18 Şubat 2013 Pazartesi

Life of Pi (Pi'nin Yaşamı)



Kendimizin ötesinde, hayatımıza egemen olan ve onu belli bir plan doğrultusunda yönlendiren, bizimle ilgilenen bir varlığın yani insan hayatına egemen ve bizzat müdahale eden bir Tanrı’nın var olduğunu fark etmemiz için mutlaka Evren’in ortaya çıkışındaki hassas ayarı bilmemiz, teleolojik deliller üzerine kafa yoracak kadar donanımlı olmamız yahut vahiy / ilham yoluyla ilahî olanla irtibat kurmamız gerekmez. Elbette bu deliller de önemlidir ama sıradan bir insan gündelik yaşamda küçük gözlemler yaparak da bu konuda makul sonuçlara varabilir. Örneğin, büyük şehirlerdeki yaşamımız buna güzel bir örnek teşkil eder. Türlü özelliklere sahip milyonlarca insanın bir arada yaşadığı, kalabalık, karmaşık, hatta binlerce tehlike ve ölüm riskiyle dolu bu şehirlerde trafik kurallarını ihlâl eden çılgın sürücülerle dolu caddelerde araçlara binerek kaygısızca seyahat eder, hiçbir önlem alınmamış yıkık dökük inşaat alanlarının önünden geçer, türlü hastalıklar taşıyan insanların içinde bulunduğu toplu taşıma araçlarını kullanır ve yine de hayatımızı pek çoğumuz sağ salim devam ettiririz. Alıştığımız için artık yadırgamayıp, normal kabul ettiğimiz bu yaşantı aslında mucizevîdir (sıra dışıdır) ve sağduyulu bir insana “Kaç tane tesadüf (!) ard arda gelirse ardında bir bilinç aranır?” sorusunu sordurtmak ve bu yaşamın bizim dışımızda bir güç tarafından yönetildiği, belli bir plana yönelik devam ettirildiği sonucuna götürmek için –bence- tek başına bile yeterlidir.

Lafı fazla uzatmayıp, şu an vizyonda olan ve 11 dalda Oscar’a aday gösterilmiş Life of Pi adlı filme gelelim, öncelikle filmin bugüne dek izlediğim en etkileyici filmlerden biri olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Sadece konusuyla, tartışmaya açtığı kötülük problemi, Tanrı inancının rasyonelliği/ irrasyonelliği, inancın bir ihtiyaç olup olmadığı gibi din felsefesine dair önemli sorularıyla da değil, görseliyle, müzikleriyle, her şeyiyle dolu dolu, insanları düşünmeye, sorgulamaya yönlendiren bir film Life of Pi. Böyle bir filmle karşılaşınca, her ne kadar blogumda film-kitap analizi yazmak gibi bir âdetim olmasa da bu film hakkında muhakkak bir şeyler karalamam gerektiğini düşündüm.
Filmi iki kez izledim. Bazı sahnelerde, çocukluğumda Mayıs ayı gibi çileğin yeni çıktığı ve pazarda ilk kez satılmaya başlandığı gün, eve döndükten sonra annemin bunları yıkayıp üzerine pudra şekeri serpip bana verdiğinde hissettiğim duyguyu yaşadım. Yazacaklarımın bundan sonraki kısmını filmi izlememiş olanların okumasını önermiyorum.  Zira bu filmle ilgili herhangi bir analiz okuduktan sonra filmi izleyecek olurlarsa hem normalde alacaklarından daha az keyif alacaklar, hem de bence yazarın (Yann Martel)/ senaristin (David Magee)/ yönetmenin (Ang Lee), gerçeğin seçimini izleyiciye bırakma çabası heba olacaktır.        
Filmin konusu şöyle, laik ve liberal bir ailede ortamında yetişen, küçük yaşlardan beri dinlere ilgi duyan, hayatının anlamını bulmaya çalışan Pi (Piscine Patel), ailesiyle birlikte Hindistan’dan, babasının sahip olduğu hayvanat bahçesinin hayvanlarını satmak ve yeni bir yaşam kurmak üzere Amerika’ya giderken,  içinde bulundukları Japon kargo gemisi batar. Gece yarısı uykusundan aniden, uyanan ve güverteye çıkıp dalgaları, fırtınayı izleyen Pi,  kendisini içinde kısıtlı erzak bulunan bir filikada, bota binmeyi başarmış olan kırık bacaklı bir zebra, yırtıcı bir sırtlan, Richard Parker adındaki kaplanları, Orange Juice adındaki orangutan ve bir sıçanla birlikte bulur.  Yolculuğun henüz başlarında, sırtlan zebrayı öldürür, içlerindeki en insansı hayvan olan orangutan sırtlanı cezalandırmak ister ve bu sırada sırtlan tarafından saldırıya uğrayıp öldürülür ve nihayet besin zincirinin en üstündeki hayvan olan kaplan Richard Parker, sırtlanı öldürür ve sıçanı yer. Bundan sonra yaklaşık 1,5 saat Pi ve Richard Parker’ın (ve bilhassa da besin zincirinin en üstündeki Richard Parker’la aynı botta bulunan Pi’ın) okyanusun ortasında 227 gün boyunca süren ölüm-kalım savaşını, atlattıkları badireleri, heyecan dolu maceraları, bu olaylarla paralel Pi’ın Tanrı’yı arayışını ve inancındaki değişimleri izleriz. Filmin sonlarına yaklaştığımızda Pi ve Richard Parker karaya ulaşır. Richard Parker ardına bile bakmadan çeker ve gider. Pi ise kendini hastanede bulur. Filmin en önemli ve vurucu kısmı hastanede, geminin batış sebebini öğrenmek için sigorta şirketi tarafından gönderilmiş Japon görevlilerin Pi ile aralarında geçen diyalog esnasında ortaya çıkar. Kazanın sebebini ve nasıl gerçekleştiğini öğrenmek isteyen görevlilere Pi, bizim de 1,5 saat boyunca izlediğimiz kaplanlı macerayı anlatır.  Japonların bu macerayı garipsemesi ve bunu bu şekilde yazamayacaklarını söylemelerinin üzerine  Pi, sanki o an uyduruyormuşcasına (?!), göz yaşları içinde yeni bir hikaye anlatır. Bu alternatif öyküye göre, batan gemiden kurtulup filikaya binebilenler, akşam yemeği dağıtılırken Pi’ın babasıyla takışan agresif aşçı, sempatik Budist bir genç, Pi’ın annesi ve Pi’dır…  Saldırgan aşçı önce Budist genci öldürür ve onu yer, buna karşı gelen ve sinirlenen annesi aşçının saldırısına uğrayarak can verir. Aşçı kurtarma botunda kazara bulunan sıçanı da yer. Tüm vahşete şahit olan Pi ise aşçıyı öldürür ve maceraya yalnız başına devam eder. Yani bu yeni öyküye göre aşçı hayvanlardan sırtlanken, anne orangutan, ayağı kırık zebra Budist genç, Pi ise kaplandır.
Her ne kadar ilk izleyişimde kendimi ilk yani kaplanlı hikâyeye yakın bulmuş olsam da, (protagonistimiz Pi de bunu seçse de ve Tanrı’nın da bunun daha iyi bir hikâye olduğunu düşündüğünü düşünse ve dile getirse de) satır aralarından filmin vermek istediği mesajın anti-teist yani din karşıtı bir mesaj olduğunu okumuştum.  Fakat daha sonra film üzerinde düşündükçe ve ikinci kez izleyince mesajın, hangi hikâyenin gerçek olduğunun kararının izleyiciye bırakıldığını düşünmeye başladım.  Filmi güzel yapan şey de aslında buydu.
İnsan zihni garip. Geçenlerde ted'de mutluluk üzerine hoş bir konuşma izledim. Burada konuşmacı, kişinin olayları iki şekilde algıladığından bahsediyordu. Biri deneyimleyen benlikti (experiencing self); olayları yaşayan, “o andayken” acı çeken ya da mutlu olan… Diğeri ise hatırlayan benlikti (remembering self), anıyı/ yaşananları beynindeki klasöre bir nevi pozitif-negatif vs. şeklinde etiketleyip koyan. Konuşmacı “hatırlayan benliğin” aslında bir "storyteller" yani masalcı olduğunu söylüyordu.  Örneğin, 20 dakika boyunca çok güzel bir konser kaydı dinleyen birisi, kaydın son 30 saniyesinde cızırtı olduğu için 20 dakikalık deneyimi aslında gayet olumlu olmasına rağmen deneyim hakkında mutsuz anılara sahip olabiliyor ve bunu negatif bir anı olarak kaydedebiliyordu. Bazen de tam tersi oluyordu. Kötü bir deneyim, sonu iyi bittiği için pozitif ve mutluluk verici bir anı olarak yaftalanabiliyor, öyle anımsanabiliyordu. Videoyu izlemek isterseniz şuradan ulaşabilirsiniz: http://www.ted.com/talks/daniel_kahneman_the_riddle_of_experience_vs_memory.html
Life Of Pi’da da gerçek hikâyenin hangisi olduğunu bilmemiz mümkün değil gibi gözüküyor.
Çünkü gerçek olan ikinci (insanlı) hikaye de olsa, yolculuk boyunca karşılaştığı deneyimlerin ona “hissettirdiklerinin” birinci yani kaplanlı hikâye olması, bu sebeple olayı bu şekilde aktarmayı tercih etmiş olması gayet mümkün.
Hangi hikâyenin gerçek olduğu hakkındaki delillerin film boyunca zaman zaman her iki hikayenin lehine değiştiğini düşünsem de (Mesela kullanma kılavuzunda bulunan, filikada etobur bir hayvanla bir aradaysanız diyen sahne ikinci hikayenin gerçekliğinin lehineyken, ikinci hikayede Pi’ın sıçanı aşçının yemiş olduğunu söylemesi –ilk hikayeye göre kaplan yemişken- birinci hikayenin gerçekliğinin lehinedir) yani bence kasıtlı olarak bunun seyirciye bırakıldığı kanısına varmış olsam da her iki hikaye üzerine yapmak istediğim birkaç çıkarımla devam edeyim.
A)     İkinci hikâyenin gerçek olduğunu varsayarsak filmin verdiği belli başlı mesajlar şunlar olabilir:
Çıkarsız sevgi ancak çocuklukta olur. (Çocuk Pi’ın Richard Parker’ı eliyle beslemek ve onunla iletişim kurmak istemesi, onun bir ruhu-bilinci olduğuna inanması ve kaplanın gözlerinde gördüğüne kendi yansıması ve düşünceleri haricinde bir anlam yüklemesi) Hayatın acımasızlıkları karşısında bu çıkarsız sevgi yerini çıkara dayalı bir sevgiye bırakır. Her merhamet-sevgi kisvesinin altında aslında bir çıkar vardır. Pi’ın okyanus macerası boyunca kaplanın yaydığı korku sayesinde yaşama bağlanması ve böylelikle mücadelesine devam edebilmesi bir çıkar olduğu gibi, Tanrı’ya inanması bile aslında bir çıkardır çünkü onun kendi içindeki boşluğu doldurmasına, yalnız hissetmemesine, var olmak için bunca çaba harcamasına ve eziyete katlanmasına bir alt yapı hazırlamaktadır, anlam kazandırmaktadır.

Tanrı’ya yani kaplanlı hikayenin gerçek olduğuna inanmak, aslında yeryüzünde etobur bir ada olduğuna da başka fantastik / masalsı şeylerin olduğuna da inanmakla eşdeğerdir.
Çocukluk yıllarında o dalga konusu olduğu ismine egosunun savunma mekanizmalarını* kullanarak zekice bir çözüm üreten Piscine, bu kez de bu mekanizmaları, gözünün önünde gerçekleşen ve ruhunu derinden zedeleyen olayları unutmak ve bu acımasız dünyada var olma isteğini, yaşam mücadelesini anlamlı kılmak, rasyonalize etmek için kullanır ve Tanrı’ya inanmayı seçer.
Böylelikle Pi aslında babasına verdiği rasyonel bir inanca sahip olacağı sözünü de tutmuştur. Çünkü artık onun dünyasında, ihtiyaçtan dolayı inanmak ve bu sayede akıl sağlığını koruyabilmek, tekrar mutlu olabilmek belki de en rasyonel olandır.
“Kötülük problemi”** (polio hastalığı) babasının inancını yitirip ateist olmasına neden olmuşken, Pi’ın bilinçaltı okyanusta yaşadığı olayları “kötülük problemi”,  olarak algılamaktansa imtihan olarak algılamayı yeğler.

B) İlk hikâyeye dönecek olursak… Gerçek olan o ise filmin mesajını şöyle yorumlayabiliriz:
Pi hayattaki her şeyin mucize olduğunu, yani mucizenin “sadece” Tanrı’nın fizik vs. kurallarını askıya aldığı durumlarla sınırlandırılamayacak olduğunu düşünen biridir.
Örneğin, gemi batmadan az evvel, gece yarısı ansızın uyanmasını, kendisinin de anlam veremediği bir güç tarafından uyandırılmasını, kaderi olarak yorumlar; bu onun için bir mucizedir. Çünkü ortada hayatına yön veren ve aslında kendi iradesi dışında gelişen bir durum vardır. Bu sebeple hayvanlarla birlikte bindiği filikayı kutsal kitaplardan öğrendiği Noah’s Arch’a (Nuh’un gemisi) benzeterek, kendi filikasını Pi’s Arch (Pi’nin Gemisi) olarak yorumlar.
Burada bir antrparantez açarak İslam dini açısından duruma bakarsak, Kuran’da mucize kelimesi “ayet” kelimesi ile ifade edilir. Yani aslında her şey ayettir, Allah’ın varlığının bir delilidir. Bu bağlamda gündüzün ve gecenin birbiri ardınca gelişi de bir ayettir (2:164); Hz. İbrahim’i ateşin yakmaması (21:69) yahut havarilere gökten sofra inmesi de (5:114-115)… İslam’da mucize/ ayet sadece Tanrı’nın kendi koyduğu yasaları bir süreliğine askıya alması değil, buna ek olarak o yasalar çerçevesinde olan nizamdır da.
Parantezi kapatıp filme dönecek olursak, ilk hikayeye göre 227 gün boyunca dinlerden harmanladığı öğretilerin bilgeliği Pi’ın yaşam mücadelesini kazanmasına katkıda bulunmuştur. Bunları deneyimlerinden edindiği bilgelikle sentezleyen Pi, bilinciyle (ruhuyla) ve zekasıyla hayvandan ayrılan insanın besin zincirinin en üstündeki bir hayvana hükmedebileceğini ve ondan farklı olduğunu anlamıştır; bu da onu (antropik ilke) Tanrı'ya ve dinlere  biraz daha yaklaştırmıştır. Lakin maceranın başında Vişnu'ya dua eden Pi, fırtına sahnesinde artık Rahman ve Rahim olan (Compassionate and Merciful) Allah’a yakarmaktadır.

Hayattaki her şeyi mucize olarak algılayan biri için teistik bir Tanrı’nın kendisi için etobur bir ada yaratmış olması (nasıl ki Hz. İsa ölüleri diriltiyorsa, cehennemin ortasında yanmayan ağaç oluyorsa) gayet mümkün bir olaydır. Nitekim, deizmin tanrısından farklı olarak teizmin tanrısı kendi yazdığı fizik, biyoloji vs. yasalarının kölesi-hizmetçisi değil, onları gerektiğinde bir süreliğine askıya almaya muktedir olanın ta kendisidir. Bu arada insan eti yiyen bakteriyle / yosunla kaplı “bilinen” bir etobur ada olmasa da bu çok da fantastik bir şey değildir aslında şunların var olduğu düşünülürse:
Elbette bu ada aslında hallucinogen*** bitkilerle dolu bir yer de olabilir. Nitekim Pi adaya ayak basar basmaz garip bir bitki yemiştir. Bu bitkinin bilinç halini değiştiren, halüsinasyonlara sebep olan, Şamanların ve diğer mistiklerin binlerce yıldır mistik tecrübe yaşamak amacıyla ritüellerinde kullandıkları doğal bir sanrılandırıcı olması da ihtimal dâhilindedir. Hatta ve hatta “acid” kelimesine yapılan vurgu bu amaçla bile olabilir.
---
Pi’ın inanış tarzını tasvip ediyor değilim. Nitekim ben bu konuda Pi gibi değil, babası gibi düşünenlerdenim. Yani “her şeye aynı anda inanmak demek,” bence de “aslında hiçbir şeye inanmamaktır”. Lakin Hindistan gibi bir ülkenin vatandaşı olmasına rağmen, Pi’ın körü körüne ata dinine uymak yerine, bir sorgulama sürecine girmesi, inanç sistemini bu sorgulama sürecinin sonunda oluşturması hayranlık verici.
İzlediğimiz/ dinlediğimiz hikâyelerden hangisi gerçek olursa olsun ortada yadsınamaz bir realite vardır o da genç bir çocuğun 227 gün boyunca, bir filikada, okyanusun ortasında inanılmaz tehlikelerle karşı karşıya gelmiş olması, tüm bu tehlikelere rağmen hayat mücadelesinde galip gelmiş olması, eski yaşantısına geri dönerek bir aile kurmayı başarmış olmasıdır ve tüm bu “realite” mucize değildir de nedir?
Einstein der ki “Hayat iki türlü yaşanır. Ya her şey mucizeymiş gibi ya da hiçbir şey mucize değilmiş gibi…” Filmin de aslında tartışmaya açtığı temel argüman bence tam olarak budur.
Sevgiler
---
***Hallucinogen: http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_psychoactive_plants
http://deep6inc.com/previewlsd16.html

42 yorum:

  1. Bu Yorumun üzerinden filmi ikinci kez izleyeceğim..Emeğinize teşekkür ediyorum.

    Ben çok daha basit olarak şöyle yorumlamıştım ki; medeniyetin terbiye ettiği insan, olağanüstü bir koşulda medeniyetten ayrıldığı anda, hayatta kalabilmek (to survive) için vahşi bir hayvana dönüşür/dönüşebilir..

    O teknede hayatta kalabilmek için dönüştüğü vahşi hayvan, yeniden medeniyete ayak bastığı andan itibaren benliğini terk eder.Ve onun gidişiyle de teknede 227 gün boyunca yaşanmış olan nahoş vahşeti beyninden siler, fantastik bir öykü yaratır.
    Çünkü kalan hayatını insanca yaşayabilmesi için bu vahşeti alt benliğinin derinliklerine kilitlemesi gerekmektedir.
    Zaten teknede kaldığı günler boyunca o vahşi hayvanla çatışması, aslında, insan eti yemek gibi ahlakın en lanetlediği bir olgu ile vicdanının mücadelesi ve diğer yandan bunun,to survive içgüdüsü ile çatışmasıdır.

    Sonunda to survive içgüdüsü galip gelir ve kaplanla yani içindeki vahşi hayvanla, kurtuluncaya kadar geçici bir anlaşma, bir uzlaşı yaparlar...

    Murat KOLAÇAN
    mkolacan@hotmail.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba,
      Evet öyle de olabilir elbette. Teşekkürler.
      Selamlar

      Sil
  2. Murat Bey'in yazdıklarına tamamen katılıyorum. Filmin en başına dönmek de faydalı olur; İsminden nefret eden ve bununla mücadele etmek zorunda kalan bir çocuğun bu ismi kabul edilir, yüce ve anlamlı bir hale getirme çabası ve bunu başarması.

    Bu arada muz denizde batar mı batmaz mı ilk fırsatta deneyeceğim :-)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sonraki mücadelesinde de aynı tekniği kullanıyor yani.

      Sil
    2. Evet diyorsunuz ki daha önceden de egosunun savunma mekanizmasını kullanıyordu (rasyonalizasyon vs.) şimdi de...
      Mümkün bence de.

      Sil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  4. en çok kafa kurcalayan sorulardan birisi de tam olarak red edilemeyen ya da tam olarak kabul edilemeyen, bazen bilime göre değişen bazen vicdana göre değişen hatta olaya şöyle bakıyorum birde gün içinde bile tamam evet artık eminim allah var diyosun 5 saat sonra olmayabilir de diyorsun(şimdi burda kolpa yapmayalım her inananda da kuşku vardır esasen her inanmayanda da) peki böyle bir allah'ın inanıp inanmamaya göre derecelendirme yapması saçma değilmi zira bu değişkenlik gösterip durabiliyor tıpkı bilim gibi devamlı değişiyor allah inancı da ona benziyor araştırırken birgün inanıp 5 gün sonra o inandığın kanıtlar saçma gelebiliyor. nasıl oluyorda böyle büyük bir kudret bu kadar kolay değişebilen bir şey için cehennem gibi iğrenç bir yer vaad ediyor yada tam tersine cennet kadar olağanüstü bir yer vaad ediyor. tek kıstas inanıp inanmamak. bana bu acayip saçma geliyor açıkçası incecik bir çizgi var ortada ama karşılığa bak ya cennet ya cehennem vay anasını. bana bunu açıklayın tamam diyeceğim ben doydum ama bunu açıklayabilecek mantıklı bir geri dönüş göremedim henüz bunun saçma olduğunda herkes hem fikir o halde allah varsa oldukça komik bir varlık olmalı nedir yani bu kadar sıkıntı madem çok iyisin de nurunu tamamlıcan vesaire de derdin ne kardeşim yarattıklarını yakıyorsun manyakmısın hastamısın hastaysan psikoloğa git bizden ne istiyorsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sen ne saçmalıyorsun allahın bir şeyi eksikte onu bizle tamamlayacakmış gibi ne demek nurunu tamamlamak allah kendi yarattığınamı muhtaç olacak birşey tamamlamak için

      Sil
    2. Ferit merhaba,
      Sezar'ın hakkı Sezar'a,
      Allah'ın hakkı Allah'a...
      :)

      İslam'ı özetlemek için tek kelime hakkımız olsa, o kelime "adalet"tir. (iyilik değil adalet, çünkü iyilik görecelidir) "Tevhid" ancak adaletten sonra İslam'ı özetleyen 2. kelime olabilir.

      Çünkü tevhid de adalettendir, adalet gereğidir.

      Kafir= gerçeğin üstünü örten demektir.
      Realitenin üstünü örtmekten büyük "adaletsizlik" olabilir mi?

      Duygu değişimine gelirsek:
      Bence herkesin o kadar kolay değişmiyor duyguları:)

      Benim gözlemlediğim, travmatik durumlar sorgulamaya neden olabiliyor evet ki o da herkeste kesinlikle aynı tarzda olmuyor. Kimisi çok sevdiği bir yakının ölümünün ardından ateist olurken, kimisi çok daha dindar birine dönüşebiliyor.

      Özetle, "herkesin" senin iddia ettiğin tarzda sık sık yaşanan bir duygu değişikliği içinde olduğuna katılmıyorum ve bunu iddia etmen için ortada net bir delil de göremiyorum.

      Kaldı ki bazı insanların inançlarında sık sık değişiklik bile olsa, namaz vs. gibi günlük ibadetler, Yaratıcı ile kurulan bağın korunmasında etkili olsa gerek.

      Orçun merhaba,

      Bence Ferit şunu kast ediyor:
      Saff Suresi 8 İstiyorlar ki, ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürsünler. Ama Allah, küfre batanlar hoş görmeseler de nurunu tamamlayacaktır.

      Sil
  5. merhaba, malesef soruma cevap vermemişsin kaçamak cümleler kullanmışsın ki hakkın var çünkü bu iş baya bir saçma. cennet cehennem ne alaka ceza ne demek ödül niye allahın var olmasının saçma olduğunu sende düşünmüş olmalısın koskoca allah olacaksın kainat var edeceksin ama sabi sübyanla kendine makara yapacaksın kötü olanı yakarım iyi olanı ödüllendiririm gibi insani tuhaf egoist duygular besleyeceksin hadi besledin diyelim o duyguları, nasıl kusursuzum dersin sen bildiğin psikolojik sorunları olan bir yaratıcısın eğer öyle olmamış olsaydın sadece iyiyi var ederdin kötülük kavramını var edende sensin isteyende sensin manyak olanda sensin biz senin istemen dışında nasıl yaratacaktık o kavramı ya da şeytan denen kıytırık yaratılan nasıl yaratacaktı o kavramı şimdi birde çıkıp dersin ki irade iyida iradeyi de yaratan o madem kötülük cehennemlik bir suç o halde irade programına kötülüğü yüklemeyeydin çokmu zordu herşeyi yaptın da bir bunumu yapamadın. sorularıma direk cevap istiyorum konunun üstünü örtmek için 150 satır yazı yazıp tek cevap vermeyeceksen sorularımı da boşver gitsin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. lan yinemi sen bak şimdi böyle egoistce konuşarak tepeden bakarak konuşarak zaten ta en baştan kibiri sergiliyosun bu biiir. ikincisi gerçekten merak ediyorsan anlatayım ben anladığımı ama hiç sanmıyorum senin amacın fitne yaratmak olsun yine de benim vazifemdir en azından kendi anladığımı paylaşacam bak şimdi ferdi allah alemlerin rabbidir ne demek alemler, yani dünyadan ibaret bir kainat değil bu sebeple bizide bir amaç uğruna yarattı canı sıkıldığı için değil. bu amaç allahın cemal ve kemalidir bunu bi bil başta. cennet ve cehennem senin söylediğin gibi temelde ceza ya da ödül anlamı taşımaz benim anladığım allah'a göre cennet allah katı ve oraya girmeye yaratılan olmak biz insanlar için yetmiyor insani vasıflarımızdan dolayı bu böyle arınmak zorundayız, peki insan nasıl arınacak başta ben senin gibi adamlar gördüğümde sövmeyecem mesela öfkemi yenip sana sadece üzülmecem zira sen allahtan oldukça uzakta kalmış kaybolmuşsun daha büyük ne kötülük gelecek başına diye üzülmem gerekir senin için. senin bu bizimle eğlendiklerin ne ki peygamber efendimize yapılanların yanında ama o öyle bir metanet sergilemiş ki ve ona rağmen öylesine acılar çekmiş ki koskoca allahın peygamberi bile yükselmek arınmak için neler yaşamış işte biz insanlarda böyleyiz o cennete gidebilmek için arınmak zorundayız ham bir hamur gibi nasıl ki çiğ hamuru yiyemezsin pişirirsin işte bizde pişmek pişerken gelişmek zorundayız. cennet cehennemin olayı budur. ve yüzyıllardan beridir insanlar cehennem hakkında tek bir fikir yürütür yakıtı insanlar ve taşlar olan ateş. valla bu kuran benim anladığım kuransa öyle net yargı vermek ahkam kesmekten başkası değil allah'ın ne kast ettiğini düz mantıkla algılamamız doğrumudur yanlışmıdır bilemiyorum çünkü inanılmaz benzetmeler kullanarak bize binlerce şeyi anlatan o, yine cehennem kavramında da öyle birşey yapmış olabilir. devamlı bu dünyada haram yiyenlerin karınlarına kaynar su'dan başka bişey götürmediklerini söyler allah bizde bi tabir vardır içi yanmak diye imbilir öylesine bir psikolojik acı duyacaklardır ki ateşten bile daha çok yakacaktır onları bu tamamen benim uydurmam ama daha birçok anlamı olabilir sen sığ bakarsan sığ görürsün hepsi bu.

      Sil
  6. Yaratıcı'nın varlığını bir din ile birlikte kabullenmek zorunda değilsin ferit. Bir kitap, O'nu çeşitli şekillerde betimliyor diye o öyle olmak zorunda değil. Birçok inanç var ve her inancın kendince yorumu var.
    Kafandaki karışıklığı ödül-ceza sistemi çözemez, çünkü sana açıklayabilecekleri pek bir şey yok. "Bekle ve gör" diyecekler ve gerçeği görebilmek için ölmeyi beklemekten başka çaren kalmayacak.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ne hikmetse bu türeyecek her türlü sapkınlık 1400 yıl önce allah tarafından haber veriliyor seninki feritten bin kere daha günah seninki direk şirk. allah yolunu açık etsin arkadaş bak bende çok ince çizgilerde dolaştım ama aramaya inanmak nedir bilir misin bence sen yanlış sularda yüzüyosun doğru suyu bi bul zaten bi daha varya kendin kopamıcaksın yeminle gecem gündüzüm karıştı her gün 2 kelime daha öğreneyim diye yırtınıp duruyorum. oğlum bu allah çok büyük bak bi hisset yeter, hergün ağlıyorum bu şimdi senin söylediğin gibi şeyleri hatta daha fenalarını zamanında düşündüm diye.

      Sil
    2. O'nu hissediyorum orçun... Hissettiğim için ferit'e de tavsiyem, dinleri bir mantığa sığdırma çabasından vazgeçmesiydi. Bu işler gönül işidir. Sen İslam'da kendini bulmuşsun(ya da bulduğunu iddia ediyorsun, her neyse) ama o bulamayabilir. Bulamaması bir suç değil tabi, her insanın kendi özünü keşfedebileceği bir yol vardır. Doğru yol 1 tane olsaydı binlerce görüş olmazdı. Her yol O'na çıkar, öyle ya da böyle.

      Sil
    3. ben yanlış algılamışım özür dilerim ama her inanç ona çıkar diye birşey yok felix çünkü bizim dinimizde dahil olmak üzere kullanılarak şirke itiliyoruz örneğin nazar boncuğu gibi bir saçmalık vs.. bunların plansız olduğuna inanmıyorum putçuluğun bi şeklini dayatıyorlar ve bütün bunları insanların görememesi zoruma gidiyor ben sana desem ki gerçekten müslüman olmaya başladığım an 11 eylül saldırısını algıladığım andı diye bana gülersin ama o benim için bugünkü gerçeğimi hissetmeye başladığım ilk olaydı. bazı insanlara bunları gösterdiğin vakit bile görmemeleri gerçekten çok ilginç. sanırım birçok şeyin özeti bakara 26 ncı ayettir diye düşünüyorum;

      Allah, bir sivrisineği, hatta onun da ötesi bir şeyi örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “Allah, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. Onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır” (Bakara 26)

      Sil
    4. Orçun,
      Maşallah sana.
      Allah ilmini artırsın arkadaşım.

      Sil
    5. Hızlı ya da yavaş, her yol oraya çıkar. Önemli olan O'nu istemektir. Şunu demek istiyorum. Birisi, gerçeği istediği takdirde, hangi yoldan gittiği önemli değil. Çünkü O yolu amaç değil araç olarak kullanıyor. İstediği zaman değiştirebilir. Hıristiyanken bunun kendisini yansıtmadığını düşünüp Müslümanlığı seçebilir. Ya da Yahudiyken, sonradan Deist olabilir. O içinde, Gerçeğin arzusunu taşıdığı sürece, o arzu kişinin dümeni olur ve ona kılavuzluk eder. Umarım anlatabilmişimdir.



      Sil
    6. Merhaba Felix,
      doğru yolu,o doğruyu yaratanın tanımmlaması gerek ki ben ona ulaşmak için eskilerin yaptığı gibi ona yakınlaşmak için insan kurban etme gibi sapkınlıklara girmeyim ya da "bizi uzzaylılar yarattı" gibi soytarılıklara inanmayım.bu örnekler çoğaltılabilir.
      sadece "hissediyorumla" saydığım gibi bir çok sapkın senaryoya uyabilir insan.illaki sapkın olmasın,zararsız gibi görünse bile gidilen yol, insan kendi hayal dünyasında ve yanlışlarında aslında ondan uzaklaşmıştır bile.
      uzaklaştık mı yakınlaştık mı,bunun hakemliğini kim yapacak? kendisine yönelinmek istenene Tanrı.hangisi doğru hangisi yanlış öğrenmek için ölümü beklemeye gerek yok.Tanrı zaten tüm bu kafa karaışıklığını gidermek için bir kitap indiriyor.

      Sil
    7. bak şimdi orçun

      "Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar." - Enam 116

      "Doğru dinin İslam olduğunu insanların çoğu bilmez." - Rum 30

      "İnsanların çoğu kâfirdir." - Nahl 83

      "Ölüleri Allah'ın dirilteceğini çoğu bilmez." - Nahl 38

      "Doğru ve sabit din budur, fakat insanların çoğu bilmezler." - Yusuf 40

      bu ayetleri yazan allah öyle değil mi? peki kıyamet alametlerinden biri herkesin müslüman olması idi nasıl olacak bu iş kuran kendisiyle çelişiyor hem herkes müslüman olacak hemde insanların birçokları doğru dinin bu olduğunu bilmezler yazan kitabı okuyacak bu ne perhiz bu ne lahana turşusu sevgili allah cc

      Sil
    8. Merhaba Zeynep,

      Bir insan gerçeği aramak istediğinde işaretleri de görmeye başlar. Ama bunun için sabit bir hakem yok. Yani "Kuran'dır, İncil'dir" diyemezsin. Doğru yolun çeşitli dinlerde bir sürü tanımlaması var. Bana hangisinin en doğru olduğunu söyler misin? Ama bunu neyle kanıtlayacaksın ki?

      Sen "İslam doğru yoldur" derken, sırf insanlar öyle dedi diye mi inandın :) Tabiki de hayır(ya da ben öyle olduğunu varsayıyorum). Aklınla tarttın, ölçtün, yaşadıklarını kıyasladın vs. ve sana en mantıklısı bu geldi. Sezgilerin kısmen ya da tamamen destekliyor olabilir, bunu bilemem. Ama seninle aynı şekilde ölçüp tartıp başka dinlere/felsefelere yönelenler var. Onlara ne diyebilirsin ki? Onlara da o yoldan Tanrı'ya ulaşabileceğini söylüyorlar. "bu kitabı Tanrı indirdi" diyen yüzlerce sahte peygamber var, onlara ne diyeceksin? İndirmediğini nasıl ispatlayabilirsin? Herkes zekasına göre "şu doğru, şu yanlış" diyecek. Ben bu nedenle hızlı ya da yavaş yollardan bahsettim.
      Çoğu insan neyin doğru-yanlış olduğunu bilmeden ölüyor. Bilmem nerede üreme organını kesince aziz olduğunu düşünen tarikatlar var... Bu insanlar ölünce ne olacak ? Sen tek yaşamdan ibaret bir hayata inanıyorsun. Ama inanç modelin doğruysa, bu adamlar boşuna yaşamış.

      Sözün özü, çoğu zaman bir ömür yetmez gerçeği anlamaya. Yine de hiç durma, şimdiden başla "Gerçeği" aramaya :)

      (Not: Yeniden doğuş modelini kabul ediyorum. Ama bu konuda, inancını oturtmuş, "benimki kesin doğru" diyen kişilerle tartışmak istemiyorum. Herkes kendi inancını savunurken bir yere varamıyoruz çünkü.)

      Sil
    9. Merhaba Felix,

      bakara/8: İnsanlar içinden bazıları vardır, "Allah'a ve âhıret gününe inandık" derler ama onlar inanmış değillerdir.
      bakara/9: ALLAH'ı ve müminleri aldatmak isterler. Halbuki kendi kendilerini aldatıyorlar. Farkında bile değiller.
      bakara/11: Onlara, "Yeryüzünde bozgun çıkartmayın" dendiğinde, "Tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz" demişlerdi
      bakara/12: Dikkat edin, gerçekte onlar, bozgun getirenlerin ta kendileridir de bunun bilincinde olmuyorlar.
      Allah'a inandığını dile getirmelerine rağmen dünyada bozgun çıkaranlar bile kendilerinin iyi birşey yaptıklarını zannediyorlarken senin kendi keyfine ve zannına göre oluşturduğun Tanrı kavramı ve dini öğretilerin içinde doğru yaptığını zannetnmen aslında Kuran'a göre ve ona inanan bizlere göre hiç de şaşırtıcı değil.

      “Çoğu insan neyin doğru-yanlış olduğunu bilmeden ölüyor” demişsin ama Kuran da şöyle söylüyor:

      Fatır/24: Hiçbir ümmet yoktur ki, içinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.

      Demek ki her insan tek bir ömür yaşasa bile bu, onun doğru bilgiyle karşılaşmasına engel değil.

      Sorun Tanrı'nın doğruyu insanlara öğretme yetkisini ona yakıştıramamanız ve bunun en iyi yöntemlerinden birinin de kitap göndermek olduğunu anlamak istememeniz bence.

      Yine Kuran’ın bu konuya da ilişkin sözü var,çünkü insanlar aslında yüzyıllardır ve hatta öncesini sayarsan binlerce yıldır hep aynı fikirlere sahipti,2000’lere de gelsek pek bişey değişmedi.

      Kalem/36: Neniz var sizin, nasıl hüküm veriyorsunuz?
      Kalem/37: Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan ders mi görüyorsunuz?
      Kalem/38: Onda, keyfinize uyan her şeyi rahatça buluyorsunuz.
      Kalem/39: Yoksa sizin lehinize üzerimizde kıyamete kadar uzanacak yeminler mi var da siz ne hükmederseniz oluverecek!

      Sil
    10. Merhaba Zeynep,
      Bir kaynağın doğruluğunu, kaynağın içindeki sözlerle ispatlamaya çalışmışsın(bu yaptığın üzerine biraz düşünürsen hatalı olduğunu göreceksin). İyi de, bir şeye tarafsız bakmadan nasıl sonuca varabiliriz? Bana ayetlerle cevap vermişsin. Konumuz ayetlerin doğruluğu yanlışlığı değil ki. Her cevabında "bak şu ayette şunu demiş" diyeceksen bu konuşmamız burada bitsin. Çünkü sen "Kuran ne derse o kesin doğrudur" diyorsun. O halde aklını bu konulara yormana gerek yok. Sadece kitap ne diyorsa onu yap ve bitsin.

      Ben senin Kutsal Kitabını zaten okumuş biriyim. Bir daha okutmanın ne bana, ne de sana bir faydası yok. İyi niyetlisin ama kalıplara çok bağlısın. Sevgiyle kal.







      Sil
    11. Felix selam,
      Bilimsellik kriterleri arasinda bile bir teorinin geleceğe yönelik bir öngörüde bulunması ve bu öngörünün gerçekleşmesi varken Zeynep'in yaptığı neden mantıksız olsun?

      Bir kitap kendisinden 1400 sene sonra gelenlerin yapacakları itirazı 1400 sene evvelinden haber veriyor ise bu gerçekleşmiş bir öngörüdür ve gayet de delil olarak kullanılır.

      Sil
  7. güzel yazı olmuş, filmi daha bir kaç saat önce izledim, beğendim. Ben de @ murat kalacan gibi düşünmüştüm. Filmi 2. kez izleyeceğim arayı soğutmadan :)

    YanıtlaSil
  8. selam anti, kanka birde ben sana birşey soracam rum suresi 3'ncü ayet ile ilgili..


    Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı. "Dünyanın en alçak yerinde". Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün müminler sevineceklerdir. (Rum Suresi, 1-4)

    birkaç kişi bu şekilde çevirmiş birkaç kişide aşağıdaki gibi

    (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde onlar, bu yenilgilerinin ardından mutlaka galib geleceklerdir.

    şimdi ikisinin arasındaki anlam çok farklı biz hangisine göre anlamalıyız bunu mucize olan ilk olanı çünkü eğer orası gerçekten dünyanın en alçak yeri olarak geçiyorsa bilimsel olarak ispatlı ve bu allahın işaret ettiği büyük mucizelerden bir tanesi daha demektir ama elmalılının çevirdiği gibiyse araplara en yakın olan yer pek bir önemi yok gibi ya da varsa da ben anlamadım. şimdi anlamadığım bu kadar 2 farklı anlam nasıl çıkarıyor bu insanlar orjinal kuran belli orada geçen kelime belli ''en alçak yer'' demiş olsa zaten açık seçik söylemiştir. ''en yakın yer'' demiş olsa neye göre araplara en yakın yer diyor bu elmalılı en yakın yer ben bu surede görsem aklıma direk yer küreye en yakın yer yani yine en alçak yer olarak algılarım koskoca kuran çevirmeni adam bunu yanlış anlayacak değil sanırım bu elmalılı art niyetli bir adam ya da en alçak yer diye çevirenler işi bilmiyorlar yani hangi açıdan bakarsan bak ortada bir skandal var. nasıl bu insanlar böyle önemli konularda kafasının estiğini yazıyor anlamıyorum ya çıldıracam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hem bana akıl veriyorsun, hem kendin çelişkidesin?

      Sil
    2. bak bak bak bundan sonra inanmayanlarla sohbet etmiyorum arkadaşım ben çünkü siz sadece vesvesesiniz. cevabım olmadığı için değil, ben bir cevap versem sen ondan da başka sorular türeteceğin için ve bu böyle sürüp gider çünkü kuran öğüttür sen alamayacaksın benim almamı da engelleyeceksin bu yüzden senin benim için ne düşündüğün umurumda değil ben sadece ilim sahibi olanlara danışır konuşurum. ayrıca senin kim olduğunu da artık anladım uludağsözlükte takıldığın bariz. ferit maskenmi gerçek isminmi bilmiyorum ama amacının ne olduğunu gayet iyi biliyorum. kendin karanlıkta ol ama karanlıktan çıkana, çıkmak isteyene emin ol bir yere kadar maniolabilirsin. senin cevaplarını artık duymuyorum neden dersen benim bu süreçte sadece bilgi olarak değil ruhende neler yaşadığımı sadece ben biliyorum doğru yolu yakalamamda bunların etkisini de ben biliyorum bu yüzden vesveselerinle ilgilenmiyorum ayrıca tek birşey diyecem kıyamet alametlerinden biri herkesin müslüman olması demişsin ve eğer öyle olursa kuranla çelişkili olacağını demişsin son kez ona da cevap verip seninle sohbeti kesiyorum arkadaş. kıyamet alametlerinden birinin herkesin müslüman olacağı bilgisine nereden sahip oldun? hadi sahip olduğun gerçekliğini hangi kaynaktan onayladın? hadi onayladın kurana inanmıyorken bu kaynağa nasıl inandın? ulan sen inanma nedir bilir miydin? şimdi hoşçakal.

      Sil
    3. ahaha kimmişim ben? ona buna din reklamı yapma o zaman küçük akıl.

      Sil
    4. Sevgili Orçun,

      Aslında cevap çok basit: "kul oldukları için":)

      Kendim mealci olmadığım için takdir edersin ki neden bu mealler böyle farklı sorusunun cevabını %100 verebilmem mümkün değil:) Fakat benim gözlemlerimle oluşturduğum şahsi düşünce meallerin birbirinden farklı olmasının birkaç nedeni olduğu...

      Y.N.Öztürk, Edip Yüksel gibi mealcilerin geleneksel mealcilere getirdiği en büyük eleştiri eskilerin çevirilerindeki hataları aynen kopyalamış olmalarıdır. Bu hata yüzyıllar boyu bile devam edebilmektedir ve anladığım kadarıyla kimi mealcilerde duraksadıkları noktalarda "koskoca bilmemkim alim yanlış mı çevirecek canım, doğrudur" deyip hatayı kopyalama olayı olabilir.

      Hadis- siyer-ictihad vs. nin meallerin çarpıtılmasındaki rolü büyüktür. Çok basit, herkesin rahatlıkla fark edebileceği bir örnek verecek olursam Allah Muhammed peygambere aslında Kuran'ın hiç bir yerinde "habibim" demezken, pek çok mealde parantez koyma gereği bile duymadan, habibim (sevgilim) şeklinde seslendiğini ve bu uyduruk hitabın ayetlere yamandığını görebilirsin. O güne dek edindiğin bilgi, bilgi kirliliği, kazandığın bakış açısı hatta karakterin bile okuduğunu farklı algılamana ve dolayısıyla farklı da çevirmene neden olur. Bu sadece mealciler için değil, Kuran’ı eline alıp okuyan insanlar için de geçerlidir. Meal okurken bile “kadınlar sizin tarlanızdır” ayetini okuyan bir erkek kendisini tohum olarak da algılayabilir, traktör olarak da değil mi?:)

      Allah tarafından yollanan bir kitabın evrensel olmasından ve anlamının zamanla açılıp saçılmasından/ keşfedilmesinden doğal birşey yoktur. Nitekim hayattaki herşeyi (herhangi bir kitap, karakterimiz vs.) yorumlarken- anlarken, onu yukarıda da belirtmeye çalıştığım üzere kendi paradigmamızla algılarız, değerlendiririz. Bilimsel paradigma da buna dahildir. Evrenin genişlediğinin bilinmediği bir dönemde Elmalılının evrenin genişlediğini söyleyen ayetleri, orijinalinde genişlediğini söylese de, daha farklı algılaması mümkündür. Nitekim İbn Sina vs. gibi önemli filozof/ biliminsanı vs. addedilen adamlar bile, Antik Yunan’ın bilimsel paradigması etkisinde kalıp, “apaçık ayetlere rağmen” evrenin hadis mi kadim mi olduğu tartışmasını yapmamışlar mıdır? Tartışmada ayetleri baz alan tarafın günümüzde haklı çıkması, Antik Yunan etkisinde kalanın da yanılmış olması buna bir örnektir.

      Bir de şöyle bir durum var, Kuran çevrilirken bir kelimenin diğer ayetlerdeki kullanımına bakmak, kelimeyi farklı bağlamlar içinde görmek muhakkak onun daha iyi çevrilmesine büyük katkıda bulunacaktır. Buna kısaca Kuran’ı çevirirken, Kuran sözlüğünden faydalanmak diyelim. Bunu yapmak bilgisayar ortamında çok kolaydır. Ama bilgisayarların olmadığı, mushaflar üzerinden çalışılan dönemi düşün ki bu aslında gayet de yakın bir dönem. İşte o zaman bunu yapmak çok daha zordu. Kuran’ı ezbere bilen birisi için, IQ’su 170 olan birisi için bile kolay olmasa gerek.

      Son olarak hem bu sorunla, hem de genel olarak başka çelişki sorgulamaların için ise bu siteye göz atmanı öneririm:

      http://kurandaceliskiyoktur.com/2007/01/09/rumlarin-galibiyeti-ve-yerin-en-alcak-bolgesi/

      Selamlar

      Sil
  9. Ferit,
    Orçun bu konuda son derece haklı. Kuran'da öyle bir bilgi yok. Dini referans kabul edilen, bilgi kirliğiliği oluşturan kaynaklarda olduğu doğrudur. Lakin bu bizim metodolojimizi benimsemiş ve Kuran dışı kaynakları hurafe olarak görenleri bağlamıyor.

    Bir de düşünce özgürlüğünden yana olduğumdan dolayı yorumları pek silmemeye çalışıyorum. Sizler de bunun bilincinde olarak yazarsanız ve kendiniz inanmasanız da başkalarının inançlarına saygı duyan, kutsallara hakaret etmeyip, eleştiri getiren yetişkinler gibi davranırsanız sevinirim ve silmek istememe rağmen iletilerinizi silmek zorunda kalmam.

    Teşekkürler.
    Selam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. EN’AM SURESİ-92.Ayet..Bu (Kur’an), Ümmü’l-kura (Mekke) ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendinden öncekileri doğrulayıcı mübarek bir kitaptır.

      ŞURA SURESİ-7…ayet-Şehirlerin anası (olan Mekke’de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur’an vahyettik.

      bu kitap evrenselmidir eğer öyleyse bu ayetler nedir. koskoca tanrı kutupları bilmiyormudur insanları 6 ay oruç ile telef edecek. komik şeyler bunlar çelişki yok diyorsunuz ama bu kitap çelişkiyle dolu dostum.

      Sil

  10. Bir çok ihtimal var filmin anlattığı, anlatmadığı...Herşey bir parça özgür düşünce, kritik yaklaşım ve analiz gerektiriyor. Hepsi düşünsel anlamda keyifli.

    ---supernatural spoiler---


    dead 1 günlüğüne ölüm olur. reaperlarla can alır. bu sırada şişman bir adam hayatın anlamını, bütün bu karmaşayı sorar. ölüm cevap verecektir buna. ölüm deandir. Herşey rüzgarda savrulan toz taneleridir bro der. adam ne yani kansas şarkısıyla mı yanıtlıyorsun der...


    ---supernatural spoiler---

    Bazen bi Kansas şarkısı yeterlidir. Bazen Allahın bir ayeti. Bazense vicdanlarda söylenenler...

    So dust in the wind...

    http://www.youtube.com/watch?v=tH2w6Oxx0kQ

    YanıtlaSil
  11. spoilerın giriş cümlesi dead değil dean olacak. kusuru bakma dikkat etmemişim.

    YanıtlaSil
  12. hocam muazzam spoiler vermişsiniz, keşke uyarı falan yazsaydınız :(

    YanıtlaSil
  13. Maalesef ve elbette ikinci hikaye gerçekti..

    YanıtlaSil
  14. Hayat çoğu kez olayları nasıl gördünüz ile ilgilidir,her iki hikayeninde doğruluğunu veya yanlışlığını savunulabilir.Çünkü herkes kendine göre bir mantık süzgecinden geçiriyor.
    Ben hikayelerden çok Pi nin gece yarısı uyanmasını anlaşılmaz buldum,belki kulanılacak kelime farklıdır yine de insan üzerine düşünmeden edemiyor.Kardeşini kaldırmaya çalıştığı halde uyanmaması fakat Pi nin ise kendiliğinden kalkıp dışarı çıkması ve geminin batmasına şahitlik etmesi...

    Felix Steiner, çok doğru noktalara parmak basıyor,hepimiz (ümit ediyorum) inancımızı şekillenirken toplumun etkisiyle değilde, düşünüp,aklımızda ki sorulara en mantıklı cevabı vereni seçeriz.Öncelikli olan bir tanrının var olup olmadığı sorusunu sormaktır,varlığına inanıyorsan ( bu deist te olabilir) ardından tanrının insanlar ile iletişime geçip geçmediğini,geçmişse nasıl bir yol seçtiğini vs. üzerine düşünülüp bize en mantıklı geleni seçmektir. Ben kendim için konuşacak olursam,tanrının olması gerektiğini her zaman inandım,çünkü açıklanamayan bir şekilde insanın yapısında bu var,ve bir süre sonra dünyanın en mutlu insanı dahi olsanız bazı şeylerin eksikliğini hissediyorsunuz,(buraya ait olmadığımız gibi) ... Elbette felsefenin,bilimin ne gösterdiğinide önemserim lakin her şeyin bilinemeyeceğini de bir gerçektir. İslam dininin en güzel tarafı bana göre,tanrı merkezlidir (her ne kadar sonradan yüceltilen kullar olsa da ) ve bu bildiğim ,araştırdığım dinler içinde en mantıklı olanıdır.

    YanıtlaSil
  15. haha siz gerçeklerden uzaksınız arkadaşlar bakın şu adamı okuyun http://adilyargic.blogspot.com/2011/11/kuran-i-kerim-adinin-mitolojik.html#axzz2Yl5xZoYd

    Kuran'ın ve İslam'ın gerçek yüzünü görün. ticaretle uğraşan kervanlarla ticaret yapan muhammedi bile size okuma yazma bilmiyor diye yedirdi sizin tanrınız. muhammed ve çetesinin tezgahına geldiniz hepimiz geldik. bakın cehennem kitabı kuran nerelerden geliyor adı bile. bu adamda zamanında Müslüman olan bir araştırmacı bütün hikayeleri yakalamış adamcağız hayalkırıklıklarından sonrada gerçekleri paylaşmış. eğer sizde yüzleşebilecek cesarete sahipseniz okuyun. bütün bir dünya kafayı yemiş garip garabe işlerin peşinden gidiyor bu uğurda savaşlar verip kanlar akıtıyor. çok din ile bilgiliysen bu sayfadaki araştırmaya cevap ver antisipiritüalci.

    YanıtlaSil
  16. güzel yazmışsın yorumlarda yazıya yakışıyor. Canlı Tv

    YanıtlaSil
  17. Sen çok yanlış gelmişsin apla..

    YanıtlaSil
  18. yazı için teşekkürler üstad.

    Sloganların değil gerçeklerin paylaşıldığı blog sitemize bekleriz.

    http://kenandabirkuyu.blogspot.com/

    YanıtlaSil
  19. Sevgili antispiritualist, lütfen güzel yazılarından bizi mahrum bırakma sayende çoğu şeye cevap buldum ve yeni sorular keşfettim lütfen yazmaya devam et.

    YanıtlaSil
  20. Filmde geminin batmasından sonra filikada gelişen olayların tümü dmt transıdır. Kaplan pi'nin kendi iblisidir. Her kişinin kendi iblisi onun sığ düşünce yetisidir. Psikanalizdeki birincil süreç düşüncesi denen, bilinç dışı kendiliğinden gelişen ve insanı baskı altına alan yetidir bu. Kur'an buna iblis der. Bundan oluşan fikir ve takip edenleri ise şeytandır. Bu toplumsallaştığı kurumsallaştığı noktadan itibaren ise tağut olur. İşte filmi bu çerçevede değerlendirmenizi öneririm. Saygılar.

    YanıtlaSil