Ahlâkın din ile derin bir
ilişkisi olduğunu savunan en etkili isimlerden biri ünlü filozof Immanuel Kant'tır.
Gerçekten de din yok ise ahlâkın
rasyonel bir temellendirmesinden bahsetmek mümkün değildir.
En genel olarak, hayatı ne
şekilde anlamlandırdığımız, bizim için iyi ve kötü olanın ne olduğunu
belirlememizdeki temel unsurdur.
Örneğin, hayatı biyokimyasal
reaksiyonlar sonucunda tesadüfen ortaya çıkmış bir olay olarak görüyorsak ve
hayatın anlamının doğal seleksiyon, güçlü olanın yaşamını sürdürdüğü bir
mücadele olduğunu düşünüyorsak, yani bilinçli bir kudret / Tanrı tarafından
yönlendirilmemiş bir evrimsel süreci savunan bir ateistsek ahlâk anlayışımız da
hayatın anlamının imtihan olduğunu düşünen bir teistten otomatikman farklı
olacaktır.
Bu bir ateist illa bir teistin ahlâki değerlerine zıt davranacak olarak anlaşılmamalı. Zira tanıdığım pek çok ahlâklı diyebileceğim ateist var.
Fakat bana sorarsanız hayatı güçlü (fit) olanın kazandığı bir mücadele olarak
gören ve ölümden sonra da herhangi bir merciye hesap vereceğini düşünmeyen biri
eğer gerçekten erdemli davranıyorsa, mesela kazandığı paranın bir kısmını
ihtiyacı olanlarla paylaşıyorsa yahut ıssız bir çölde kendisi ve bir yakını baş
başa kaldığında matarada kalan suyun yarısını yol arkadaşına veriyorsa, bu adam böyle davrandığı sürece,
inandığı değerlere uygun yaşamayan tutarsız, çelişkili bir budaladır. Çünkü
yaptığı iyiliğin, sergilediği ahlâklı davranışların hiçbir rasyonel dayanağı
yoktur. Aksine hayatı anlamlandırdığı teorinin mekanizması ile çelişmektedir. Ve elbette mantıklı- tutarlı olmamak da bence aslında başka bir erdemsizlik örneğidir.
Peki inançsız bir insanın ahlâklı davranmasına ne sebep olmaktadır?
Öncelikle temel konularda Allah’ın
insanların doğasına/ fıtratına yerleştirdiği vicdan pusulası erdemli davranmayı
sağlamaktadır. İşte bu sebeple vicdanının sesini dinlemeyen ve ahlâklı
davranmayanlar aslında öz benliklerine zulmetmektedirler. Ama olay sadece
hislerin peşinden gitmekle, vicdana uymakla hallolmaz. Çünkü eğer vicdanının
fısıldadığı hisler savunduğun yaşam felsefesi ile uyuşmuyorsa, orada bir
his-mantık çatışması ortaya çıkar, aynı yukarıda verdiğim hayatı güçlü olanın
kazandığı bir mücadele olarak görmesine rağmen, çölde suyunu arkadaşıyla
paylaşan ateist gibi. Bu durumda ya vicdanın yönlendirdiği hislerde bir sorun
vardır, ya da mantığın işaret ettiği düşünülen yaşam felsefesinde yani ateizmde…
Bir başka deyişle, vicdan ve yaşam felsefesi rasyonel bir temele oturabilmek
için uyumlu / paralel olmak zorundadır.
Toplumsal değerler, bazı örfler,
toplumdan dışlanma endişesi, aile terbiyesi tüm bunlar da ahlâklı davranmaya zemin
hazırlayabilmektedir. Bir ateist hayatı ne kadar güçlü olanın hayatta kalacağı
bir mücadele olarak görse de ne de olsa o muhtemelen teist ebeveynlerce ve
öğretmenlerce çocukluktan itibaren ahlâki değerlerin aşılandığı, kökeni teizme
dayanan “medeni” hukuk yasalarını benimsemiş biridir. Yani ahlâklı davranmasına
neden olan motivasyon onun hayatı anlamlandırdığı yaşam felsefesi değil, ona
çocukluktan beri empoze edilen değerler ve / veya vicdanıdır.
Ahlâkla ilgili bir diğer sorun
ateistlerin ödül isteği yahut cehennem korkusuyla iyilik yapmayı gerçek ahlâk
olarak görmemeleri, dindar insanların gerçek ahlâka sahip olmadıklarını ileri
sürmeleridir. Yani ateistlere göre bir çıkar gözetilerek yapılan iyilik gerçek
iyilik değildir. Oysa insan doğası gereği çıkarcıdır. Ateistler dindarlara “Allah
rızası kazanmak için iyilik yapmak gerçek iyilik değildir, bu çıkar için iyilik
yapmaktır” diye dursunlar, kendilerinin yaptığı da aslında çıkar için iyilik
yapmaktan başka bir şey değildir.
Bir müslüman nihai çıkarını (cenneti)
düşünerek, Allah’ın rızasını kazanmak için bir fakire yardım edebilir. Peki ya bir ateist niçin bir fakire yardım
eder? Bir ateistin “Abi çok açım, nolur bi yemek ısmarla” diyen bir çocuğa, “Bu
dünya güçlü olanının hayatta kaldığı bir dünya, hadi koçum ikile” diye cevap
vermek yerine çorba ısmarlamasının mantığı nedir?
a) Vicdanını rahatlatma “çıkarı”
iş başındadır.
b) Çocuğun kendisine teşekkür
ettiğini duyma “çıkarı” devreye girmiştir.
c) Çocuğun mutlu olup, kendisine
gülen gözlerle baktığını görme “çıkarı” iş başındadır.
d) Yanındaki arkadaşına ben çok
iyi bir insanım mesajı gönderme “çıkarı” devreye girmiştir.
e) Dine inanmayan birinin de ahlâklı olduğunu gösterme / kendine ispatlama "çıkarı" baskın gelmiştir.
Listeyi biraz daha beyin
fırtınası yaparak uzatabiliriz elbet… Lakin bu 5 örnek bile iddiayı
desteklemek açısından yeterlidir.
Görüldüğü üzere, dindarları gerçek ahlâkı kavrayamamış olmakla itham edenler aslında kendileri de
yaptıkları iyiliği “menfaatleri” gereği yapmaktadırlar. Bu durumda Allah rızası
kazanmak için yapılan bir iyilik neden bir ateistin yaptığı iyilikten daha az
erdemli olsun ki?
İnsan tabiatına dair basit bir gözlem bile "Allah ile ticaret"ten, "Allah'a borç vermek"ten bahseden Kuran ayetlerinin, inançlı ya da inançsız tüm insanları, onların kendilerini tanıdıklarından çok daha iyi tanıyan bir kudret tarafından gönderilmiş olduğunu ispatlamaya yeterlidir.
İnsan tabiatına dair basit bir gözlem bile "Allah ile ticaret"ten, "Allah'a borç vermek"ten bahseden Kuran ayetlerinin, inançlı ya da inançsız tüm insanları, onların kendilerini tanıdıklarından çok daha iyi tanıyan bir kudret tarafından gönderilmiş olduğunu ispatlamaya yeterlidir.
Sevgiler