesinin mümkün olmayabileceğini ima ettiği için mümkün değildir.
19’cuların argümanı:
"19'un koruma sistemi olmadığı" doğru değildir. Çünkü 19 mucizesini o iki ayeti atmadan kabul edenler, "Önerme 1: Allah Kuran'ı mükemmelce koruyacağını söz veriyor. Önerme 2: On dokuz Kuran’
ın koruma sistemi değildir. Çıkarım: Eğer mushafa ilave olsa Kuran yüzyıllarca korunmamış olur." diyorlar. Oysa yukarıdaki tartışmadaki ikinci önerme (19’un koruma sistemi olmadığı) 7:69 ayetindeki Bastata kelimesinin imlasını düzelten örnekle çürütülmektedir bu da demek ki ikinci önerme hatalıdır."
"19'un koruma sistemi olmadığı" doğru değildir. Çünkü 19 mucizesini o iki ayeti atmadan kabul edenler, "Önerme 1: Allah Kuran'ı mükemmelce koruyacağını söz veriyor. Önerme 2: On dokuz Kuran’
ın koruma sistemi değildir. Çıkarım: Eğer mushafa ilave olsa Kuran yüzyıllarca korunmamış olur." diyorlar. Oysa yukarıdaki tartışmadaki ikinci önerme (19’un koruma sistemi olmadığı) 7:69 ayetindeki Bastata kelimesinin imlasını düzelten örnekle çürütülmektedir bu da demek ki ikinci önerme hatalıdır."
İtiraz- Eleştiri:
Hayır yine alakası yok. Çünkü değil imla hatası, eşanlamlı kelime kullanımı bile Zikrin korunmadığı anlamına gelmez.
Zikrin korunması= Mesajın korunması
İmla hatası imla ile ilgili bir durumdur, mesajla ilgili değil. Eş anlamlı sözcük kullanımı bile mesajla ilgili bir durum değilken, imla hatası hiç olamaz zaten. Arapça bilmeyenler meallerden ulaşıyorlar Allah’ın zikrine, mesajına. Ama mealcilerin (kelimelerin anlamını çarpıtmadıkları sürece) eş anlamlı sözcükler kullanmaları mesajın doğru bir şekilde alınmasına engel olmuyor değil mi?
Nasıl ki 2:67’deki “bakara” kelimesini Edip Yüksel’in düve, Yaşar Nuri’nin inek, bir başkasının sığır olarak çevirmesi bizi Allah’ın zikrinin, mesajının direkt muhatabı olmaktan alıkoymuyorsa mushaflar arasındaki değil imla farklılıkları, eş anlamlı kelime kullanımları dahi Zikrin korunmadığı ve Allah’ın vaadine 1400 sene boyunca sadık kalmadığı anlamına ASLA gelmez. Lakin 19’cular tarafından sahte sayılan o iki ayet mesaj içermektedir yani zikirdir.
19’cuların argümanı:
Eğer o iki ayeti eklerseniz ortada 19 sistemi diye bir şey kalmaz. Bu durumda ya 19 sistemini kabul edecek ve o iki ayeti atacaksınız, ya da 19 sistemini reddedeceksiniz. Bu ikisi arasında bir yol tutamazsınız.
İtiraz- Eleştiri:
Hayır. Bu da yine saçma bir argüman. Daha evvel ispatlarıyla gördük ki 19 sisteminin görevi Zikri korumak değil, Allah’ın Zikri bizzat koruduğuna tanık tutmak. Bu sisteme bir kez şahit olduğumuz an 19 sistemini takdir kısmında 19’cularla eşit duruma geliyoruz. Onların da bizim de 9: 128-9’suz sisteme bakınca gördüğü şey aynı. Zikre değil ama 19 sistemine bakınca bizler de Allah kelimesinin sayısını 2698 görüyor, 2699 görmüyoruz.
Kuran’da Allah kelimesi 2698 (142x19) kez geçmez ama Kuran’ın bizzat Allah tarafından korunmuş olduğuna tanık tutan, insan yapımı olması imkânsız 19 sisteminde Allah kelimesi 2698 (142x19) kez geçer.
Ayrıca 19’cuların sadece Allah’ın vaadinin hak olduğu realitesini değil, mucizelerin tabiatını ve dolayısıyla 19 mucizesini de hakkıyla kavrayamamış olduğuna tanık da oluyoruz burada.
İnsanı Allah’ın kudreti karşısında aciz bırakan mucizeler panteist yahut deist kendi yarattığı yasaların, düzenin hizmetçisi konumunda tanrı figürlerinin aksine, ancak Allah tarafından yollanır. Allah’ın kendi yarattığı yasalara uymak zorunda olmadığının, onları bir süreliğine de olsa devre dışı bırakabilecek kudrette olduğunun göstergesidirler adeta. Kuran’daki mucizelerin imtihan etmek, Allah’ın Muktedir olduğuna tanık tutmak gibi amaçları vardır. Allah’ın, İsa aracılığı ile ölüleri dirilttirmek suretiyle kendi yasasını bozması da, fizik yasalarını geçici bir süre için askıya alarak İbrahim’in ateş tarafından yanmamasını sağlaması da, cehennemin ortasında yanmayan ağaç yaratabilmesi de, İsrailoğulları’nı imtihan etmek için yine kendi izni dâhilinde buzağı heykelini böğürtmesi de, Ashabı Kehf’in uzun senelerce bir mağarada uyutulup zamana meydan okunması da, İsa’nın yahut Adem’in cinsellik olmadan yaratılması da Allah’ın kendi kurduğu düzene ve sisteme bağlı olmak zorunda olmadığı realitesine kısa süreli de olsa şahit tutulmamızdır. Mucize inkârcıları mucizelerden yüz çevirirken aslında, Allah’ın her şeye kadir olan ve hiçbir şeye muhtaç olmayan olduğu realitesine yüz çevirmektedirler. “Cehennemin ortasında yanmayan ağaç mı olur? Demek ki bu Kuran eskilerin mitosları” demekle ve cehennemdeki ateşin ve azabın gerçek olduğuna dair apaçık ayetlere rağmen “Cehennemin ortasında yanmayan ağaç mı olur demek ki cehennem ateşi bir sembol” demek mucizeye, yani Allah’ın mutlak Muktedir olan olduğuna yüz çevirmenin farklı türlerinden ibarettir. 74:31 ayetinde 19 sayısının imtihan vesilesi olduğu açıkça belirtilmesine rağmen, Zikri koruma sözünü veren vaadi hak olan Allah olmasına rağmen, o iki ayeti “matematiksel düzene uymadığı” gerekçesiyle sahte saymak, hem mucizeleri hem de Allah’ın vaad ve kudretini “gereğince” takdir edemeyenlere has bir durum olsa gerektir.
19’cular Allah’ın, sahibi olduğu evrenin fizik yasalarını/ mevcut düzeni “bozmaya” kadir olduğunu ortaya koyarak ateşe İbrahim peygamberi yaktırmadığına inanıyorlarsa, umulur ki yine Allah’ın kendi sahibi olduğu evren kitabı Kuran’ın sistemi olan matematiksel düzeni “bozduğu” gerekçesiyle o iki ayeti atmakla aslında kendilerinin mucize inkârcısı konumuna düştüklerini de fark ederler...
19’cuların argümanı:
Reşad'ın Arapça metni de içeren The Final Testament çevirisi, 9:128-129 içermiyor. Arapça metni içeren bu çeviri 1989 yılından beri dünyanın birçok ülkesinde yaşayan binlerce kişinin evine girdiği gibi Amerika ve Kanada'daki binlerce kütüphaneye dağıtılmış durumda. Allah’ın Zikri koruması mushafı koruması olsa niçin bu gün dünya üzerinde bu yukarıda bahsettiğimiz 9:128 ve 129'un olmadığı mushaflar var?
İtiraz- Eleştiri:
İçinde tüm ayetlerin olup bir tek Tevbe 128-129. ayetlerin olmadığı (yani tarihi bir kayıba uğramaksızın tahrif edilmiş) tek mushaf 19’cuların yukarıda sözünü ettiği mushaftır. (Edip Yüksel’in Mesaj isimli meali de yine bunun uzantısıdır) Bu da 1974 senesinden yani 19 sisteminin ortaya çıkışından sonrasına tekabül eder. Bizzat Reşad Khalife’nin kendi bilgisayarına geçirip sayesinde 19 sistemine tanık olduğu mushaf o iki ayeti içerir. Kuran’a ve onun yüzlerce farklı mealine böyle kolay ulaşılabilir bir çağda, Allah’ın vaadinin asla şaşmayacağına ve O’nun kudretinin tüm tahrifçilere her daim galip geleceğine güveni tam olanlar yukarıda bahsi geçen “The Final Testament” gibi adı tahrif edilmiş kutsal kitapları (Tevrat ve İncil) andıran bu kitabın Kuran olmadığını bilebiliyor. 19 sistemini çürütmek için “19 Efsanesi” adıyla kitap yazanlara, başka kitap ismi bulamadılar mı sorusunu yönelten 19’cuların Reşad’ın bu Tevbe Suresi 128-129’u içermeyen kitaba verdiği isim üzerine de düşünmesi gerekmektedir.
Ayrıca bir başkası da Kuran'ın tek bir suresini içeren bir kitabı Kuran diye piyasaya sürebilir ama bu onu Kuran yapmaz.
Hazır yeri gelmişken elçilik iddiasındaki Reşad Khalife’nin "The Final Testament" kitabında Kuran ayetlerini nasıl eğip büktüğüne de hep beraber şahit olalım:
Reşad’ın Bakara Suresi 30. ayet meali:
Satan: A Temporary "god" (Şeytan: Geçici İlah)
Recall that your Lord said to the angels, "I am placing a representative
(a temporary god) on Earth." They said, "Will You place therein one who
will spread evil therein and shed blood, while we sing Your praises, glorify You,
and uphold Your absolute authority?" He said, "I know what you do not know."
Yani Reşad'a göre , Allah halife-vekil atayacağını söylerken, şeytanı atayacağını söylüyormuş yeryüzüne halife olarak (!!!)
19’cuların argümanı:
“Yemin olsun, içinizden size onurlu bir resul gelmiştir. Sizi rahatsız eden şey onu da üzer. Çok düşkündür size. Müminlere ise daha şefkatli (rauf), daha merhametlidir (rahim).” şeklinde meallendirilen, 9:128 no’lu sahte ayette Allah’ın sıfatı olan Rahim’i peygambere isnad edilmiştir. Bu durum o ayetin sahte olduğunun delildir.
İtiraz- Eleştiri:
İnnehu kâne ferîkun min ibâdî yekûlûne rabbenâ âmennâ fagfir lenâ verhamnâ ve ente hayrur râhımîn(râhımîne).
Kullarımdan bir zümre "Rabbimiz, inandık; affet bizi, acı bize, sen MERHAMETLİLERİN en hayırlısısın" diyorken siz onları alaya aldınız. Öyle ki, zikrimi/Kur'anımı size unutturdular. Siz onlara hep gülüyordunuz. (23:109-110)
Bu ayette Allah’ın rahimlerin en hayırlısı olduğu belirtiliyor ve Allah’ın rahimlerin en rahimi, rahimlerin en hayırlısı olduğunu belirten pek çok ayet mevcut Kuran’da. Ayrıca Allah’ın bazı başka sıfatlarının da kullar için kullanıldığı ayetlere rastlamak mümkün. Örneğin:
"Rabbim zengindir, kerîmdir!" (27:40) -Allah için kullanılmış-
"Onlardan önce Firavun'un kavmini imtihan ettik; onlara kerîm bir elçi geldi." (44/17) Musa peygamber için kullanılmış
"Allah, bağışlayandır, halîmdir!" (2:225) -Allah için kullanılmış
"İbrahim, çok duygulu, halîmdi!" (9:114) -İbrahim peygamber için kullanılmış
"Rabbim zengindir, kerîmdir!" (27:40) -Allah için kullanılmış-
"Onlardan önce Firavun'un kavmini imtihan ettik; onlara kerîm bir elçi geldi." (44/17) Musa peygamber için kullanılmış
"Allah, bağışlayandır, halîmdir!" (2:225) -Allah için kullanılmış
"İbrahim, çok duygulu, halîmdi!" (9:114) -İbrahim peygamber için kullanılmış
Ayrıca 19'cuların bu iddiası Allah’tan başkasına secde edilmez’den yola çıkıp “İblis’in Adem’e secde etmemesi Allah’ın kutsiliğini ilan etmek için, O’ndan başkasına secde edilmeyeceğini göstermek için…” diyerek İblis’i satır arasında öven ve İslam dinine abuk sabuk görüşleri sokan Hallac’a benziyor. Hem de ayetlerde apaçık şeytanın secde etmemesinin ardında yatan faktörün “Beni ateşten yarattın onu topraktan ben ondan üstünüm” söylemi olduğunu bilip durmamıza rağmen.
19'cular “Rahim” sıfatı insana verilmez diyorlar ama sonra da tahrifçileri Allah karşısında galip duruma düşürüp Allah’ın “Cebbâr” (Yapılmasına karar verdiği şeyi, dilediğinde zorla yaptıran) gibi pek çok sıfatını satır arasında bol keseden kullara dağıtıyorlar malesef.
19’cuların argümanı:
Hem 19 sistemini inkâr edemeyen hem de onun tanıklığını hazmedemeyen arkadaşlar 19 sayısının Kuran’ın korunmasıyla alakası olmadığını iddia ediyorlar. Kendilerine şunu sormalı. Kuran’ın korunmasıyla ilgili birkaç ayetin sonradan sokulmadığını nereden biliyorsunuz? Tarih ve hadis kitapları Kuran üzerinde bir sürü kavganın varlığını bildiren dumanlarla dolu. Hatta ilk Kuran nüshaları kaybolmuş ve hatta ilk orijinal nüshanın Mervan tarafından yakıldığı iddia ediliyor. Böyle olunca, Kuran’ın korunmasıyla ilgili ayetlerin bizzat uydurulmadığını isbat edebilirler mi? Yüzbinlerce hadis uydurabilecek kadar yalan sanayisinde ustalaşan insanların yaşadığı bir dönemde yöneticiler Kuran hakkında oluşan şüpheleri ortadan kaldırmak için niye ayet uydurmasınlar ki? “Allah buna izin vermez” diyeceklerdir. İyi de nereden biliyorsun? Delilin ne? On dokuz sistemi bu kuşkuların gölgesini bile ortadan kaldırıyor.
İtiraz- Eleştiri:
1974 senesinden önce ölmüş müminler 19 sistemini bilmemelerine rağmen Kuran’a iman ediyorlardı. Aklını işleterek sorgulayan ve Kitap’ta onun Allah katından olduğuna dair sunulan yüzlerce delilden tatmin olmuş birisi zaten Allah’a ve ahirete gözüyle görmüşçesine inanır bir hale gelir. Allah’ı gereğince kavramış birisi O’nun vaadinin hak olduğunu bilir. Kuran'a inanma nedeni zaten "deliller" olan birisi için Matematik de bu delillerden sadece biridir ve diğerleri gibi kitabın bir parçasıdır. Akıl, mantık ve 19’u uzlaştırınca görünen o ki Allah’ın merkeze kendisine olan güveni oturtmamız beklentisi hala aynen devam ediyor. 19 ise 74:31’in de belirttiği gibi “iman edenlerin” imanını artırıcı bir görev icra ediyor.
Ayrıca sadece 15:9, 41:41-42 ayetlerinden herhangi birinin Allah kelamı olduğuna tanık tutulmamız bile aslında Zikre ne silme, ne ekleme yapılmasının mümkün olmadığının ispatıdır. Bunlardan birinin/ hepsinin Allah kelamı olduğuna, Zikre sonradan sokuşturulmadığına da zaten 19 sistemi sayesinde fazlasıyla tanığız. Çünkü eğer geçmişte 19 mucizesini içeren kısımda tek bir ayet dahi silinseydi 19 mucizesi olmayacaktı.
İsrailoğullarının imtihan edildiği böğüren buzağı heykeli kıssasına dönecek olursak, orada yapılan hataların neredeyse aynısı ne yazık ki şu gün 19’cular tarafından yapılmaktadır:
Allah’ın imtihan etmesi için (20:85) Samiri vesilesiyle ortaya çıkarılan böğüren buzağı heykeli
|
Allah’ın imtihan etmesi için (74:31) Reşad vesilesiyle ortaya çıkarılan 19 mucizesi
|
İsrailoğulları’nın taptığı buzağı heykelinin ham maddesi olan süs ve ziynet eşyaları. (Tahrif edilmiş Tevrat’a göre altın küpeler)
|
19’cuların 19 mucizesine uyan ayetleri anlatmak için kullandıkları metafor “24 ayar altın yüzük” ve bu altın yüzüğe yapışmış olan yabancı maddeler ise Tevbe Suresi 128-129. ayetler.
|
Samiri’nin böğüren heykel mucizesini Allah’ın kulu ve kudret göstergesi olarak tanıtması gerekirken Musa’nın ve İsrailoğulları’nın tanrısı yani Allah olarak tanıtması
|
Reşad’ın 19 sistemini, “Allah Kuran’ı bizzat kendi korur; 19 sistemiyle de koruduğuna tanık tutar” şeklinde tanıtmak yerine 19 mucizesini “Kuran’ı koruyan” yani Allah olarak sunması
|
Heykelin “böğürmesine” şahit olan ama Samiri’nin önermesini kabul etmeyen bir kitle
|
19’a şahit olup, Reşad’ın önermesini kabul etmeyerek, o iki ayeti atmayan bir kitle
|
Evrendeki düzeni (fizik yasalarını) bozan ve Allah’ın buna uymak zorunda olmadığına işaret eden böğüren buzağı heykeli
|
Allah kelamındaki matematiksel düzeni bozan 19 mucizesi ve Allah’ın buna uymak zorunda olmadığına işaret eden o iki ayet
|
Samiri’nin sunduğu gerekçe: Onların görmediğini gördüm, elçinin öğretisinden bir kısmını alıp attım. Böyle uygun gördüm."(20:96)
|
Reşad’ın sunduğu gerekçe: Onların görmediğini gördüm, elçinin öğretisinden (Zikir/Kuran) bir kısmını alıp attım. Böyle uygun gördüm. Çünkü 19 sistemini bozuyordu.
|
Hani, Mûsa, toplumuna demişti ki: "Ey toplumum, buzağıyı tanrı edinmenizle öz benliklerinize zulmettiniz. Hadi, yaratıcınıza, Bâri'inize tövbe edin; egolarınızı öldürün. Böyle yapmanız yaratıcınız katında sizin için daha iyidir; O sizin tövbelerinizi kabul eder. Hiç kuşkusuz O, evet O, tövbeleri çok kabul edendir, rahmeti sonsuz olandır." (2:54)
Sonra kendilerine açık-seçik kanıtların gelişi ardından buzağıya taptılar. Biz onların bu günahını da affettik. (4:153)
|
?
|
Son olarak tüm bunlardan çıkarılması gereken dersler şunlardır:
1. Çelişkili hadis havuzunda bulunan tek bir hadisi kabul etmek bile böyle korkunç sonuçlara neden olabilmektedir. Allah katındaki din olan İslam’ın tahrif edilmemiş tek kaynağı Kuran’dır ve kıyamete kadar ancak o insanlara doğru kılavuzluğu edebilir.2. Kuran ayetlerini okurken aklımızdan geçenleri ayetlere onaylatmaya değil, aklımızdan geçenleri Kuran ile oluşturmaya, şekillendirmeye odaklanmalıyız. Ayetleri öncelikle birincil anlamlarında ele almalı ve tevile başvurmadan önce dil özelliklerini sonra diğer ayetlerle tutarlılığını gözetmeliyiz ki 19’cuların yaptığı hataya düşülmesin.
3. Tüm dini tecrübe ve mucizeler Kuran süzgecinden geçirilmelidir. Kuran mucize/dini tecrübe süzgecinden değil. Zaten dinin tahrifine neden olan en önemli etkenlerden birisi imtihan amaçlı yaşanan sıra dışı olayların Kuran’a göre değerlendirmek yerine, egolara yenik düşülerek yaşanan dini tecrübeyi Kuran’a onaylatma yanılgısıdır. Vahdet-i vücud şirkinin bile İslam’a sokuşturulabilmesinin altında yatan neden budur.
4. Allah kendi yazdığı fizik kurallarına, biyolojik kurallara, matematiksel düzene uymak zorunda değildir. Zaten bu düzenleri bozduğu zamanlarda ortaya çıkan olağanüstü duruma mucize deriz. Bu durumda Tevbe 128-129’lu Kuran= Mucize.
Video linkleri- Ruhçuluk/ Tasavvuf/ Tek Kaynak Kuran/ 19 Mucizesi
Spiritüalizm (New Age)'in gerçek yüzü:
http://www.youtube.com/watch?v=va4L78ls6rc
ya da
http://www.myspace.com/video/vid/44778790
Spiritüalizmin gerçek yüzü (İngilizce):
http://www.youtube.com/watch?v=EXA38GeVM6k
Tasavvuf Kuran'daki gerçek İslam değildir:
http://www.youtube.com/watch?v=CgaphLgwtMo
ya da
http://www.myspace.com/video/vid/60925325
Niçin dinin tek kaynağı Kuran olmak zorundadır:
http://www.youtube.com/watch?v=GTBNUXNQhsA
ya da
http://www.myspace.com/video/antispiritualist/din-alan-nda-tek-kaynak-kur-39-an/104053944
19 sistemi Kuran'ın bizzat koruyucusu değildir, sadece mucize (delil)dir:
http://www.youtube.com/watch?v=_0Y3fAaukiY
http://www.youtube.com/watch?v=va4L78ls6rc
ya da
http://www.myspace.com/video/vid/44778790
Spiritüalizmin gerçek yüzü (İngilizce):
http://www.youtube.com/watch?v=EXA38GeVM6k
Tasavvuf Kuran'daki gerçek İslam değildir:
http://www.youtube.com/watch?v=CgaphLgwtMo
ya da
http://www.myspace.com/video/vid/60925325
Niçin dinin tek kaynağı Kuran olmak zorundadır:
http://www.youtube.com/watch?v=GTBNUXNQhsA
ya da
http://www.myspace.com/video/antispiritualist/din-alan-nda-tek-kaynak-kur-39-an/104053944
19 sistemi Kuran'ın bizzat koruyucusu değildir, sadece mucize (delil)dir:
http://www.youtube.com/watch?v=_0Y3fAaukiY
Tanrı’nın Doğum Günü- Burak Özdemir (Eleştiri)
Burak Özdemir`e ait Tanrı`nın Doğum Günü isimli kitaba yazılmış eleştiridir:
Diyaloglar halinde kaleme alınan bu kitapta güya Tanrı Dona ve yazar chatleşiyorlar. Dona’nın “Tanrı” olması okuyucuda psikolojik bir baskı yaratıyor ve bilinç altında tüm söylediklerini doğru ve tartışılamaz kılıyor.
****
•Kötülerin (İblis’in bile) iyilere hizmet eden gizli kahramanlar haline getirilişi
•Düalite/Polarite prensibini kullanarak her şeyin çift yaratıldığından yola çıkarak “şeytan”ın kötülüğünü dünyevi bir yanılsama olarak gösterme
•İblis- şeytan kavramları konusunda okuyucunun kafasını bulanıklaştırma
•Allah’ın her yerde” olduğundan yola çıkarak ve bunu çarpıtarak özünde Tanrı ve insanın bir bütün olduğunu iddia etme (panteizm-pananteizmi empoze etme)
•Allah’ın tekamüle ihtiyacı varmış iftirasını atma
Sayfa 69-70
Dona: Şeytana gelince... Elbette şımartmadım onu. O şımarmayacak kadar olgun bir ruhtu.
Ben: Tanrı şeytandan övgü ile bahsediyor! Hayretten ölmek üzereyim. Şeytan olgun bir ruh muydu? Şeytan senin ve dolayısıyla insanların düşmanı değil miydi? Şeytanın günahını mı alıyoruz milyonlarca yıldır?
Dona: İblis bir sembol olmayı sevgiyle kabul etti. Hepsi bu.
Ben: Kötü adam rolünü mü teklif ettin ona?
Dona: Alemde hep beraberdik. Tüm ruhlar, sen ve ben. Ben ruhumdan bir parçanın tekamül etmesine karar verdim. Bu serüvende kimlerin yer almak istediğini sordum.
Ben: Şeytanın rolü neydi tam olarak?
Dona: Tekamül serüveninde iyinin karşıtının yani kötünün de olması gerekiyordu. Şeytanın ve ekip arkadaşlarının görevi ise insanlık tarihi boyunca kötüyü temsil etmekti. Kuran’da hem İblis, hem de şeytan kelimeleri ayrı ayrı geçer. Adem ile ilgili olaydan önce ondan İblis diye bahsedilir. Şeytan İblis’in insanın yaratılışından sonra taşımaya başladığı addır. İblis kendi adı; şeytan ise üstlendiği rolün adıdır. Şeytan şeytanın avukatlığını yapmak üzere dünyaya gelmiştir. Senin doğruyu yanlıştan ayırt etmeni kolaylaştırmak için.
****
•Ahireti inkar ettirip, ayet cımbızlama yöntemiyle reenkarnasyon inancını benimsetme böylelikle Kuran’da vurgulanan “hayatın bir sınav olduğu” felsefesinin yerine, “hayat bir okuldur aslolan tekamüldür, herkes düşe kalka da olsa tekamül etmek için bu dünyadadır” felsefesini benimsetme (ki bu da ödül/ceza sistemini kaçınılmaz bir şekilde yok eder çünkü)
Sayfa 77, 78, 79’da ahireti inkarı etmenin temeli oluşturulduktan sonra sayfa 80’de reenkarnasyon inancı aşılanıyor.
Kitapta Bakara Suresi 56. ayet reenkarnasyona delil olarak gösteriliyor:
“Sonra, ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz. ”
Buradaki “şükredebilesiniz” kelimesinden yola çıkarak ayette ölümden sonra yeniden bedenlenince şükrettiklerinden bahsedildiği iddia ediliyor.
Oysa ayet bağlamından çıkarılmazsa “apaçık” çünkü 55. ayet şöyle:
“Siz şunu da söylemiştiniz: "Ey Mûsa! Biz, Allah`ı apaçık görmedikçe sana asla inanmayacağız. " Bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı. Ve siz bakıp duruyordunuz. ”
Bu ayetlerin reenkarnasyonla uzaktan yakından alakası yok!
****
•Tekamülünü / evrimini tamamlamaya yaklaştığını söyleyen, yeniden doğup- doğmama seçeneğinin kendi elinde olduğunu iddia eden yarı-tanrı bireylerden oluşan sözde “farkındalık sahibi”, kibirli, üstün, elit bir ırk oluşturma.
Sayfa 429 - 18. Bölüm
Ben: Şimdiii, Hz. İsa model insan ya. Tekamül etmiş ve tanrısallaşmış insan modeli. Amacın bu modeli çoğaltmak. 9. tekamül kuşağına ev sahipliği yapan dünyada, ona verdiğin özelliklerin de çoğalması lazım.
****
•Araya doğru bilgileri serpiştirip, yanlış bilgiyi insanlara doğru ile birlikte empoze etme (spiritualist-ruhçu öğretinin vazgeçilmez taktiklerinden biridir)
•Dinin kaynağının yalnızca Kuran olduğunu savunan rasyonel müslümanları kendi kötü oyununa alet edip, uzun vadede mezhep ve hadis savunurları karşısında mağlup duruma düşürmek
Sayfa 448-451 arası hadislerin dinin kaynağı olamayacağı ile ilgili mantıklı bilgiler içeriyor.
****
•Kuran’da olmayan Mehdi/ Mesih kavramlarını varmış gibi gösterme
•“Müteşabih ayet teknolojisi” adı altında ayetlere sembolik anlamlar yükleme- cımbızlama
Sayfa 500’de “Müteşabih ayet teknolojisi” altında bir “ayet cımbızlama methodunu” görüyoruz.
Dona: “Sabrettiğinize karşılık selam size. Dünya yurdunun sonu ne güzel. ” (Rad, 24)
Ben: Ayet “ahirzamanı” tarif ediyor!
Dona: İsa’nın gönderdiği selamı tekrar alalım şimdi. “ Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün, diri olarak yeniden kaldırılacağım gün de” (Meryem Suresi, 33)
Ben: Aman Tanrım! İsa “ben geliyorum” diyor!
Rad suresi 24. ayet
Yaşar Nuri Öztürk çevirisi: "Selam size, sabrettiğiniz için! Ne güzeldir şu sonsuzluk yurdu!" derler.
Elmalılı Hamdi Yazır: "Selam sizlere, sabrettiğiniz için! Bakın dünya yurdunun ne güzel sonucu!"
Edip Yüksel: "Sabrettiğinizden ötürü selam (barış ve huzur) size olsun. Bu ne güzel son durak!"
****
•Kendine elçi- seçilmiş- görevli misyonu yükleme
Sayfa 609
Dona: Beni seni “Son tefsir”i kaleme alman için tuttum.
****
Burada sayfa no’su ile belirttiklerimin dışında bu kitapta cennet ve cehenneme sembolik anlamlar yükleyen, daha da ötesi cehennemi tümüyle inkar ettiren bölümler de mevcut.
Eleştirim Burak Özdemir’in fikirlerinin böyle olmasına değil, nitekim günümüzde –bilhassa da son dönemde- benzer içerikte pek çok kitap yazılmakta ve kitapçılardaki raflardaki yerini almakta. Benim eleştirim Burak Özdemir’in bu fikirlerini/sanılarını, Kuran’ı kullanarak, ayetlerin anlamlarını eğip-bükerek Kuran’la uyumluymuş gibi göstererek insanlara sunmasında ve Kuran’ı çok iyi bilmeyen, onun mesajını henüz yeterince kavrayamamış insanlarda inanç sapmasına neden olmasına...
****
Kimbilir belki de bir zamanlar Adem’e ve eşine “Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız” diyerek öğüt verdiğini iddia eden ve yeminler ederek ayaklarını kaydıran İBLİS şimdi de;
“Rabbinizin Kutsal kitaplarda cehennem var demesi aslında korku düzleminden ötürü ya da cehennem vicdan azabı çekmenin sembolleştirilmiş hali... ”
“Rabbinizin kitabında şeytandan sakının, o sizin için apaçık bir düşmandır demesi siz daha iyi kavrayasınız diye, aslında şeytan falan yoktur, kavramlar zıtlarıyla beraber var oldukları için size varmış gibi gözükmektedir... ”
“Rabbinizin bu Kuran’ı göndermiş olması, o zamanlar insanlığın, günümüzdeki bilgilere hazır olmamasıydı. ”
gibi fısıltılarıyla yalanlarına yalan katıyordur.
NOT: Yazıda verilen sayfa numaraları baskıya göre değişiklik gösterebilir.
Diyaloglar halinde kaleme alınan bu kitapta güya Tanrı Dona ve yazar chatleşiyorlar. Dona’nın “Tanrı” olması okuyucuda psikolojik bir baskı yaratıyor ve bilinç altında tüm söylediklerini doğru ve tartışılamaz kılıyor.
****
•Kötülerin (İblis’in bile) iyilere hizmet eden gizli kahramanlar haline getirilişi
•Düalite/Polarite prensibini kullanarak her şeyin çift yaratıldığından yola çıkarak “şeytan”ın kötülüğünü dünyevi bir yanılsama olarak gösterme
•İblis- şeytan kavramları konusunda okuyucunun kafasını bulanıklaştırma
•Allah’ın her yerde” olduğundan yola çıkarak ve bunu çarpıtarak özünde Tanrı ve insanın bir bütün olduğunu iddia etme (panteizm-pananteizmi empoze etme)
•Allah’ın tekamüle ihtiyacı varmış iftirasını atma
Sayfa 69-70
Dona: Şeytana gelince... Elbette şımartmadım onu. O şımarmayacak kadar olgun bir ruhtu.
Ben: Tanrı şeytandan övgü ile bahsediyor! Hayretten ölmek üzereyim. Şeytan olgun bir ruh muydu? Şeytan senin ve dolayısıyla insanların düşmanı değil miydi? Şeytanın günahını mı alıyoruz milyonlarca yıldır?
Dona: İblis bir sembol olmayı sevgiyle kabul etti. Hepsi bu.
Ben: Kötü adam rolünü mü teklif ettin ona?
Dona: Alemde hep beraberdik. Tüm ruhlar, sen ve ben. Ben ruhumdan bir parçanın tekamül etmesine karar verdim. Bu serüvende kimlerin yer almak istediğini sordum.
Ben: Şeytanın rolü neydi tam olarak?
Dona: Tekamül serüveninde iyinin karşıtının yani kötünün de olması gerekiyordu. Şeytanın ve ekip arkadaşlarının görevi ise insanlık tarihi boyunca kötüyü temsil etmekti. Kuran’da hem İblis, hem de şeytan kelimeleri ayrı ayrı geçer. Adem ile ilgili olaydan önce ondan İblis diye bahsedilir. Şeytan İblis’in insanın yaratılışından sonra taşımaya başladığı addır. İblis kendi adı; şeytan ise üstlendiği rolün adıdır. Şeytan şeytanın avukatlığını yapmak üzere dünyaya gelmiştir. Senin doğruyu yanlıştan ayırt etmeni kolaylaştırmak için.
****
•Ahireti inkar ettirip, ayet cımbızlama yöntemiyle reenkarnasyon inancını benimsetme böylelikle Kuran’da vurgulanan “hayatın bir sınav olduğu” felsefesinin yerine, “hayat bir okuldur aslolan tekamüldür, herkes düşe kalka da olsa tekamül etmek için bu dünyadadır” felsefesini benimsetme (ki bu da ödül/ceza sistemini kaçınılmaz bir şekilde yok eder çünkü)
Sayfa 77, 78, 79’da ahireti inkarı etmenin temeli oluşturulduktan sonra sayfa 80’de reenkarnasyon inancı aşılanıyor.
Kitapta Bakara Suresi 56. ayet reenkarnasyona delil olarak gösteriliyor:
“Sonra, ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz. ”
Buradaki “şükredebilesiniz” kelimesinden yola çıkarak ayette ölümden sonra yeniden bedenlenince şükrettiklerinden bahsedildiği iddia ediliyor.
Oysa ayet bağlamından çıkarılmazsa “apaçık” çünkü 55. ayet şöyle:
“Siz şunu da söylemiştiniz: "Ey Mûsa! Biz, Allah`ı apaçık görmedikçe sana asla inanmayacağız. " Bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı. Ve siz bakıp duruyordunuz. ”
Bu ayetlerin reenkarnasyonla uzaktan yakından alakası yok!
****
•Tekamülünü / evrimini tamamlamaya yaklaştığını söyleyen, yeniden doğup- doğmama seçeneğinin kendi elinde olduğunu iddia eden yarı-tanrı bireylerden oluşan sözde “farkındalık sahibi”, kibirli, üstün, elit bir ırk oluşturma.
Sayfa 429 - 18. Bölüm
Ben: Şimdiii, Hz. İsa model insan ya. Tekamül etmiş ve tanrısallaşmış insan modeli. Amacın bu modeli çoğaltmak. 9. tekamül kuşağına ev sahipliği yapan dünyada, ona verdiğin özelliklerin de çoğalması lazım.
****
•Araya doğru bilgileri serpiştirip, yanlış bilgiyi insanlara doğru ile birlikte empoze etme (spiritualist-ruhçu öğretinin vazgeçilmez taktiklerinden biridir)
•Dinin kaynağının yalnızca Kuran olduğunu savunan rasyonel müslümanları kendi kötü oyununa alet edip, uzun vadede mezhep ve hadis savunurları karşısında mağlup duruma düşürmek
Sayfa 448-451 arası hadislerin dinin kaynağı olamayacağı ile ilgili mantıklı bilgiler içeriyor.
****
•Kuran’da olmayan Mehdi/ Mesih kavramlarını varmış gibi gösterme
•“Müteşabih ayet teknolojisi” adı altında ayetlere sembolik anlamlar yükleme- cımbızlama
Sayfa 500’de “Müteşabih ayet teknolojisi” altında bir “ayet cımbızlama methodunu” görüyoruz.
Dona: “Sabrettiğinize karşılık selam size. Dünya yurdunun sonu ne güzel. ” (Rad, 24)
Ben: Ayet “ahirzamanı” tarif ediyor!
Dona: İsa’nın gönderdiği selamı tekrar alalım şimdi. “ Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün, diri olarak yeniden kaldırılacağım gün de” (Meryem Suresi, 33)
Ben: Aman Tanrım! İsa “ben geliyorum” diyor!
Rad suresi 24. ayet
Yaşar Nuri Öztürk çevirisi: "Selam size, sabrettiğiniz için! Ne güzeldir şu sonsuzluk yurdu!" derler.
Elmalılı Hamdi Yazır: "Selam sizlere, sabrettiğiniz için! Bakın dünya yurdunun ne güzel sonucu!"
Edip Yüksel: "Sabrettiğinizden ötürü selam (barış ve huzur) size olsun. Bu ne güzel son durak!"
****
•Kendine elçi- seçilmiş- görevli misyonu yükleme
Sayfa 609
Dona: Beni seni “Son tefsir”i kaleme alman için tuttum.
****
Burada sayfa no’su ile belirttiklerimin dışında bu kitapta cennet ve cehenneme sembolik anlamlar yükleyen, daha da ötesi cehennemi tümüyle inkar ettiren bölümler de mevcut.
Eleştirim Burak Özdemir’in fikirlerinin böyle olmasına değil, nitekim günümüzde –bilhassa da son dönemde- benzer içerikte pek çok kitap yazılmakta ve kitapçılardaki raflardaki yerini almakta. Benim eleştirim Burak Özdemir’in bu fikirlerini/sanılarını, Kuran’ı kullanarak, ayetlerin anlamlarını eğip-bükerek Kuran’la uyumluymuş gibi göstererek insanlara sunmasında ve Kuran’ı çok iyi bilmeyen, onun mesajını henüz yeterince kavrayamamış insanlarda inanç sapmasına neden olmasına...
****
Kimbilir belki de bir zamanlar Adem’e ve eşine “Rabbinizin sizi şu ağaçtan uzak tutması, iki melek olmayasınız yahut ölümsüzler arasına katılmayasınız” diyerek öğüt verdiğini iddia eden ve yeminler ederek ayaklarını kaydıran İBLİS şimdi de;
“Rabbinizin Kutsal kitaplarda cehennem var demesi aslında korku düzleminden ötürü ya da cehennem vicdan azabı çekmenin sembolleştirilmiş hali... ”
“Rabbinizin kitabında şeytandan sakının, o sizin için apaçık bir düşmandır demesi siz daha iyi kavrayasınız diye, aslında şeytan falan yoktur, kavramlar zıtlarıyla beraber var oldukları için size varmış gibi gözükmektedir... ”
“Rabbinizin bu Kuran’ı göndermiş olması, o zamanlar insanlığın, günümüzdeki bilgilere hazır olmamasıydı. ”
gibi fısıltılarıyla yalanlarına yalan katıyordur.
NOT: Yazıda verilen sayfa numaraları baskıya göre değişiklik gösterebilir.
Tevhid ve gnostisizm ne kadar uyumlu?
Allah katında din İslam’dır. (Ali İmran, 19)
Kim İslam’dan gayri bir din ararsa artık o, ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o, ahirette hüsrana düşenlerdendir. (Ali İmran, 85)
Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam`ı/Allah`a teslim olmayı seçtim. (Maide, 3)
Din kelimesi tutulan yol, hayat tarzı, karar, hüküm, hesap günü, kanun, yaşamında izlediği yol gibi anlamlara gelmektedir.
Yukarıdaki ayetler hem Allah’a teslim olunarak barış dinine girilmesi gerektiği, hem de İslam’ın diğer dinlerden ve yaşam felsefelerinden farklı olduğu iddiasındadır.
Herkesin bildiği üzere İslam dinindeki en önemli kavram tevhid ilkesidir. Ayetlerde Allah’ın dilediği kişinin şirk dışındaki günahlarını isterse affedeceğini söylemesi bunun önemli bir kanıtıdır.
Tevhid ise Tanrı’nın varlığını kabul edip etmemekten ziyade, O’na ortak koşmadan iman etmek demektir.
Allah’a ortak koşmamak deyince insanlar “biz zaten tek Tanrı’ya inanıyoruz” diyorlar.
Oysa Kur’an’a göre tevhid Tanrı’ya inanmak değil, nitelikleri Kur’an’da açıkça belirtilen Tanrı’dan yani Allah’tan başka ilah kabul etmemek ve O'ndan başka hiçbir varlığı egemen unsur olarak hayatın merkezine yerleştirmemektir. Bu da zaten beraberinde yaşamın geçici bir sınav yeri olduğunu ve kalıcı olanın erdemli davranışlarla bizi yaratanın rızasını kazanmak olduğunun bilinciyle yaşamayı getirir.
Kimi ateistler Allah’a kulluk etmeyi özgürlük kısıtlaması-insanlık onurunu aşağılama vs. olarak görse de bir Müslüman için Tanrı’dan başkasını otorite kabul etmemek tamamen özgürleşmek anlamına gelmektir. Çünkü Müslümanlara göre kulluk edilmeyi sadece kendisini yaratan, gözeten, rızık veren ve hayatını anlamlandıran hak eder.
Allah, Kuran’ın hak ve batılı birbirinden ayıran yegane kaynak olduğunu ayetlerde açıkça belirttiğine, kendi katındaki dinin İslam olduğunu ve dindeki en önemli ilkenin tevhid olduğunu vurguladığına göre şimdi diğer dinlerdeki Tanrı algısına bakmak suretiyle İslam’ın onlardan en temel farklılığını oluşturan tevhidin tam olarak ne anlama geldiğini, karşılaştırma yoluyla, inceleyebiliriz.
Dinler tarihine baktığımızda mistik/ gnostik dinlerin (ki bu dinler aynı zamanda panteist-tüm tanrıcı oluyor) baskınlığını ve tevhide karşı duruşunu görüyoruz. Hatta bizzat İslam’ın kendi içinde de bu tarz inançlara Sufizm, tasavvuf vs. adıyla rastlamak mümkün.
Şimdi bazı mistik/gnostik dinlerin Tanrı tasavvurlarına ve inanç esaslarına göz atalım:
Hint düşüncesinin dayandığı en önemli kaynak olan Upanişadlar ve ona dayanan Advaita Vedanta ekolüne göre nihai kurtuluş, ferdî ruhun (atman) evrensel ruhla (Brahman) özdeşliğini idrak etmesidir. Upanişad terimi “yanlış ve doğru, bâtıni veya gizli izah”, “bâtıni izahlardan elde edilen bilgi”, “bu tür bilgileri elde edebilecek kişilerin uyması zorunlu kural veya yerine getirmeleri gereken dini törenler” anlamlarında kullanılır. Tüm Upanişad metinlerinin amacı, “Tat tvam asi” (sen osun) veya “Aham Brahma asmı” (Ben Brahma’yım) şeklinde özetlenebilecek hâlin her din mensubunda idrakine yardımcı olmaktır. Hinduizm’in Tanrı inancını ifade ederken Rig Veda’nın şu cümlesinin göz önünde tutulması çok önemlidir: “Aslında hakikat birdir, ancak azizler ondan değişik isimlerle bahsetmişlerdir. ” Yani Hindular her ne kadar pratikte farklı isimlerdeki tanrılara ibadet eder gibi görünseler de çoğu zaman aynı tanrıya ibadet ettiklerini düşünürler. Mutlak hakikat çoğu zaman güneş, ay, rüzgâr, yağmur ve fırtına gibi doğa olayları ile özdeşleştirilir ve özellikle Tanrı güneş forumundayken, sabahleyin Brahma, öğlen Vişnu, Akşam da Şiva şeklinde tezahür ettiği fikri Hindular arasında yaygındır.
Yahudilik’te de bâtıni geleneğin (Kabala) büyük önemi vardır. Yahudi mistisizminin en erken biçimi olan Merkava mistisizminde, Tanrı’nın görünümünü ya da ihtişamını tecrübe etmeyi ve ruhun bu tecrübe için semavi alana yaptığı yolculuk ve yükselme tekniklerini konu edinen iki mistik tecrübe söz konusudur. Gayr-i Bâtıni olan ılımlı anlayışta esas olan, Kutsal Metin’den hareketle ilahlık (kutsal taht) üzerine tefekkür ve ilahi tezahürün dünyası tutulması esas alınır. Bâtıni, elitist ve tehlikeli özelliğe sahip yoğun mistik anlayışta ise gizli isim ve sihirli duaları içeren bir takım mistik teknikler vasıtasıyla kutsal taht vizyonuna ya da tecrübesine ulaşmak hedeflenir. Erken Kabala içindeki yoğun tecrübe biçimleri 12. yüzyıldan itibaren süre gelen Kabala’da da teozofik ve vecdî eğilim şeklinde devam eder. Mistik kişiliği esas alan vecdi Kabala ilahî isimlerin mistik kullanımı ve bir takım duruş ve nefes alış teknikleri vasıtasıyla yoğun mistik değişime ulaşma amacını esas alır. Ayrıca farklı dönemlerde gelişen iki büyük kabalistik gelenek de son derece önemlidir. Bunlardan biri İspanyol Kabalası, diğeriyse Safed Kabalasıdır. İspanyol Kabalasının temel eseri, Tevrat üzerine yapılmış ve onun gizli manasını ortaya koyan bir nevi mistik yorum niteliğindeki Zohar (Işık) Kitabıdır. Bu kitaptaki “sefirot” doktrini Neo-Platoncu südur teorisiyle büyük benzerlikler arz etmektedir.
Hıristiyanlıkta ise mistisizmin önemini vurgulayan en önemli ifade “Ruhun Karanlık Gecesi” tabiridir. Bu ifade ilk kez 16. yüzyılda İspanyol şair ve Roma Katolik Kilisesi mistiği Aziz John tarafından yazılan ve ruhun Tanrı ile birleşmek üzere yola çıktığı bir gece yolculuğunu konu alan bir şiirde kullanılmıştır. Aziz John çok meşhur olan bu şiirinde ruhani olgunluğa erişip Tanrı ile bütünleşene dek ruhun çektiği ızdırap dolu deneyimden bahsetmektedir. Zaten Hıristiyanlıkta kurtuluş teolojisi “Mesih’e iman etme” ve “Mesih’te olma” (Mesih sırrına vakıf olma) üzerine kuruludur. Aslında kutsal kabul edilen sakramentlerin, örneğin şarap ve ekmek ayininin, temelinde bu “Rab Mesih’te olma” ve onunla bir olma, birleşme arzusu yatar. Teslis öğretisi de akılla kavranabilecek bir öğreti olmaktan ziyade, hissedilebilecek, sezgilere güvenmek suretiyle iman edilecek bir gizemdir. Aslî amaç bu sırra erişebilmektir. Bu bağlamda, Hıristiyanlığın, temel inanç esasları doğrultusunda, başlı başına mistik bir din olduğu söylenebilir. Ayrıca şunu da eklemekte yarar vardır: Hıristiyanlar kendi dinlerini monoteist olarak nitelendirirler, kesinlikle panteist yahut henoteist olduklarını kabul etmezler. Oysa panteist/politeist olarak nitelendirdikleri bir Hindu 1=1=1=1=1=1=1=1…… derken bir Hıristiyan 1=1=1 der.
Mistisizm ve panteist Tanrı tasavvurları her zaman bir dini akım içerisinde kendini göstermez. Herhangi bir dinin mensubu olmayan batılılar üzerinde yapılan araştırmalardan elde edilen veriler, hallucinogen bitki/madde kullanan insanların da mistiklerin “vecd” (esrime) dedikleri hâli andıran bir deneyim yaşadıklarını açıkça göstermektedir. Örneğin, on beş miligram psilosibin içeren mantarların (magic mushroom) doz aşımı durumunda neler olduğunu psikedelik deneyimler üzerine araştırmalar yapmış, yazar filozof ve bitkibilimci Terence McKenna şöyle ifade eder:
“Otuz miligramda neler oluyor? Kırk beş veya altmış miligramda? Bunlar fiziksel olarak tehlikeli dozlar değil, fakat zihnin kırılgan yapılarının görüş açısından bunlar dehşet verici dozlar. Mantarlarla beş, altı, yedi gramlık bariyeri geçtiğiniz zaman, bu sıradan anlamda bir uyuşturucu olmaktan çıkarak, daha çok sizinle başka bir yerdeki bir şey arasındaki eşsiz bir karşılaşma olan bir deneyim, bir olay gibi olmaya başlar. ”
Neo-Platonizm, Upanişadlar vs. ile çok büyük paralellikler içeren tasavvufta ise Allah`tan ayrı düşmüş olma, bir mistiğin en temel üzüntüsü ve onu harekete geçiren arzunun itici gücüdür. Sûfîler sık sık bu “ayrılık acısı”nı dile getirirler. Eşyanın aldatıcı görüntüsünden vazgeçerek, ruhunun derinliğinde gömülü ilâhî kıvılcımı ortaya çıkarmak için, kendi iç derinliğinde yolculuğa çıkmak gereklidir. Onlar için insanî tutkuların çeşitli şekilleri, tek gerçek arzunun aldatıcı kılık değiştirmeleridir; bu, “Allah veya ulûhiyet arzusudur. ” Çünkü mistiğin gözünde “insan, özü itibariyle Allah`tan kopan bir parçadır”. Bu sebeple de bütüne, asıl ve hakiki varlığa ulaşmak, onunla bütünleşmek varoluşun en son gayesini oluşturur. Sufiler kendi nefslerini tüm dünyevi arzulardan temizleyip, Allah`ın birliğinde bir varoluş duygusunu yaşmayı hedefler. Birlik hissine ulaşan Sufi, kendisinin herhangi bir şey olduğunu inkâr edebileceği gibi, kendisinin her şey olduğunu (Ene`l-Hak) da iddia edebilir. Eşyayı bir bütün olarak görerek, kendisini de bütünün bir parçası olarak algılar
Kur’an’da ortaya konan Tanrı tasavvuru ise yukarıda örnekler verdiğimiz mistik/ gnostik dinlerinkinden bambaşkadır. Allah hem aşkın hem de içkin bir Tanrı’dır. Ama O’nun aşkınlığı deizmin Tanrı’sı gibi hayata hiç müdahale etmeyen bir aşkınlık değil, içkinliği ise panteizm yahut panenteizmle alakası olmayan türdedir. Allah aşkındır, hiç bir şeye benzemez, hiçbir şey O’nun dengi, benzeri değildir, akılların kavrayamayacağı kadar yüce olandır ama aynı zamanda yarattıklarına şah damarından yakın olan, insan hayatına egemen olan, işiten, gören, kollayandır.
Bu aşkınlık ve içkinlik meselesinin Tanrı’da bir arada bulunması genelde insanların kafasını karıştırır.
Örneğin Cahilliye döneminde insanların aşkınlık ile içkinliği bağdaştıramamalarının, Tanrı’nın insan hayatına müdahale edemeyecek kadar (çok) aşkın olduğuna kanaat getirmelerinin ve Tanrı’yı içkinlikten münezzeh kılmalarının araya aracılar sokarak şirk koşmalarına neden olduğu düşünülür. Günümüzde kimi Müslümanlarca bile bu iki vasfın çelişiyor olarak algılanması ya araya aracılar sokmaya ya da deist yahut panteist bir Tanrı tasavvuru oluşturmaya neden olmuştur. Oysa Kur’an’ aracılığı ile bizlere kendini tanıtan Allah hem çok yücedir/uludur (aşkındır) bunun yanı sıra gerek insanın kendisine şah damarından daha yakın olması itibariyle gerekse evrenin her noktasında denetici olarak var olması ile içkindir. Bu noktada Tanrı’nın evrenin parçası olması (panteizm) ile madde dünyasından tamamen ayrı bir Varlık olarak onun her bir noktasında “denetleyici otorite” olarak var olmasının (monoteizm) ayrımının iyi yapılması gereklidir.
----
Kaynaklar:
Ali İhsan Yitik ve Baki Adam, Yaşayan Dünya Dinleri
Jim DeKorne, Psikedelik Şamanizm: Sanrılandırıcı Bitkilerin Şamanist Kullanımı
Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi
http: //en. wikipedia.... ght_of_the_Soul
Kim İslam’dan gayri bir din ararsa artık o, ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o, ahirette hüsrana düşenlerdendir. (Ali İmran, 85)
Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam`ı/Allah`a teslim olmayı seçtim. (Maide, 3)
Din kelimesi tutulan yol, hayat tarzı, karar, hüküm, hesap günü, kanun, yaşamında izlediği yol gibi anlamlara gelmektedir.
Yukarıdaki ayetler hem Allah’a teslim olunarak barış dinine girilmesi gerektiği, hem de İslam’ın diğer dinlerden ve yaşam felsefelerinden farklı olduğu iddiasındadır.
Herkesin bildiği üzere İslam dinindeki en önemli kavram tevhid ilkesidir. Ayetlerde Allah’ın dilediği kişinin şirk dışındaki günahlarını isterse affedeceğini söylemesi bunun önemli bir kanıtıdır.
Tevhid ise Tanrı’nın varlığını kabul edip etmemekten ziyade, O’na ortak koşmadan iman etmek demektir.
Allah’a ortak koşmamak deyince insanlar “biz zaten tek Tanrı’ya inanıyoruz” diyorlar.
Oysa Kur’an’a göre tevhid Tanrı’ya inanmak değil, nitelikleri Kur’an’da açıkça belirtilen Tanrı’dan yani Allah’tan başka ilah kabul etmemek ve O'ndan başka hiçbir varlığı egemen unsur olarak hayatın merkezine yerleştirmemektir. Bu da zaten beraberinde yaşamın geçici bir sınav yeri olduğunu ve kalıcı olanın erdemli davranışlarla bizi yaratanın rızasını kazanmak olduğunun bilinciyle yaşamayı getirir.
Kimi ateistler Allah’a kulluk etmeyi özgürlük kısıtlaması-insanlık onurunu aşağılama vs. olarak görse de bir Müslüman için Tanrı’dan başkasını otorite kabul etmemek tamamen özgürleşmek anlamına gelmektir. Çünkü Müslümanlara göre kulluk edilmeyi sadece kendisini yaratan, gözeten, rızık veren ve hayatını anlamlandıran hak eder.
Allah, Kuran’ın hak ve batılı birbirinden ayıran yegane kaynak olduğunu ayetlerde açıkça belirttiğine, kendi katındaki dinin İslam olduğunu ve dindeki en önemli ilkenin tevhid olduğunu vurguladığına göre şimdi diğer dinlerdeki Tanrı algısına bakmak suretiyle İslam’ın onlardan en temel farklılığını oluşturan tevhidin tam olarak ne anlama geldiğini, karşılaştırma yoluyla, inceleyebiliriz.
Dinler tarihine baktığımızda mistik/ gnostik dinlerin (ki bu dinler aynı zamanda panteist-tüm tanrıcı oluyor) baskınlığını ve tevhide karşı duruşunu görüyoruz. Hatta bizzat İslam’ın kendi içinde de bu tarz inançlara Sufizm, tasavvuf vs. adıyla rastlamak mümkün.
Şimdi bazı mistik/gnostik dinlerin Tanrı tasavvurlarına ve inanç esaslarına göz atalım:
Hint düşüncesinin dayandığı en önemli kaynak olan Upanişadlar ve ona dayanan Advaita Vedanta ekolüne göre nihai kurtuluş, ferdî ruhun (atman) evrensel ruhla (Brahman) özdeşliğini idrak etmesidir. Upanişad terimi “yanlış ve doğru, bâtıni veya gizli izah”, “bâtıni izahlardan elde edilen bilgi”, “bu tür bilgileri elde edebilecek kişilerin uyması zorunlu kural veya yerine getirmeleri gereken dini törenler” anlamlarında kullanılır. Tüm Upanişad metinlerinin amacı, “Tat tvam asi” (sen osun) veya “Aham Brahma asmı” (Ben Brahma’yım) şeklinde özetlenebilecek hâlin her din mensubunda idrakine yardımcı olmaktır. Hinduizm’in Tanrı inancını ifade ederken Rig Veda’nın şu cümlesinin göz önünde tutulması çok önemlidir: “Aslında hakikat birdir, ancak azizler ondan değişik isimlerle bahsetmişlerdir. ” Yani Hindular her ne kadar pratikte farklı isimlerdeki tanrılara ibadet eder gibi görünseler de çoğu zaman aynı tanrıya ibadet ettiklerini düşünürler. Mutlak hakikat çoğu zaman güneş, ay, rüzgâr, yağmur ve fırtına gibi doğa olayları ile özdeşleştirilir ve özellikle Tanrı güneş forumundayken, sabahleyin Brahma, öğlen Vişnu, Akşam da Şiva şeklinde tezahür ettiği fikri Hindular arasında yaygındır.
Yahudilik’te de bâtıni geleneğin (Kabala) büyük önemi vardır. Yahudi mistisizminin en erken biçimi olan Merkava mistisizminde, Tanrı’nın görünümünü ya da ihtişamını tecrübe etmeyi ve ruhun bu tecrübe için semavi alana yaptığı yolculuk ve yükselme tekniklerini konu edinen iki mistik tecrübe söz konusudur. Gayr-i Bâtıni olan ılımlı anlayışta esas olan, Kutsal Metin’den hareketle ilahlık (kutsal taht) üzerine tefekkür ve ilahi tezahürün dünyası tutulması esas alınır. Bâtıni, elitist ve tehlikeli özelliğe sahip yoğun mistik anlayışta ise gizli isim ve sihirli duaları içeren bir takım mistik teknikler vasıtasıyla kutsal taht vizyonuna ya da tecrübesine ulaşmak hedeflenir. Erken Kabala içindeki yoğun tecrübe biçimleri 12. yüzyıldan itibaren süre gelen Kabala’da da teozofik ve vecdî eğilim şeklinde devam eder. Mistik kişiliği esas alan vecdi Kabala ilahî isimlerin mistik kullanımı ve bir takım duruş ve nefes alış teknikleri vasıtasıyla yoğun mistik değişime ulaşma amacını esas alır. Ayrıca farklı dönemlerde gelişen iki büyük kabalistik gelenek de son derece önemlidir. Bunlardan biri İspanyol Kabalası, diğeriyse Safed Kabalasıdır. İspanyol Kabalasının temel eseri, Tevrat üzerine yapılmış ve onun gizli manasını ortaya koyan bir nevi mistik yorum niteliğindeki Zohar (Işık) Kitabıdır. Bu kitaptaki “sefirot” doktrini Neo-Platoncu südur teorisiyle büyük benzerlikler arz etmektedir.
Hıristiyanlıkta ise mistisizmin önemini vurgulayan en önemli ifade “Ruhun Karanlık Gecesi” tabiridir. Bu ifade ilk kez 16. yüzyılda İspanyol şair ve Roma Katolik Kilisesi mistiği Aziz John tarafından yazılan ve ruhun Tanrı ile birleşmek üzere yola çıktığı bir gece yolculuğunu konu alan bir şiirde kullanılmıştır. Aziz John çok meşhur olan bu şiirinde ruhani olgunluğa erişip Tanrı ile bütünleşene dek ruhun çektiği ızdırap dolu deneyimden bahsetmektedir. Zaten Hıristiyanlıkta kurtuluş teolojisi “Mesih’e iman etme” ve “Mesih’te olma” (Mesih sırrına vakıf olma) üzerine kuruludur. Aslında kutsal kabul edilen sakramentlerin, örneğin şarap ve ekmek ayininin, temelinde bu “Rab Mesih’te olma” ve onunla bir olma, birleşme arzusu yatar. Teslis öğretisi de akılla kavranabilecek bir öğreti olmaktan ziyade, hissedilebilecek, sezgilere güvenmek suretiyle iman edilecek bir gizemdir. Aslî amaç bu sırra erişebilmektir. Bu bağlamda, Hıristiyanlığın, temel inanç esasları doğrultusunda, başlı başına mistik bir din olduğu söylenebilir. Ayrıca şunu da eklemekte yarar vardır: Hıristiyanlar kendi dinlerini monoteist olarak nitelendirirler, kesinlikle panteist yahut henoteist olduklarını kabul etmezler. Oysa panteist/politeist olarak nitelendirdikleri bir Hindu 1=1=1=1=1=1=1=1…… derken bir Hıristiyan 1=1=1 der.
Mistisizm ve panteist Tanrı tasavvurları her zaman bir dini akım içerisinde kendini göstermez. Herhangi bir dinin mensubu olmayan batılılar üzerinde yapılan araştırmalardan elde edilen veriler, hallucinogen bitki/madde kullanan insanların da mistiklerin “vecd” (esrime) dedikleri hâli andıran bir deneyim yaşadıklarını açıkça göstermektedir. Örneğin, on beş miligram psilosibin içeren mantarların (magic mushroom) doz aşımı durumunda neler olduğunu psikedelik deneyimler üzerine araştırmalar yapmış, yazar filozof ve bitkibilimci Terence McKenna şöyle ifade eder:
“Otuz miligramda neler oluyor? Kırk beş veya altmış miligramda? Bunlar fiziksel olarak tehlikeli dozlar değil, fakat zihnin kırılgan yapılarının görüş açısından bunlar dehşet verici dozlar. Mantarlarla beş, altı, yedi gramlık bariyeri geçtiğiniz zaman, bu sıradan anlamda bir uyuşturucu olmaktan çıkarak, daha çok sizinle başka bir yerdeki bir şey arasındaki eşsiz bir karşılaşma olan bir deneyim, bir olay gibi olmaya başlar. ”
Neo-Platonizm, Upanişadlar vs. ile çok büyük paralellikler içeren tasavvufta ise Allah`tan ayrı düşmüş olma, bir mistiğin en temel üzüntüsü ve onu harekete geçiren arzunun itici gücüdür. Sûfîler sık sık bu “ayrılık acısı”nı dile getirirler. Eşyanın aldatıcı görüntüsünden vazgeçerek, ruhunun derinliğinde gömülü ilâhî kıvılcımı ortaya çıkarmak için, kendi iç derinliğinde yolculuğa çıkmak gereklidir. Onlar için insanî tutkuların çeşitli şekilleri, tek gerçek arzunun aldatıcı kılık değiştirmeleridir; bu, “Allah veya ulûhiyet arzusudur. ” Çünkü mistiğin gözünde “insan, özü itibariyle Allah`tan kopan bir parçadır”. Bu sebeple de bütüne, asıl ve hakiki varlığa ulaşmak, onunla bütünleşmek varoluşun en son gayesini oluşturur. Sufiler kendi nefslerini tüm dünyevi arzulardan temizleyip, Allah`ın birliğinde bir varoluş duygusunu yaşmayı hedefler. Birlik hissine ulaşan Sufi, kendisinin herhangi bir şey olduğunu inkâr edebileceği gibi, kendisinin her şey olduğunu (Ene`l-Hak) da iddia edebilir. Eşyayı bir bütün olarak görerek, kendisini de bütünün bir parçası olarak algılar
Kur’an’da ortaya konan Tanrı tasavvuru ise yukarıda örnekler verdiğimiz mistik/ gnostik dinlerinkinden bambaşkadır. Allah hem aşkın hem de içkin bir Tanrı’dır. Ama O’nun aşkınlığı deizmin Tanrı’sı gibi hayata hiç müdahale etmeyen bir aşkınlık değil, içkinliği ise panteizm yahut panenteizmle alakası olmayan türdedir. Allah aşkındır, hiç bir şeye benzemez, hiçbir şey O’nun dengi, benzeri değildir, akılların kavrayamayacağı kadar yüce olandır ama aynı zamanda yarattıklarına şah damarından yakın olan, insan hayatına egemen olan, işiten, gören, kollayandır.
Bu aşkınlık ve içkinlik meselesinin Tanrı’da bir arada bulunması genelde insanların kafasını karıştırır.
Örneğin Cahilliye döneminde insanların aşkınlık ile içkinliği bağdaştıramamalarının, Tanrı’nın insan hayatına müdahale edemeyecek kadar (çok) aşkın olduğuna kanaat getirmelerinin ve Tanrı’yı içkinlikten münezzeh kılmalarının araya aracılar sokarak şirk koşmalarına neden olduğu düşünülür. Günümüzde kimi Müslümanlarca bile bu iki vasfın çelişiyor olarak algılanması ya araya aracılar sokmaya ya da deist yahut panteist bir Tanrı tasavvuru oluşturmaya neden olmuştur. Oysa Kur’an’ aracılığı ile bizlere kendini tanıtan Allah hem çok yücedir/uludur (aşkındır) bunun yanı sıra gerek insanın kendisine şah damarından daha yakın olması itibariyle gerekse evrenin her noktasında denetici olarak var olması ile içkindir. Bu noktada Tanrı’nın evrenin parçası olması (panteizm) ile madde dünyasından tamamen ayrı bir Varlık olarak onun her bir noktasında “denetleyici otorite” olarak var olmasının (monoteizm) ayrımının iyi yapılması gereklidir.
----
Kaynaklar:
Ali İhsan Yitik ve Baki Adam, Yaşayan Dünya Dinleri
Jim DeKorne, Psikedelik Şamanizm: Sanrılandırıcı Bitkilerin Şamanist Kullanımı
Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi
http: //en. wikipedia.... ght_of_the_Soul
Kuran nasıl okunmalı?
Çoğu zaman görüyoruz ki hadisçi-mezhepçi müslüman arkadaşlar Kuran’ın tek başına anlaşılmaz bir kitap olduğunu iddia ediyorlar, ateistlerse surelerdeki bir ayeti cımbızlayıp eksik ve yanlış yorumlar yapıyorlar.
Oysaki Kuran kendi kendini açıklayan, tefsir eden bir kitap:
Furkan Suresi
32. Kafirler dediler ki “Kuran ona toptan, tek bir defada indirilseydi ya” Biz böyle yaptık ki, onunla senin kalbini dayanıklı kılalım. Biz onu parça parça düzenleyip okuduk.
33. Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, biz sana gerçeği ve en güzel yorumu (ahsena tefsir) getirmiş olmayalım.
Anlaşılması için doğru methodla düşünerek ve birleştirerek okumak gerekli:
Zümer Suresi
23 Allah, sözün/hadisin en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili mânalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. Rablerinden korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri, Allah`ın zikri/Kur`an`ı karşısında yumuşar. Bu, Allah`ın kılavuzudur ki, onunla dilediğini/dileyeni hidayete erdirir. Allah`ın saptırdığına gelince, ona kılavuzluk edecek yoktur.
Şimdi birkaç örnek verelim;
Örneğin Naziat Suresi 27. ayetteki sorunun cevabı o surede yok. Sorunun yanıtı Mümin Suresi 57. ayette karşımıza çıkıyor.
Naziat 27 Siz mi daha zorsunuz yaratılışça, gök mü?
GöKLERİN YARATILMASI MI İNSANIN YARATILMASI MI ZORDUR?
Cevap:
Mümin 57 Göklerin ve yerin yaratılışı/yarattıkları, insanların yaratılışından/insanlar âleminden elbette daha büyüktür. Ne var ki insanların çokları bilmiyorlar.
***
Fatiha Suresi
6 Dosdoğru giden yola ilet bizi...
7 Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin, karanlığa/şaşkınlığa saplanmamışların yoluna...
DOĞRU YOL NEDİR?
Cevap:
Yasin Suresi
60 Ey âdemoğulları! Ben size, "Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için açık bir düşmandır!" demedim mi?
61 "Bana ibadet edin, dosdoğru yol budur!" demedim mi?
Ali İmran Suresi
51 "Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir; o halde, O`na kulluk edin!İşte bu, dosdoğru bir yoldur. "
***
Yunus 20 Şöyle derler: "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" De ki: "Gayb, Allah`ın tekelinde. Hadi bekleyin; sizinle birlikte ben de bekleyenlerdenim. "
İNANMAYANLAR PEYGAMBERDEN NASIL MUCİZE İSTEDİLER?
Cevap:
İsra Suresi
90 Dediler ki: "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadığın sürece sana asla inanmayacağız!"
91 "Yahut senin, hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. "
92 "Yahut iddia ettiğin gibi göğü, parçalar halinde üzerimize düşürmelisin, yahut Allah`ı ve melekleri karşımıza dikmelisin. "
93 "Yahut altından bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin. Ancak senin göğe çıktığına, okuyacağımız bir kitabı bize indireceğin zamana kadar, asla inanmayız!" De ki: "Rabbimin şanı yücedir. Ben, insan bir resulden başka neyim ki? "
Furkan Suresi
7 Şunu da söylemişlerdir: "Ne biçim resuldür bu; yemek yiyor, sokaklarda yürüyor. Üzerine bir melek indirilmeli, beraberinde özel bir uyarıcı olmalı değil miydi? "
8 "Yahut ona bir hazine gönderilmeli, yahut ürününden yediği bir bahçesi olmalı değil miydi? " O zalimler şunu da söylediler: "Sizler büyülenmiş bir adamdan başkasının ardı sıra gitmiyorsunuz. "
Nisa Suresi
153 Ehlikitap, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Zaten onlar Mûsa`dan da bundan daha büyüğünü istemişlerdi. Demişlerdi ki: "Allah`ı bize açıktan göster. " Bunun üzerine zulümlerinden ötürü kendilerini yıldırım çarpmıştı. Sonra kendilerine açık-seçik kanıtların gelişi ardından buzağıya taptılar. Biz onların bu günahını da affettik. Biz Mûsa`ya apaçık bir kanıt/bir hükmetme gücü verdik.
Hud Suresi
12 Belki de sen; onlar, "Ona bir hazine indirilseydi, yahut beraberinde bir melek gelseydi ya!" diyorlar diye göğsün sıkışıp daralarak, sana vahyedilmekte olanının bir kısmını terk etmeye kalkarsın. Gerçek olan şu ki, sen sadece bir uyarıcısın. Allah ise her şey üzerinde bir Vekîl`dir.
***
Hicr 16 Yemin olsun, biz gökte burçlar oluşturduk ve onu/onları, seyredenler için süsledik.
GÖKYÜZÜ NE İLE VE NASIL SÜSLENDİ?
Mülk 5 Yemin olsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara ateş taneleri yaptık. O şeytanlar için çılgın ateş azabını da hazırladık.
KANDİL KELİMESİ İLE NE KAST EDİLMEKTEDİR?
15 "Görmediniz mi, Allah yedi göğü ahenkli bir bütün olarak nasıl yarattı? "
16 "Ve Ay`ı, bunlar içinde bir nur yaptı ve Güneş`i bir kandil haline getirdi. "
***
Nahl 4 İnsanı bir spermden (nufte) yarattı. Bir de bakmışsın insan, açıkça kafa tutan bir hasım oluvermiştir.
NUFTEDEN YARATILAN İNSAN RABBİNE NASIL DÜŞMAN KESİLDİ?
Yasin Suresi
77 Görmedi mi insan, kendisini bir spermden yarattığımızı! Bir de bize açık bir hasım kesilmiştir o.
78 Kendi yaratılışını unutmuş da bize örnek veriyor. Ve bir de şöyle diyor: "Şu çürümüş kemiklere kim hayat verecek? "
79 De ki: "Onlara hayata verecek olan, onları ilk kez yaratandır. O, bütün yaratılmışları/her türlü yaratmayı çok iyi bilmektedir. "
***
Bakara 216 Hoşunuza gitmemekle birlikte, savaş üzerinize yazılmıştır. Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
ALLAH SAVAŞA NE ZAMAN İZİN VERİR?
Cevap:
Nisa 75 Size ne oluyor da Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz bizi, halkı zulme sapmış şu kentten çıkar; katından bize bir dost gönder, katından bize bir yardımcı gönder!" diye yakaran mazlum ve çaresiz erkekler, kadınlar, yavrular için savaşmıyorsunuz!
Mümtehine Suresi
8 Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever.
9 Allah sizi; ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar. Böyleleriyle dost olanlar, zalimlerin ta kendileridir.
Bakara 190 Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpışın. Ama haksız yere saldırmayın/çarpışmada zulme sapmayın. Çünkü Allah, sınır tanımaz azgınları sevmiyor.
Hac 39 Kendilerine savaş açılanlara savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğratıldılar. Allah onlara yardıma elbette kadirdir.
***
Hac 67 Her ümmet için biz, bir ibadet şekli/bir ibadet yeri belirledik; onlar, onu izlerler. Artık bu iş konusunda seninle çekişmesinler. Sen de Rabbine davet et. Sen, elbette ki şaşırtmadan yol aldıran bir kılavuzun ardındasın.
RABBE DAVET NASIL OLMALI?
Cevap:
Nahl 125 Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et ve onlarla, en güzel olan neyse o yolla mücadele et. Şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. Ve O, gerçeğe kılavuzlananları da en iyi bilendir.
Ta-Ha Suresi
43 "Firavun`a gidin, çünkü o azdı. "
44 "Ona yumuşak ve tatlı bir sözle hitap edin; belki öğüt alır, yahut ürperir. "
Ali İmran 159 Allah`tan bir merhamet/bir sevgi sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim korusunda da onlarla şûraya git. Bir kez azmettin mi de artık Allah`a güvenip dayan! Allah, tevekkül edenleri sever.
Oysaki Kuran kendi kendini açıklayan, tefsir eden bir kitap:
Furkan Suresi
32. Kafirler dediler ki “Kuran ona toptan, tek bir defada indirilseydi ya” Biz böyle yaptık ki, onunla senin kalbini dayanıklı kılalım. Biz onu parça parça düzenleyip okuduk.
33. Onların sana getirdikleri hiçbir örnek yoktur ki, biz sana gerçeği ve en güzel yorumu (ahsena tefsir) getirmiş olmayalım.
Anlaşılması için doğru methodla düşünerek ve birleştirerek okumak gerekli:
Zümer Suresi
23 Allah, sözün/hadisin en güzelini, birbirine benzer iç içe ikili mânalar ifade eden bir Kitap halinde indirmiştir. Rablerinden korkanların ondan derileri ürperir. Sonra da hem derileri hem de kalpleri, Allah`ın zikri/Kur`an`ı karşısında yumuşar. Bu, Allah`ın kılavuzudur ki, onunla dilediğini/dileyeni hidayete erdirir. Allah`ın saptırdığına gelince, ona kılavuzluk edecek yoktur.
Şimdi birkaç örnek verelim;
Örneğin Naziat Suresi 27. ayetteki sorunun cevabı o surede yok. Sorunun yanıtı Mümin Suresi 57. ayette karşımıza çıkıyor.
Naziat 27 Siz mi daha zorsunuz yaratılışça, gök mü?
GöKLERİN YARATILMASI MI İNSANIN YARATILMASI MI ZORDUR?
Cevap:
Mümin 57 Göklerin ve yerin yaratılışı/yarattıkları, insanların yaratılışından/insanlar âleminden elbette daha büyüktür. Ne var ki insanların çokları bilmiyorlar.
***
Fatiha Suresi
6 Dosdoğru giden yola ilet bizi...
7 Kendilerine nimet verdiklerinin, üzerlerine gazap dökülmemişlerin, karanlığa/şaşkınlığa saplanmamışların yoluna...
DOĞRU YOL NEDİR?
Cevap:
Yasin Suresi
60 Ey âdemoğulları! Ben size, "Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için açık bir düşmandır!" demedim mi?
61 "Bana ibadet edin, dosdoğru yol budur!" demedim mi?
Ali İmran Suresi
51 "Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir; o halde, O`na kulluk edin!İşte bu, dosdoğru bir yoldur. "
***
Yunus 20 Şöyle derler: "Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!" De ki: "Gayb, Allah`ın tekelinde. Hadi bekleyin; sizinle birlikte ben de bekleyenlerdenim. "
İNANMAYANLAR PEYGAMBERDEN NASIL MUCİZE İSTEDİLER?
Cevap:
İsra Suresi
90 Dediler ki: "Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadığın sürece sana asla inanmayacağız!"
91 "Yahut senin, hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. "
92 "Yahut iddia ettiğin gibi göğü, parçalar halinde üzerimize düşürmelisin, yahut Allah`ı ve melekleri karşımıza dikmelisin. "
93 "Yahut altından bir evin olmalı, yahut göğe yükselmelisin. Ancak senin göğe çıktığına, okuyacağımız bir kitabı bize indireceğin zamana kadar, asla inanmayız!" De ki: "Rabbimin şanı yücedir. Ben, insan bir resulden başka neyim ki? "
Furkan Suresi
7 Şunu da söylemişlerdir: "Ne biçim resuldür bu; yemek yiyor, sokaklarda yürüyor. Üzerine bir melek indirilmeli, beraberinde özel bir uyarıcı olmalı değil miydi? "
8 "Yahut ona bir hazine gönderilmeli, yahut ürününden yediği bir bahçesi olmalı değil miydi? " O zalimler şunu da söylediler: "Sizler büyülenmiş bir adamdan başkasının ardı sıra gitmiyorsunuz. "
Nisa Suresi
153 Ehlikitap, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Zaten onlar Mûsa`dan da bundan daha büyüğünü istemişlerdi. Demişlerdi ki: "Allah`ı bize açıktan göster. " Bunun üzerine zulümlerinden ötürü kendilerini yıldırım çarpmıştı. Sonra kendilerine açık-seçik kanıtların gelişi ardından buzağıya taptılar. Biz onların bu günahını da affettik. Biz Mûsa`ya apaçık bir kanıt/bir hükmetme gücü verdik.
Hud Suresi
12 Belki de sen; onlar, "Ona bir hazine indirilseydi, yahut beraberinde bir melek gelseydi ya!" diyorlar diye göğsün sıkışıp daralarak, sana vahyedilmekte olanının bir kısmını terk etmeye kalkarsın. Gerçek olan şu ki, sen sadece bir uyarıcısın. Allah ise her şey üzerinde bir Vekîl`dir.
***
Hicr 16 Yemin olsun, biz gökte burçlar oluşturduk ve onu/onları, seyredenler için süsledik.
GÖKYÜZÜ NE İLE VE NASIL SÜSLENDİ?
Mülk 5 Yemin olsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara ateş taneleri yaptık. O şeytanlar için çılgın ateş azabını da hazırladık.
KANDİL KELİMESİ İLE NE KAST EDİLMEKTEDİR?
15 "Görmediniz mi, Allah yedi göğü ahenkli bir bütün olarak nasıl yarattı? "
16 "Ve Ay`ı, bunlar içinde bir nur yaptı ve Güneş`i bir kandil haline getirdi. "
***
Nahl 4 İnsanı bir spermden (nufte) yarattı. Bir de bakmışsın insan, açıkça kafa tutan bir hasım oluvermiştir.
NUFTEDEN YARATILAN İNSAN RABBİNE NASIL DÜŞMAN KESİLDİ?
Yasin Suresi
77 Görmedi mi insan, kendisini bir spermden yarattığımızı! Bir de bize açık bir hasım kesilmiştir o.
78 Kendi yaratılışını unutmuş da bize örnek veriyor. Ve bir de şöyle diyor: "Şu çürümüş kemiklere kim hayat verecek? "
79 De ki: "Onlara hayata verecek olan, onları ilk kez yaratandır. O, bütün yaratılmışları/her türlü yaratmayı çok iyi bilmektedir. "
***
Bakara 216 Hoşunuza gitmemekle birlikte, savaş üzerinize yazılmıştır. Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
ALLAH SAVAŞA NE ZAMAN İZİN VERİR?
Cevap:
Nisa 75 Size ne oluyor da Allah yolunda ve "Ey Rabbimiz bizi, halkı zulme sapmış şu kentten çıkar; katından bize bir dost gönder, katından bize bir yardımcı gönder!" diye yakaran mazlum ve çaresiz erkekler, kadınlar, yavrular için savaşmıyorsunuz!
Mümtehine Suresi
8 Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Allah, adaleti ayakta tutanları sever.
9 Allah sizi; ancak din hakkında sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran, çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmaktan yasaklar. Böyleleriyle dost olanlar, zalimlerin ta kendileridir.
Bakara 190 Sizinle çarpışmaya girenlerle Allah yolunda siz de çarpışın. Ama haksız yere saldırmayın/çarpışmada zulme sapmayın. Çünkü Allah, sınır tanımaz azgınları sevmiyor.
Hac 39 Kendilerine savaş açılanlara savaşma izni verilmiştir. Çünkü onlar zulme uğratıldılar. Allah onlara yardıma elbette kadirdir.
***
Hac 67 Her ümmet için biz, bir ibadet şekli/bir ibadet yeri belirledik; onlar, onu izlerler. Artık bu iş konusunda seninle çekişmesinler. Sen de Rabbine davet et. Sen, elbette ki şaşırtmadan yol aldıran bir kılavuzun ardındasın.
RABBE DAVET NASIL OLMALI?
Cevap:
Nahl 125 Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et ve onlarla, en güzel olan neyse o yolla mücadele et. Şüphe yok ki Rabbin, kendi yolundan sapanları en iyi bilendir. Ve O, gerçeğe kılavuzlananları da en iyi bilendir.
Ta-Ha Suresi
43 "Firavun`a gidin, çünkü o azdı. "
44 "Ona yumuşak ve tatlı bir sözle hitap edin; belki öğüt alır, yahut ürperir. "
Ali İmran 159 Allah`tan bir merhamet/bir sevgi sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi. O halde bağışla onları, af dile onlar için; iş ve yönetim korusunda da onlarla şûraya git. Bir kez azmettin mi de artık Allah`a güvenip dayan! Allah, tevekkül edenleri sever.
Niçin Müslümanım?
Bu soru bence bir müslümanın kendisine sorması gereken en önemli soruların başında geliyor.
Hindistan’da Hindu bir ailenin çocuğu olarak doğsaydım Hindu mu olacaktım?
Ya Vatikan’da koyu Katolik bir ailenin çocuğu olsaydım... O zaman teslis haktır diye haykırıp, İsa Tanrı’dır yahut Tanrı oğludur mu diyecektim?
Kur’an’a baktığımızda müminler peygamberlerin gerçek peygamberler olduklarını getirdikleri mesajlardan tanırlar. Bir örnekle iddiayı netleştirecek olursak;
Semud halkına peygamber olarak gönderilen Salih peygamberle ilgili olarak Semud’un müminleri şöyle derler:
Araf Suresi 75: Halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri, aşağılayıp zulmettikleri inananlara, "Salih`in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş olduğunu nereden biliyorsunuz, " dediler. Onlar da: "Biz onun getirdiği mesaja inanıyoruz, " dediler.
Ayetten de açıkça anlaşılacağı üzere inananlar Salih’in sahte bir peygamber olmadığını getirdiği mesajdan anlıyorlar. Çünkü onlar öz benliklerindeki ayetleri okumayı biliyor ve Salih’in getirdiği mesajın içlerindeki ayetlerle nasıl uyumlu olduğunu fark edebiliyorlar.
İşte ben de bu yüzden yüzlerce dinin içinden hak olanın İslam olduğunu, yüzlerce kaynağın içinden hak olan mesajın Kur’an olduğunu biliyorum.
Dünya üzerinde, sanıldığının aksine, yüzlerce din falan yok aslında.
Var olan dinler özünde iki ana felsefe altında toplanıyor:
1. Hayat bir tekamül/ okul/ öğrenme yeri olduğunu iddia edenler
2. Hayat bir imtihan/ yüzleştirme yeri olduğunu iddia edenler
New Age dinler (nam-ı diğer spiritualizm-ruhçuluk, okultizm, panteizm), Hinduizm, Budizm, Bahailik, Sihizm, tasavvuf, Kabala öğretisi vs. ilk kategoriye ait öğretiler.
Bu dinler, yani hayatı bir “tekamül yeri” olarak kabul eden öğreti, insanlar arası ırkçılığı, kibiri, kiminin kimine göre farkındalık sahibi tekamülce ileri gitmiş üstün insan olmasını aşılıyor. Başka bir deyişle, temelini bu tarz bir felsefeye oturtan bir dine inanmanın kaçınılmaz sonucu kibir, tekamül için ahlaksızlıklara müsamaha gösterme, kötüleri iyilerin tekamülünde kilit rol üstlenen gizli iyilik melekleri (!) ilan etme gibi sapkınlıklar barındırıyor.
Semavi Dinler diye sınıflandırılan Yahudilik, Hıristiyanlık ve bilhassa da İslam ikinci kategoriye uygun düşen öğretiler.
Bu dinler hayatın bir imtihan, yüzleştirme yeri olduğunu savunuyorlar ve ahirette ödül-ceza sistemini öngörmekteler. Şöyle ki, imtihan sistemine göre, insanlar kendi aralarında eşit ama takva bakımından Allah katında kimi kiminden üstün. Fakat kimin takvaca üstün olduğunun yahut o şekilde öleceğinin bilgisi de yalnızca yüce Yaratıcıda, insanlar tarafından bilinemiyor. İşte özünde bu sistem insanlar arasında gerçek anlamda eşitlik, barış, huzur vs. gibi kavramların pekişmesinin sağlanmasına neden olur. Otorite, elit farkındalık sahibi olduğu yine insanlarca belirlenmiş insanlardan alınıp, buna layık olan tek varlık olan Allah’a mutlak olarak teslim edilmiş olunur.
Buradan yola çıkarak ve semavi dinlerin kutsal kitapları incelemeye tabi tutularak içlerinde en tutarlı, makul ve içimizdeki ayetlerle en uyumlu olanın Kur’an olduğunu saptamak pek zor olmasa gerek.
Veli, din adamı, evliya, ulema odaklı din anlayışından, mesaj (Kuran) odaklı din anlayışına geçilmesi bu noktada bir kez daha önem kazanıyor diye düşünmekteyim.
Hindistan’da Hindu bir ailenin çocuğu olarak doğsaydım Hindu mu olacaktım?
Ya Vatikan’da koyu Katolik bir ailenin çocuğu olsaydım... O zaman teslis haktır diye haykırıp, İsa Tanrı’dır yahut Tanrı oğludur mu diyecektim?
Kur’an’a baktığımızda müminler peygamberlerin gerçek peygamberler olduklarını getirdikleri mesajlardan tanırlar. Bir örnekle iddiayı netleştirecek olursak;
Semud halkına peygamber olarak gönderilen Salih peygamberle ilgili olarak Semud’un müminleri şöyle derler:
Araf Suresi 75: Halkının büyüklük taslayan ileri gelenleri, aşağılayıp zulmettikleri inananlara, "Salih`in gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş olduğunu nereden biliyorsunuz, " dediler. Onlar da: "Biz onun getirdiği mesaja inanıyoruz, " dediler.
Ayetten de açıkça anlaşılacağı üzere inananlar Salih’in sahte bir peygamber olmadığını getirdiği mesajdan anlıyorlar. Çünkü onlar öz benliklerindeki ayetleri okumayı biliyor ve Salih’in getirdiği mesajın içlerindeki ayetlerle nasıl uyumlu olduğunu fark edebiliyorlar.
İşte ben de bu yüzden yüzlerce dinin içinden hak olanın İslam olduğunu, yüzlerce kaynağın içinden hak olan mesajın Kur’an olduğunu biliyorum.
Dünya üzerinde, sanıldığının aksine, yüzlerce din falan yok aslında.
Var olan dinler özünde iki ana felsefe altında toplanıyor:
1. Hayat bir tekamül/ okul/ öğrenme yeri olduğunu iddia edenler
2. Hayat bir imtihan/ yüzleştirme yeri olduğunu iddia edenler
New Age dinler (nam-ı diğer spiritualizm-ruhçuluk, okultizm, panteizm), Hinduizm, Budizm, Bahailik, Sihizm, tasavvuf, Kabala öğretisi vs. ilk kategoriye ait öğretiler.
Bu dinler, yani hayatı bir “tekamül yeri” olarak kabul eden öğreti, insanlar arası ırkçılığı, kibiri, kiminin kimine göre farkındalık sahibi tekamülce ileri gitmiş üstün insan olmasını aşılıyor. Başka bir deyişle, temelini bu tarz bir felsefeye oturtan bir dine inanmanın kaçınılmaz sonucu kibir, tekamül için ahlaksızlıklara müsamaha gösterme, kötüleri iyilerin tekamülünde kilit rol üstlenen gizli iyilik melekleri (!) ilan etme gibi sapkınlıklar barındırıyor.
Semavi Dinler diye sınıflandırılan Yahudilik, Hıristiyanlık ve bilhassa da İslam ikinci kategoriye uygun düşen öğretiler.
Bu dinler hayatın bir imtihan, yüzleştirme yeri olduğunu savunuyorlar ve ahirette ödül-ceza sistemini öngörmekteler. Şöyle ki, imtihan sistemine göre, insanlar kendi aralarında eşit ama takva bakımından Allah katında kimi kiminden üstün. Fakat kimin takvaca üstün olduğunun yahut o şekilde öleceğinin bilgisi de yalnızca yüce Yaratıcıda, insanlar tarafından bilinemiyor. İşte özünde bu sistem insanlar arasında gerçek anlamda eşitlik, barış, huzur vs. gibi kavramların pekişmesinin sağlanmasına neden olur. Otorite, elit farkındalık sahibi olduğu yine insanlarca belirlenmiş insanlardan alınıp, buna layık olan tek varlık olan Allah’a mutlak olarak teslim edilmiş olunur.
Buradan yola çıkarak ve semavi dinlerin kutsal kitapları incelemeye tabi tutularak içlerinde en tutarlı, makul ve içimizdeki ayetlerle en uyumlu olanın Kur’an olduğunu saptamak pek zor olmasa gerek.
Veli, din adamı, evliya, ulema odaklı din anlayışından, mesaj (Kuran) odaklı din anlayışına geçilmesi bu noktada bir kez daha önem kazanıyor diye düşünmekteyim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)